Joseph, resim yapmaya çocukluk yıllarında başlamıştı. Ancak on yedi yaşında, kendini ressam olarak tanımladığı bir dönemde, ressamlığı bırakma kararı aldı. Henüz hayatının başlangıcında, yapabileceklerini tam anlamıyla bilemediği bir yaşta böyle bir karar almasının ardında ilginç bir sebep yatıyordu. Bir müze gezisi sırasında Mondrian’ın resimlerini gördüğünde bu kararı vermişti. O resimler sanatın zirvesiydi; sanat orada bitmişti. Üstüne kim ne koyabilirdi ki?
Joseph, sanatsal hayallerden basit bir hayata geçiş yapmayı şaşırtıcı derecede kolay buldu. Artık amacı iyi bir iş, evlilik ve çocuk sahibi olmaktı. Bir yetişkin, sorumluluk sahibi bir birey olacaktı.
Ancak Joseph, ileride hayatın zevk veren tüm yönlerine sırt çevirdi. Müzikten, resimden, sinema ve tiyatrodan, hayata renk katan her şeyden uzaklaştı. Bir süre bu durum onu oyaladı. Kendini kötü hissetmiyordu; çünkü ona göre yetişkinler böyle yaşardı. Çalışır, işe gider ve “yararlı” olmaya çabalardı. Avukat olarak çalışıyordu, ama gerçekten ne kadar yararlı olduğu tartışılırdı.
Joseph’in hayatında ilk büyük değişiklik, anne babasının ölümüyle başladı. Gelen miras, ona çalışmasa bile rahatça yaşayabileceği bir hayat sundu. İlk adımını atarak işinden istifa etti. Ancak bu yeni hayatında kendini kırk yaşında bir bebek gibi hissediyordu. Her şeyi yeniden keşfediyor, küçük şeylerden mutluluk duyuyordu. Sabahları artık mutsuz değil, heyecanlı bir şekilde uyanıyordu. Yolda güzel bir çiçek görmek bile onun için anlamlıydı.
Ne var ki insan her şeye alışır. Joseph de kısa sürede bu aşamaya geldi. Güzellikler hâlâ vardı, ama çirkinlikler de gözünden kaçmıyordu. Nereye baksa onları görüyordu. Bu bıkkınlık, onu şehri terk etmeye itti.
Joseph, bir kasabanın yakınındaki ormanın içinde bir eve yerleşti. Evin huzurlu atmosferine âşık olmuştu. Uzun yıllar bu evde sakin bir yaşam sürdü.
Ancak huzur dolu günler, Abel’in gelişiyle değişmeye başladı. Abel, 13-14 yaşlarında, verandasında uyuyakalmış bir çocuktu. Joseph, çocuğun varlığının evindeki huzuru etkileyeceğini hissetti, ama bu durumu pek sorgulamadı. Abel sessiz, sakin ve oldukça zeki bir çocuktu. Fazla konuşmasa da söyledikleriyle zekâsını belli ediyordu.
Başlarda Joseph, Abel’i sorgulaması gerektiğini ve onu bir yetimhaneye bırakmanın doğru olacağını düşünüyordu. Ancak zamanla bu düşünceden uzaklaştı. Abel’in varlığı, Joseph’i yalnız mutluluğunu paylaşabileceği birine duyduğu özlemin farkına vardırdı.
Abel, Joseph için sadece bir çocuk değil; bir arkadaş, bir dost olmuştu. Yaşlarının farklı olmasına rağmen, Joseph onunla iki yetişkin gibi sohbet ediyordu. Ancak zamanla Abel’in mükemmel görüntüsünde bozulmalar fark etmeye başladı. Ya Abel değişiyordu, ya da Joseph onun kusurlarını yeni yeni görmeye başlamıştı.
Joseph, yalnız mutluluğundan vazgeçerek Abel’le geçirdiği günlere öncelik vermişti. Ama bir süre sonra kendi hayatını, kendi benliğini özlemeye başladı. Abel, artık verandada uyuyakalmış bir çocuk değildi; Joseph’in hayatının merkezine yerleşmişti. Ancak Joseph, bu yeni düzene alışmakta giderek zorlanıyordu.
Joseph’in en büyük sınavı, iyilikten kötülük doğup doğmayacağını öğrenmek olacaktı. Sevginin her zaman olumlu duygular çağrıştırmadığını fark etmesi gerekiyordu.
Merhamet,empati, iyilik,sevgi… Bunları birine verdiğiniz zaman her zaman karşılığını alacaksınız diye bir kaide yoktu. Ve işte o zaman asıl mesele ortaya çıkıyordu. İstediğiniz sonucu alamadığınızda bu ‘güzel’ duygular nelere yol açıyordu?
Sevgi bazen kendini kötü hissettiren duygularla yan yana gelebilirdi. Birini sevmek, o kişinin her zaman bize iyi geleceği anlamına gelmezdi. Sevgi, insanı kör edebilir, ellerini kollarını görünmez iplerle bağlayabilirdi. Sevdiğimiz kişilerin olumsuz yönlerini görmezden gelmek bazen kendimize bile zarar vermemize yol açardı. Sevgiyle gelen güzel bağlılığı, sevgiyle gelen bağımlılıktan ayırt etmek gerekirdi. Sevginin olduğu yerde huzur ve mutluluk olmalıydı, kaygı ve korku değil. Doğru kişiyle sevgi, mükemmel bir şeye dönüşebilirken, yanlış bir kişiyle hayatı zindana çevirebilirdi.
Kralın Laneti, baştan sona akıcı bir şekilde ilerliyor. Ortalardan sona doğru gerilim ve heyecan giderek artıyor. Bir sonraki sayfayı çevirmek ve neler olduğunu öğrenmek için sabırsızlanıyorsunuz. Uzun zamandır bu kadar gerilerek okuduğum bir kitaptan keyif almamıştım. Kesinlikle şans verilmeli.
İyi okumalar.
Yorum Bırakın