Boş Dolaplar

Boş Dolaplar
  • 0
    0
    0
    1
  • “Hayat içimde ölüyor, karnımda. Ne zaman oldu, nasıl oldu?”


    Kitabın ilk sayfaları kürtajla başlıyor.

    Yirmi yaşında üniversite öğrencisi Denise Lesur’un kürtaj anına kadar adının önüne geçen bir sürü sıfatı olmuştu. Ailesinden gelen, okulundan kaynaklı, karakterinden kaynaklı sıfatlar. Ama şimdi kimdi? Bir suçlu, yaptığının cezasının çeken bir kaçak mı? 

    Denise, ailesi de dahil herkesten hoşnutsuzdu. Herhangi bir kesimi ayırmıyor hepsinden aynı derecede nefret ediyordu. Ailesinden, ailesinin çevresinden, arkadaşlarından, okulundan, öğretmenlerinden…

    Denise ne zaman bu hale gelmişti yoksa hep mi böyleydi? Büyük bir hoşnutsuzluk, mutsuzlukla mı dünyaya gelmişti?

    Hayır, kimse o şekilde dünyaya gelmezdi ki..

    Denise kötü yapılan kürtajın etkileri altında artık bunları sorguluyordu. Yüzünü geçmişe dönerek, anılarında kaybolarak…


    Bakkal-kafe sahibi ailenin bir kızı olan Denise çocukluğunu mutlu hatırlıyor. Onca kalabalığın arasında, evi olmuş bakkal- kafede çocuksu, muzip ve mutlu. Anne babasının meşguliyetinin verdiği özgürlüğe, işlerinden kaynaklı elde edilen bolluk/berekete ve işyerine gelen çeşit çeşit insanların hikayelerine sahipti. 

    Ebeveynleri ahlaklı, kendilerince sevgi dolu insanlardı. Denise eskiden onları severdi hatta onlar, onun ilk kahramanlarıydı. Ancak yavaş yavaş bu düşünce silindi ondan. Birden olmamıştı, süreç içinde gerçekleşivermişti işte.

    Denise için içinde olduğu ve bildiği dünya ile daha sonra adım attığı dünya birbirinden çok farklıydı. Bir tarafta kendi kaba saba dünyası vardı. Bir tarafta ise anlamlandıramadığı süslü kelimelerin, kuralların olduğu bir dünya vardı. Ayrım çok keskindi ve Denise bocalıyordu. Bilmediği bir dünyada kurallara uyması bekleniyordu ve kimse ona bir şey anlatmamıştı..


    Denise ailesinin ve kendisinin yaşadığı dünyayı idrak etmenin acı farkındalığını yaşıyor. O ve ailesi farklıydı diye düşünüyordu. Ne o vasat dünyaya aitlerdi ne de o şatafatlı dünyaya ama farklılardı işte…

    İnsan başka bir ortama girene kadar içinde bulunduğu ortamın eksilerini artılarını görmekte zorlanır.Denise de tam olarak bunu yaşıyordu.. Ne zaman farklı bir dünyaya adım attı işte o zaman gerçekler yüzüne çarptı. Ve artık dehşet verici bir korkuya kapılmıştı. Ailesi gibi olmaktan korkuyordu.


    Denise’ in ikilemi bir çocuk için yaşaması en güç şeylerden biriydi. Ailesinden nefret ediyordu ama bir yandan da etmiyordu. Ailesini suçluyordu ama onlar kendilerince ellerinden geleni yapıyorlardı. Aslında onlara teşekkür etmesi gerektiğini biliyordu ya da öyle hissediyordu. Ancak yapamıyordu. Denise’in onlarda sevmediği ne varsa isteyerek yaptıkları şeyler değildi aslında . Denise gibi onlar da  ‘o’ dünyanın içine doğmuşlardı ve Denise’in aksine onlara başka dünyayı tanıma fırsatı da sunulmamıştı.


    Ne kendisini bulabilmişti ne de buna izin verilmişti. Kendisi olmaya, kendisini keşfetmeye izin yoktu. Ahlak, edep,namus, cık cık, kızsın sen sesleri yükseliyordu her yerden. Denise’in üstüne görünmez bir leke gibi yapışmıştı şu düşünceler . O farklıydı, kötüydü…

    Olmamışlık, becerememiş ve yabancılık hissi Denise’in her bir yanını sarmıştı.


    Deli dolu küçük bir kızın yaşam enerjisini nasıl kaybettiğini, tam olarak hangi noktada o küçük kızdan uzaklaştığını anlayabilir miydik? Tek bir şeye mi bağlıydı bu yoksa birçok şeye mi? Kim suçlanır böyle durumlarda? Aile mi , toplum mu kişi mi? 


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.