“Benim Fransa’mı bilmek istediğinizden emin misiniz?”
“Mutluluk, derdim ben de Fabienne’e, insanın her gününü, dört gözle yarını, gelecek ayı, gelecek yılı beklemeden ve her gününü dün olmasına engel olmaya çalışarak durdurmaya uğraşmadan geçirmesidir. “
İki kadının hikayesi… Ancak biri yaşıyor, diğeri ölü.
Çocukken Fabienne’in fikirleri, Agnes’in fikirleri demekti. Bu, aynı şeyleri düşündükleri anlamına gelmiyordu. Daha çok, Agnes’in Fabienne’in görüşlerini olduğu gibi benimsediği anlamına geliyordu. Fabienne bu ikilinin gözü, kulağı hatta beyniydi. Fabienne söyler ve gösterirdi; Agnes dinler ve yapardı. Kendi dünyalarında yaşayan bu ikilinin pek çok eğlencesi vardı. Ancak uzun süre devam ettirdikleri en önemli eğlenceleri hikayeler yazmaktı. Agnes yazıcı, Fabienne anlatıcıydı. Hikayelerde yaşayanlardan çok ölüler vardı. Bu da pek şaşırtıcı değildi. Ne de olsa savaş zamanı büyüyen iki küçük kızdılar ve ülkelerinin pek bahsedilmeyen yüzlerini hikayelerine yansıtıyorlardı.
Her ne kadar anlatıcı ve hikâye yaratıcısı Fabienne olsa da yazılan ve basılan kitapta Agnes’in adı yer alacaktı. Küçük yaşta, taşralı bir kızdan beklenmeyecek bir şöhret de Agnes’in peşinden gelecekti. Hikâye yazma oyunu, birden ciddileşmiş ve kızlardan birinin hayatını kökten değiştirmişti.
“Ben talihliydim, çünkü Fabienne ben olmak istememişti.”
Fabienne bilinçsizce ya da bilinçli bir şekilde Agnes’e bir hayat vermişti. Oyun, gerçek hayatı şekillendiriyordu. Fabienne kendine yakıştıramadığı bir hayatı mı sunmuştu Agnes’e? Peki ya Agnes? Fabienne ne derse desin, gözü kapalı düşünmeden yapan Agnes için bu oyun fazla mı gelecekti? Onu ülkesinden, kendi kişiliğinden uzaklaştıran şey oyun olmaktan çıkar mıydı?
Zihinleri ilginç ve muhteşem çalışan iki kız… Biri düşüncelerini dışavuruyor, diğeri her şeyi kendi içinde yaşıyordu. Ancak bu, ikisinin de ne kadar özel olduğunu değiştirmiyordu. Belki kendilerinin ne kadar özel olduğunun farkında değillerdi, ama arkadaşlıklarını değerli kılan bir şey vardı: İkisi de birbirinin ne kadar özel olduğunu biliyordu.
Zaman, çocukların ve arkadaşlıkların yanında yer almıyordu. Zaman acımasızdı. Oyunlar biter, gerçek hayat başlardı. Kızlar bir ‘şeye’ sahipti. Ama dünya bunu onlara sunabilir miydi? Belki de dünyada herkese yetecek kadar adalet olsaydı…
Yorum Bırakın