Dünya Tarihine Damga Vuran Mektuplar

Dünya Tarihine Damga Vuran Mektuplar
  • 6
    0
    0
    0
  • İnsanlığın geçmişine ışık tutan yazılı kaynakların başında gelen mektuplar, hiç şüphe yok ki kişileri ve dönemleri anlayabilmek adına son derece önemli verilerdir. Bu sebeple, karanlıkta kalan pek çok noktayı aydınlatabilen en ünlü mektupları sizler için derledik, keyifli okumalar dileriz.

     

    10) Stefan Zweig’ın İntihar Mektubu

    Yahudi olduğu için Nazi zulmüyle karşılaşan Stefan Zweig, ilkelerini Adolf Hitler’in belirlediği bir dünyada yaşamak istemediğini belirtip 22 Şubat 1942 tarihinde eşiyle birlikte zehir içerek Brezilya’da intihar etmiş, geriye ise duygu yüklü bir mektup bırakmıştır.

     

    “Özgür iradem ve açık bir bilinçle bu yaşamdan ayrılırken, son bir sorumluluk yerine getirilmeyi bekliyor: Bana ve işimi yapmama huzurlu bir ortam sunan harika ülke Brezilya’ya içten teşekkürlerimi sunmak. 

    Her yeni günle bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim. Ruhsal anavatanım Avrupa kendi kendini yok ettikten ve ana dilimin dünyası yok olduktan sonra, dünyanın hiçbir yerinde hayatımı bu kadar severek yeniden kuramazdım. Ama altmışıncı yaşın ardından tam anlamıyla yeniden başlamak çok özel bir güç gerektiriyor. 

    Ve benim gücüm yıllar süren vatansız yolculuklardan sonra iyice tükendi. Bu nedenle hayatımı doğru zamanda ve doğru bir şekilde sonlandırmamın iyi olacağına inanıyorum. Ki hayatım boyunca tinsel uğraşım en büyük haz kaynağım ve kişisel özgürlüğüm en yüce değerim oldu. 

    Bütün dostlarımı selamlarım! Hepsine uzun geceden sonra gelen tanın kızıllığını görmek nasip olsun! Ben, her zamanki sabırsızlığımla önden gidiyorum.”

     

    9) Albert Einstein’ın Türkiye Cumhuriyeti’ne Yazdığı İltica Mektubu

    Einstein’ın 1933 yılında kaleme aldığı mektup, bilinenin aksine bizzat Mustafa Kemal Atatürk’e değil Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Ofisi’ne yazılmıştır. Dönemin başbakanı İsmet İnönü, cumhurbaşkanı ise Mustafa Kemal Atatürk’tür.

     

    “Ekselansları,

    OSE Dünya Birliği’nin (Yahudileri Kurtarma Cemiyeti) şeref başkanı olarak, Almanya’dan 40 profesör ve doktorun bilimsel ve tıbbi çalışmalarına Türkiye’de devam etmelerine müsaade vermeniz için başvuruda bulunmayı sizden rica ediyorum. 

    Sözü edilen kişiler, Almanya’da yürürlükte olan yasalar nedeniyle mesleklerini icra edememektedirler. Çoğu geniş tecrübe, bilgi ve ilmi liyakat sahibi bulunan bu kişiler, yeni bir ülkede yaşadıkları takdirde son derece faydalı olacaklarını ispat edebilirler. Ekselanslarından ülkenizde yerleşmeleri ve çalışmalarına devam etmeleri için izin vermeniz konusunda başvuruda bulunduğumuz tecrübe sahibi uzman ve seçkin akademisyen olan bu 40 kişi, birliğimize yapılan çok sayıda başvuru arasından seçilmişlerdir. 

    Bu bilim insanları, bir yıl müddetle, hükümetinizin talimatları doğrultusunda kurumlarınızın herhangi birinde hiçbir karşılık beklemeden çalışmayı arzu etmektedirler. Bu başvuruya destek vermek maksadıyla, hükümetinizin talebi kabul etmesi halinde sadece yüksek seviyede bir insani faaliyette bulunmuş olmakla kalmayacağı, bunun ülkenize de ayrıca kazanç getireceği ümidimi ifade etme cüretini buluyorum.

    Ekselanslarının sadık hizmetkarı olmaktan şeref duyan,

    Prof. Albert Einstein”

                            

    Einstein’ın gönderdiği mektuba cevaben başbakan İsmet İnönü bir mektup yazarak yeterince Yahudi bilim insanını istihdam ettiklerini ve daha fazlasını kabul edemeyeceklerini nazikçe bildirmiştir. Fakat sonrasında durumdan haberdar olan Mustafa Kemal Atatürk inisiyatif alıp 40 değil 190 Alman bilim insanını Türkiye’ye davet etmiş, hepsini bizzat Dolmabahçe Sarayı’nda ağırlayarak tek tek selamlaşmış ve “hoş geldiniz” demiştir.

     

    8) Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail’e Yazdığı Mektup

    1512 yılında Osmanlı tahtına çıkan Yavuz Sultan Selim, Safevi sorununu çözebilmek ve Anadolu’da hızla yayılan kızılbaş inancını yok edebilmek adına sefer hazırlıklarını başlatarak Safevi hükümdarı Şah İsmail’e bir mektup göndermişti. Ordusu görece zayıf olan Şah ise mektuba cevap vermediği gibi Yavuz’un karşısına da çıkamamıştı. Bu nedenle Yavuz Sultan Selim iyice hiddetlenecek ve ilkinden çok daha sert bir mektup yazacaktı.

     

    “İsmail Bahadır!

    Önceki mektubumda er isen meydana gel, Allah’ın takdiri ne ise ortaya çıksın demiştim. Bundaki amacım; yapacağım işlerden seni birkaç ay evvelinden haberdar etmekti ki hazırlıklarını tamamlayıp karşıma çıkasın. Gafil avlandım, hazırlanamadım demeyesin. Uzun zamandan beri benim hazırlıklarıma ve gürültülü hareketime, hatta Erzincan dağ ve tepelerine gelmeme rağmen, sende hala hiçbir hareket yok. Öyle gizleniyorsun ki varlığınla yokluğun fark edilemiyor. 

    Halbuki kılıç davası güdenlerin siper gibi belalara göğüs germesi, yiğitlik sevdasında olanların ok ve mızrak yarasından korkmaması gerekir. Devlet gelinini, ancak sararmadan kılıç dudaklarını öpebilenle kucaklayabilir. Karanlıkta rahat arayanlara erlik adını vermek hatadır. Ölümden korkanların kılıç kuşanması ve ata binmesi münasip değildir. 

    Eğer gizlenmekten maksadın askerimin çokluğundan ise senin bu korkunu gidermek için 40 bin askerimi Kayseri-Sivas arasında bıraktım. Herhalde düşmana bundan daha büyük bir iyilik yapılamaz. Eğer özünde yiğitlikten bir iz varsa gelip karşıma çıkarsın.


    Mukadder olan ne ise Allah’ın izniyle o olur.”

     

    Bu mektubun ardından Şah İsmail de korkmadığını belirten bir mektup kaleme almıştır. Sonrasında Çaldıran Ovası’nda iki taraf arasında gerçekleşen savaş ise 1 ay gibi kısa bir sürede Osmanlı Devleti’nin kesin üstünlüğü ile sonuçlanmış, savaş sahasından kaçan Şah İsmail ömrünün sonuna kadar bu hezimetin utancıyla yaşayarak bir daha asla eski itibarını geri kazanamamıştır.

     

    7) Leonardo da Vinci’nin II.Bayezid’e Yazdığı Mektup

    Osmanlı hükümdarı II.Bayezid, 1502 yılında Haliç çevresinde nüfusun yoğunlaşması nedeniyle buraya bir köprü yapılmasını istemiştir. Bunu haber alan ünlü ressam-mühendis Leonardo da Vinci ise padişaha bir mektup yazarak projeyi kendisinin gerçekleştirebileceğini belirtmiştir.

     

    “Acizleri, efendimizin Galata’dan İstanbul’a bir köprü kurdurmak için teşebbüse geçtiklerini işittim. Lakin bu işe ehil bir kimse bulamadıklarını öğrendim. Bu işten anlayan kulunuz, arzularınızı gerçekleştirebilir. 

    Köprü, yüksek bir kemer üzerine kurulacaktır. Fakat bu kadar yüksek kemerli bir köprü üzerinden kimsenin geçmek cesaretini gösteremeyeceğini düşündüğüm için kenarlarını tahta parmaklıklarla örteceğim. Kemeri o kadar yüksek tasarlamamın sebebi, altından yelkenlilerin rahatça geçebilmeleri içindir.

    Efendimiz Hazretleri irade buyururlarsa Anadolu sahiline kadar uzayacak, gerektiğinde açılır kapanır bir köprü dahi inşa edebilirim. Burada su daima hareket halinde olduğundan kenarların aşınmaması için bir çare düşündüm. Bununla su akıntısı dirsek ve kenarlara zarar vermeyecektir. 

    Umarım Sultan Hazretleri bu aciz kulunun sözlerine inancını bağışlar da onu her zaman hizmetlerinde görmeyi arzular ve cevap vermek lütuflarını esirgemezler.”

     

    Mektup İstanbul’a 4 ay sonra ulaşmıştır. Fakat Leonardo da Vinci’ye herhangi bir cevap verilmemiştir.

     

    6) Tolstoy’un Gandhi’ye Yazdığı Mektup

    Hindistan bağımsızlık hareketinin lideri ve şiddetsiz direnişin savunucusu olan Mahatma Gandhi, iyi bir Tolstoy okurudur. Görüşlerini beğenmekle birlikte onun birkaç eserini de kendi diline çevirtmiştir. Zaman içerisinde birbirlerine ulaşan bu ikili uzun süre mektuplaşmışlardır.

     

    7 Eylül 1910 

    “KOTCHETY” 

    M. K. Gandhi’ye 

    Johannesburg, 

    Transvaal, Güney Afrika 

     

    Indian Opinion derginiz elime geçti ve dergide direnme karşıtlığı üzerine yazılan bütün yazılardan haberdar olmak sevindirici. Makaleleri okurken içimde uyanan düşünceleri sizinle paylaşmak dileğindeyim. Daha çok yaşadıkça –ve özellikle de ölüme daha çok yaklaştıkça– benliğimi kuvvetle harekete geçiren ve büyük öneme sahip olduğunu düşündüğüm hislerimi başkalarına anlatmaya meyilli oluyorum. Direnme karşıtlığı denilen şey aslında hatalı yorumlarca bozulmamış sevginin terbiyesinden başka bir şey değildir.

    … 

    Bu sevgi, insan yaşamının herkesin kendi ruhunun derinliklerinde hissettiği yüce ve eşsiz yasasıdır. Onun en açık tezahürünü bebeklerin ruhunda buluruz. Dünyanın sahte öğretileri tarafından körleştirilmediği sürece her insan bu sevgiyi hisseder… Bunun en açık biçimde, bu yasanın içinde hem yasanın hem de peygamberlerin olduğunu söyleyen İsa Mesih tarafından ifade edildiği düşüncesindeyim.

    Yasanın maruz kalacağı bozulmayı öngörerek ve salt dünyevi menfaatlerine göre yaşayan insanlar için böyle bir bozulmanın doğal olduğunu doğrudan işaret ederek bundan daha fazlasını yapmıştır. Tehlike tam olarak bu menfaatlerin şiddet vasıtasıyla korunmasına izin verilmesinde yani onun ifade ettiği şekliyle tokada tokatla karşılık vermekte, bizden alınan şeyleri kuvvet yoluyla almaktadır.

    Gerçekte, direniş sevginin safında kabul gördüğünde sevgi ortadan kaybolur. Varoluşun yasası olarak yaşamını sürdüremez ve eğer sevginin yasası var olamazsa geriye kalacak olan şiddetin yasasından, kudretli olanın hukukundan başkası değildir. Hristiyan toplumu da on dokuz asırdır bu şekilde yaşamıştır.

    Sorun halihazırda kendini açıkça şu şekilde ortaya koymaktadır: Ya dini veya ahlaki hiçbir terbiyeyi kabul etmediğimizi ve yaşamın örgütlenişinde yalnızca kuvvetin yasasını rehber edindiğimizi kabul edeceğiz ya da zorla, hukuki ve askeri kurumlar vasıtasıyla topladığımız bütün vergileri ve hepsinin ötesinde orduyu ilga edeceğiz.

    Rusya’da da bizimle beraber askere gitmeyi reddetme biçiminde hızla gelişen benzer bir hareketin yıldan yıla büyüdüğünü bilmenin sizi sevindireceğini zannediyorum. Direnme karşıtlığı iştirakçilerinizin ve Rusya’da askerliği reddedenlerin sayısı her ne kadar az olsa da yüreklilikle şöyle diyebileceklerdir: “Tanrı bizimledir” ve “Tanrı ademden kuvvetlidir.” 

    Bütün devletler gibi Rus hükümeti de çelişkinin farkındadır ve bu hükümetlerin doğalarındaki muhafazakârlık ruhu sebebiyle bu muhalefete, Rusya’da ve sizin derginizdeki makalelerde olduğu gibi diğer her türden hükümet aleyhtarı eyleme olduğundan daha çok eziyet edilmektedir. Hükümet başlıca tehlikenin nereden geldiğinin farkındadır ve bu sınavda kendini büyük bir hararetle savunmaya çalışmaktadır; çünkü yalnızca menfaatlerini korumaya çalışmakla kalmaz bizatihi kendi varoluşları için dövüşmektedirler. 

     

    Saygılarımla, Leo Tolstoy

     

    5) Freud’tan Einstein’a Mektup

    1931’de Milletler Cemiyeti’nin bünyesinde yer alan Entelektüel İşbirliği Enstitüsü, barış hakkında bir başka bilim insanıyla bir fikir alışverişinde bulunması için Einstein’a bir teklif sunmuştur. Einstein da bu teklif üzerine psikanalizin babası olarak kabul edilen Sigmund Freud ile uzun süre mektuplaşmıştır.

    Einstein mektuplarında genel itibariyle; kendi egemenlik haklarını savaş yoluyla müdafaa etmekten başka bir şey düşünmeyen yönetici sınıfın varlığından ve ulusal bağımsızlık söz konusu olduğunda bu yönetici sınıfın nasıl siyasi güç açlığına düştüğünden bahsetmiştir. Freud ise ilk çağdan itibaren şiddetin evrimleşmesinden söz etmiş ve bunu insan doğasıyla, gücü elde edenin şiddete en yakın noktaya konumlanmasıyla açıklamıştır. Savaşa gösterilen özenin barışa gösterilmediğinden yakınmıştır.

     

    “Ben barış için mücadele etmek istiyorum. İnsan savaş hizmetini reddetmediği sürece hiçbir şeyin savaşları ortadan kaldırması mümkün olmayacaktır. İnsanın inandığı bir şey, örneğin barış uğruna ölmesi, inanmadığı, örneğin savaş gibi bir şey yüzünden acı çekmesinden daha iyi değil mi?

    Ders kitaplarımız savaşı yüceleştirmekte, dehşetlerini ise anlatmamaktadır. Bu yöntemlerle çocuklara nefret aşılanıyor. Ben onlara barışı öğretmek istiyorum, nefreti değil; sevgiyi öğretmek istiyorum, savaşı değil.

     

    Sigmund Freud”

     

    4) Victor Hugo’nun Son Mektubu

    Victor Hugo son mektubunu, kendisine bir eserini gönderip yorumlamasını isteyen Charles Franju adında bir işçiye yazmış ve bu mektubu yolladıktan 3 gün sonra akciğer hastalığından vefat etmiştir.

     

    20 Mart 1885 

    Paris

    Sevgili Charles'cığım, 

    Zavallı, yaşlı, kırık kalbime geçmişten bir sayfa açıp acı dolu babalık anılarımı canlandıran bu teklifsiz samimiyeti mazur görün. 

    Güzel küçük kitabınız zarif, sade ve duygu yüklü. Bir işçi tarafından yazılmış, emekçilerin asil ailesini onurlandıran bir kitap. Baştan sona tekrar tekrar derin bir ilgiyle okudum. Ve neden saklamalı? Okurken gözyaşlarımı tutamadım. Bu yolda cesaretle ilerleyin, bayım. Yadsınamayacak bir yeteneğiniz var. Kalbinizle, yapmacıksız yazmışsınız. Bunlar başarı için önemli unsurlar. 

    Bana gösterdiğiniz nazik ilgiden dolayı teşekkür ederek babaca ellerinizi sıkmama izin verin. 

    Victor Hugo 

     

    3) Hürrem Sultan’ın Kanuni’ye Yazdığı Mektup 

    Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın delicesine bir aşkla bağlı olduğu eşi Hürrem Sultan, kocası sefere gittiğinde ona olan özlemini mektuplarla dile getirmiştir.

     

    “Benim Yusuf yüzlüm, şeker sözlüm, latif, nazenin sultanım. 

    Allah dergahına yüzüm süpürge kılıp bir derecede niyaz ederim ki; sizi benden ömren ayırmak sözü haram olsun, mübarek yüzünüzü yine tez zamanda bana göstere. Eğer denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa dahi bu ayrılığın açıklamasını yazabilirler mi?

    Ömrüm, azizim, sultanım.

    Allah’tan tek dileğim ve yüreğimin biricik arzusu, size tekrar kavuşabilmek ve ışık saçan yüzünüze bir defa daha bakabilmektir. Rabbimden elbette dilerim ki benim sultanım, candan ve gönülden sevdiğim şahım, dünyada ve ahirette hep mutlu olsun. 

    İyi biliyorum ki benim sultanım, bu kulunu, kaderin bir cilvesiyle gördü ve sevdi. Bu kuluna mutluluk ve huzur ihsan etti. Bu yüzden, mutlu olacağım gün, sadece size kavuşacağım gündür. Size, gözyaşlarımı damlattığım bir elbise gönderdim. Hatırım için giyesiniz. 

    Fakir ve hakir cariyeniz Hürrem."

     

    2) Frida Kahlo’nun Diego Rivera’ya Yazdığı Mektup

    20. yüzyılın ikonik ressamlarından birisi olan Frida Kahlo; büyük bir aşkla bağlandığı ve kendisi üzerinde, geçirdiği trafik kazasından bile daha ağır bir hasar bıraktığını söylediği kocası Diego Rivera’ya çok sayıda mektup yazmıştır.

     

    Diego.

    Gerçek öyle büyük ki ne konuşmak ne uyumak ne dinlemek ne sevmek istiyorum. Kendimi tuzağa düşmüş hissetmek, hiç kan korkusu olmadan, zamanın ve büyünün dışında, senin kendi korkunun ve büyük ıstırabının içinde ve kalbinin atışında. Tüm bu deliliği senden isteseydim biliyorum sessizliğinde sadece karmaşa olurdu. Bu saçmalıkta senden şiddet istiyorum ve sen, sen bana incelik veriyorsun, ışığını ve sıcaklığını. 

    Seni resmetmek isterim ama bu şaşkınlığım içerisinde hiç renk yok çünkü çok renk var, büyük aşkımın somut hali.

    F.

     

    1) Dünyanın İlk Aşk Mektubu

    İnsanlık tarihi boyunca yazılmış olan en eski aşk mektubu yaklaşık 4500 yıl önce Sümer Kraliçesi Enlil tarafından eşi Kral Su-Sin’e gönderilmiştir. Çivi yazısıyla kaleme alınan bu mektup, Philadelphia Üniversitesi profesörlerinden Hermann Volrat Hilprecht’ın 1889-1900 arasında Mezopotamya Niffer Vadisi’nde yaptığı kazılarda ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti tarafından himaye edilmiş, 1957 yılında günümüz Türkçesine çevirilmiştir.

     

    Güveyi, kalbimin sevgilisi
    Senin güzelliğin fazladır, bal gibi tatlı
    Beni büyüledin
    Senin önünde titreyerek durayım
    Seni okşayayım
    Benim kıymetli okşayışım baldan hoştur
    Bağışla bana okşayışlarını
    Benim beyim, baygınlığım
    Enlil’in kalbini memnun eden Su-Sin’im
    Bağışla bana okşayışlarını.

     

     

    Kaynak: 1, 2, 3, 4

    Fahrettin Biçici, Tolstoy Gandhi Mektuplaşmaları, Vakıfbank Kültür Yayınları

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.