İçinde bulunduğumuz postmodern çağ, bu zamana dek süregelen çeşitli anlayışların yeniden tanımlanmasını gerektiriyor. Yapay zeka, dijitalleşme, sanal dünya, metaverse vb. teknolojik gelişmeler, hiçbir şekilde gözardı edilemeyecek bir boyuta ulaşmış bulunuyor. Dolayısıyla postmodernizm, çağımızın aşılması gereken en mühim sorunu olarak karşımızda duruyor. Postmodernizm'in bugünkü durumunu daha iyi kavramak ve insanlık açısından nasıl küresel bir buhrana sebep olduğunu ortaya koymak için, öncelikle postmodernizm öncesi çeşitli felsefi sistem ve kuramların tarihsel sürecini bilmek zorundayız. Çünkü bir şeyin hakikati, o şeyin tarihsel bağlamı olmaksızın anlaşılamaz. Bundan hareketle postmodernizm öncesi batı düşünsel tarihine kısaca gözatmakta fayda var. Batı'da esas olarak Aydınlanma ile beraber çözülmeye başlayan Tanrı fikri, Tanrı'nın fonksiyonunu icra etmeye kalkışan birçok felsefi sistem ve kuramın ortaya çıkmasını sağladı. Her sistem, kendi içinde bir yetkinlik barındırıyordu. Ne var ki bu sistemlerden ve kuramlardan hiçbiri, varlığı bütün anlamı ile kuşatacak evrenselliğe sahip değildi. Çünkü bu sistemlerin temeli, özne - nesne ilişkisinin yapılandırılmasına dayanan “epistemolojik köprü sorunu” na dayanıyordu. Bu sistemlerin tümü, kısa sayılabilecek bir süre içerisinde ya yerine daha iyi bir sistemin geçmesi ile ya da bir kriz sebebiyle geçerliliklerini yitirdiler. Bu bağlamda, 20. yüzyılda zuhur eden birinci ve ikinci dünya savaşları ile çeşitli kültürel ve etnik katliamlar türünden krizler, tam da bu zamana denk gelen Postmodernizm'in ortaya çıkmasını ve bundan önceki felsefi sistemlerin ve kuramların Postmodernizm paradigması çerçevesinde sorunsallaştırılarak geçerliliğini kaybetmesini sağladı. Böylelikle postmodernizm, hem önceki sistemlerin bir bileşimi olarak, hem de onları ortadan kaldırarak insanlığın egemen felsefi sistemi haline geldi. 

Postmodernizm, anlamın ve hakikatin yok olduğu, değerlerin metamorfoza uğrayarak eridiği, insanlığın ahlakî ve felsefi olarak çöktüğü bir dekadans süreci. Postmodernizmin en belirgin özelliği, uykuda oluşun farkında olunmaması. Postmodernizm, varlığın ve hayatın belirli ve tutarlı bir çerçeve içerisinde anlaşılmasını sağlayan “Ontolojik Bütünlük Fikri” yerine her şeyin izafileştiği “Epistemolojik Parçalar Sistemi” ni sunar. Bu süreç, paradoksal ve çift katmanlı bir biçimde ilerler. Bir yandan her şeyin “izafileşmesi”, öte taraftan izafileşen her bir şeyin “mutlaklaşması”. Buna, “eş-zamanlı diyalektik” de diyebiliriz. Bu “eş-zamanlı diyalektik”, Freudyen “Bilinç-altı”ndan Baudrillard'ın “Simülasyon” una kadar postmodern hayatın her alanında bir anlam krizine sebep olur. 

Postmodernizm ve Görüntü-İmaj

Çağımız, imajın egemen olduğu bir çağ. İmaj, postmodern kavramlardan biridir. Kişinin algı yoluyla öğrenmesini ifade eder. Postmodernizm, İmaj ile hakikat arasındaki belirgin sınırı kaldırarak bu ikisinin fonksiyonunu bulanıklaştırmıştır. İmaj ve görüntünün postmodern birey üzerindeki egemenliği, postmodernizm'in metamorfoz'u ile paralellik arzeder. İmaj'ın postmodern bireyler üzerinde bir davranış biçimi halini alması, İmaj'ın sadece teknolojik bir işlev görmeyip aynı zamanda günlük yaşama sirayet ettiğinin en bariz örneğidir. Şairin “İnsanın gölgesiyle tanımlandığı bir çağ” sözü, tam da bu hakikate işaret eder. 

Postmodernizm, Görüntü'nün algılanması aracılığıyla kendini dayatır. Bu algı, İmaj'ın oluşmasını sağlar. İmaj ise, postmodern bireyi imal eder. Postmodernizm'in görüntüyü kullanarak onu bir silah haline getirmesinin en imajinatif örneği, “Popüler Sinema” dır. Bu bağlamda sadece Popüler Sinema’nın etkisini düşünmek bile, Postmodernizm ile Görüntü- İmaj arasındaki ilişki'ye dair ilham verici bir malzeme sunar. 

Postmodernizm ve İnsan

Postmodernizm, temel olarak insan'a birey ve toplum bakımından olmak üzere iki yönden nüfuz eder. Postmodernizm'in bireysel olarak insan'a nüfuz etmesi “hedonizm” (hazcılık) yoluyladır. Hedonizm, insanı sınırsız bir çılgınlığa teşvik ederek onu her şeyin merkezine koyar. Bu, insanda aşırı bir öznellik ve bencillik halinin ortaya çıkmasına sebep olur. Hedonizm'in en büyük çıkmazı, insanı bir yandan sınırsız taleplerin ve hobilerin muhatabı kılarak onu bir ‘ego-özne’ yapması, öte taraftan onu, kendisini diğer özneler üzerinden tanımlayan bir ‘nesne’ haline getirmesidir. Bu ikircikli ruh hali, hedonizm handikap'ında sıkışıp kalan çağımız postmodern insanı’nın paradoksal bir sorunudur. 

Postmodernizm'in toplumsal düzeydeki diğer bir ayağı ise, “konformizm” dir. Konformizm, anlam olarak “Uyuşma” ya da “Uyumluluk” demektir. Konformizm, toplum’u, kendisinin ürettiği metalar ve belirlediği yaşam tarzı üzerinden bir tür hiyerarşik bir yapı kurarak yönetir. Postmodern toplum'un bu hiyerarşik yapısı, tarih boyunca varolan çeşitli hiyerarşik yapılardan farklı olarak sürekli bir değişkenlik durumu arzeder. Esasında bu yapıya yön veren şey, “moda” dır. Postmodern birey, ancak bu modaya ayak uydurarak postmodern toplumda arzuladığı konuma ulaşabilir. Postmodern toplum, her ne kadar özgürlük söylemleri ile bir koyun sürüsü olmayı ve güdülmeyi reddetse de, aslında az önce söylediğimiz durumlardan da anlaşılabileceği gibi, hakikatte bir koyun sürüsüdür. Postmodern toplum'un “uyumluluk mekanizması” öylesine sağlamdır ki, bu toplum içinde kendini postmodern toplum'un konformizm'inden uzak tutmaya çalışan bir birey, toplumdan git gide soyutlanarak yabancılaşır ve bu yabancılaşma hali onu, yeniden postmodern sistemin uyumluluk mekanizmasına endeksler. 

Postmodernizm ve insanın anlam krizi'ni aşmanın yegane yolu, İslamî bir paradigma çerçevesinde varlığı kuşatacak bir şuura sahip olmaktır. Böylelikle, hem postmodernizm'in insan ile varlık arasında ördüğü yapay duvarların kaldırılması, hem de insanın bir ‘Bütün’e bağlanarak varlığı anlamlandırması mümkün olacaktır.