Harf ve Dil Devrimi

Harf ve Dil Devrimi
  • 1
    0
    0
    0
  • Bu devrimi anlamak için en ince detayına kadar bilmek ve daha önceleri neler olduğuna dair değerlendirmeler yapmak gerekiyor. Alfabe, “bir dilin seslerini gösteren, belirli bir sıraya göre dizilmiş belli sayıda harflerin bütününe verilen ad” şeklinde bir sözlük açıklamasına rastlıyoruz. Harf ise, “dildeki bir sesi gösteren ve alfabeyi oluşturan işaretlerden her biri.”

    Atatürk’ün bildiği bir şey vardır ki o da tüm Türk coğrafyasının tarihinde dilin ayrı bir zenginliği vardır. Tarihte Göktürkler, Selçuklular ve Osmanlılar da halk dili Türkçeydi. Türklerin İslâm’ı kabul etmelerinden sonra çok fazla Arapça-Farsça karışımı kelimeler birikti ve sonrasında Osmanlıca dediğimiz karma bir dil ortaya çıktı. Arapça-Farsça kelimelerin zamanla resmî işlerde kullanılması  Türkçeyi sadece halkın konuşmasına sebep açtı. Arapça-Farsça'yı halk anlamıyordu. Mesela dönemin şairlerini de okuduğumuzda anlam çıkaramayız. Buraya Nefi’nin bir şiirini örnek göstereyim:

                “Girdi miftah-ı der-i genç-i ma’ani elime,
                Âleme bezl-i güher eylesem itlaf değil
                Levh-i mahfuz-ı sühandır dil-i pak-i Nefi
                Tab’ı yaran gibi dükkançe-i sahaf değil.

       Gördüğünüz gibi pek anlaşılır değil, bir de Karacaoğlan’ın Türkçe yazdığı bir şiiri aktarayım:

                “Nedendir de kömür gözlüm nedendir?
                Şu gece ki benim uyumadığım
                Çetin derler ayrılığın tadını
                Ayrılık derdine doyamadığım

    Osmanlı Devleti, 16. yüzyıldan itibaren Arapça ve Farsçanın hâkimiyeti altına girmiş ve eğitim verilen medresenin dili Arapça olmuştur. Enver Ziya Karal, Arapça ve Farsçanın dilimize girişini şu şekilde anlatıyor: “Örneğin Türkçede ‘baş’, ‘göz’, ‘yüz’, ‘dil’, ‘el’ sözcükleri durup dururken (onların yerini) ‘re’s’, ‘çeşm’, ‘vech’, ‘lisan’, ‘yed’ sözcükleri almıştır. Öte yandan Arapça köklerden, Arapların bile kullanmadığı anlamda kimi sözcükler uydurularak dilimize sokulmuştur. Okumaktan ‘okul’ sözcüğünün yerine, Arapçadan Arapların ‘yazıhane’ anlamında kullandıkları ‘mektep’sözcüğü uydurulmuştur. Bu sözcüklerin çoğulları da Türkçeye yabancı Arapça ve Fars dili kurallarına uygun olarak düzenlenmiştir.

    Dilin zenginleşmesi insanın hem tarihini hem de kültür/sanatını bilmesiyle ve o edebî şuurla hareket etmesiyle olur. Bu konuda insanımızın çokça kitap okuması ve kendini geliştirmesi lazım. Türkçemizin değerini en iyi şekilde anlamak ve anlatmak zorundayız. Atatürk’ün dediği gibi: “Türk milletinin dili Türkçe'dir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yüceltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir.”   

    Harf devrimiyle başlayan cehalete karşı açılan savaşın sebebi sadece okuma-yazma öğretmek değildir. Adeta batının oyunlarına karşı engin ve bilge bir gençlik bırakmaktı. “Atatürk, (…) ulusal Türk devletinin bir tarih dayanağı olmasını düşünüyordu. Bunun çözümünü ne İslâmcı ne Osmanlıcı ne de Turancı yaklaşımlarla ne de Türk düşmanlığını en yükseğe çıkaran Batı taklitçiliğinde buluyordu. Yeni bir tarih görüşünü Türk’ün kendisinin bulup geliştirmesi zorunluluğu ile karşı karşıyaydı. Wells’in tarihinde böyle bir görüşün tohumları vardı.

    Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen harf devrimini değerlendirirken Osmanlı’dan yola çıkmak gerekir. Atatürk’ün kafasında şekillenen bazı devrimlerde Osmanlı izi çoktur. Selanik merkezli çalışan Genç Kalemler, Türk Yurdu, Halka Doğru ve Türk Özü gibi dergilerin yanı sıra Enver Paşa’nın kullandığı Hatt-ı Cedid yazısı bir harf devrimi fikridir. Bundan da önceye gidersek 1700’lerde Hatice Sultan, ressam Melling ile Latin alfabesiyle Türkçe konuştuğu doğrudur. Aynı zamanda Sultan II. Abdülhamit, “Halkımızın büyük cehaletine sebep, okuma yazma öğrenimindeki güçlüktür. Bu güçlüğün nedeni ise harflerimizdir. (…) Belki bu işi kolaylaştırmak için Latin alfabesini kabul etmek yerinde olur” diyerek bir harf reformunun gerekli olduğunu ifade etmiştir. 

    Arap harflerinin en temel sıkıntısı Türkçeye hiç uygun olmamasıydı. Sesli ve sessiz harf bakımından Türkçeye hiç mantıklı gelmeyen Arap harflerinin kalkmasıyla sesli ve sessiz harf sorunu da çözülmüş oldu. Osmanlıca yazılan “öldü” kelimesi cümlenin gidişatına göre “oldu” olarak tercüme edilebilir. Bu tür yanıltmalardan kurtulmak adına uzun zaman çalışmalar yapılmış ve 1928’de harf devrimiyle halk okuma-yazma öğrenmiştir. 

    İnkârcıların bazı tezleri mevcuttur. Anlatılana göre biz bir gecede cahil kalan bir milletmişiz (!) Bitlis, Van, Amasya, Bayazıt, Gümüşhane, Siirt, Aksaray, Kırşehir, Mardin, Hakkâri ve Yozgat illerinde okuma-yazma oranı en yüksek %0,64’tür. Sinop, Malatya, Erzurum, Kars, Rize, Bursa, Çorum, Afyonkarahisar, İçel, Çankırı, Trabzon, Kütahya, Kayseri, Niğde, Cebelibereket, Kastamonu ve Antalya’da ise en yüksek %1.88’dir. Gaziantep, Ş. Karahisar, Konya, Erzincan ve Burdur’da en yüksek %2.26’dır. Bolu, Samsun, Adana ve Balıkesir’de en yüksek %3.83’tür. Mersin’de, %4.56’dır. Eskişehir, Ankara, Isparta, Tekirdağ, Kocaeli ve Kırklareli’nde en yüksek %5.77 olmakla beraber hüzün dolu bir tabloya rastlıyoruz. Bu istatistik 1927’deki Nüfus Sayımı’na göre çıkarılmıştır. 


    Mustafa Köse, 1927 Nüfus Sayımı ve Sonuçlarının Değerlendirilmesi, s.174'ten aktaran; Sözcü, 25 Ocak 2021.

    Başka bir istatistik;

    Türkiye İş Bankası Yayınları, Cumhuriyetin İlk Sayımı, 2023.

     

    Tam olarak kesin bir biçimde istatistik çıkarılamamıştır. Araştırmacılar başka sonuçlar bulmuştur ama her hâlükârda okuma-yazma seviyesi çok düşüktür. İşte bunun için insanları eğitmek ve okutmak gerekiyordu. Bundan dolayı Harf Devrimi yapılmıştır.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.