Zihnindeki binlerce ses ile, dışarıdaki sisli havayı usulca süzdükten sonra, perdeyi kapayıp odanın kapısına yöneldi yazar. Duyduklarını hazmetmekte yine zorlanıyordu. Kapatamadığı eski defterler yine açılmıştı.
Evin dış kapısına vardığında kapıyı açtı ama bir an duraksadı. Gitmeli miydi gerçekten? Gitse bile, kalabileceği bir geçmişi var mıydı? Onca yıl kapanmayan defterlerin gölgesinde yaşamaktan yorulmuştu. Ama geri dönmek... Geri dönmek yüzleşmek demekti. Buna hazır mıydı?
Her zaman hızla indiği merdivenleri bu defa usul usul iniyordu, her adımda dizlerinin hafifçe titrediğini fark etti. Geri dönmek istiyordu, ama ayakları onu çoktan dışarı sürüklemişti.
Binadan tamamen çıktığında sisli hava yerini hafif çiseleyen bir yağmura bırakmıştı. Havanın soğukluğuna aldırış etmeden yürümeye başladı. Hava iyice kapanmıştı, havanın kapanması onu geçmişe götürmüştü bir şekilde. Aynı boğucu duygular esir almıştı yazarı. Bu esaret yıllarca bir türlü bitmiyordu.
Az sonra yağmur hızlanmaya başladı. Yağmur hızlandıkça adımları yavaşlıyordu sanki. Birkaç saniye olduğu yerde durdu "Yağmur bize gökyüzünün armağanı" sözü yankılandı zihninde. Kafasını gökyüzüne kaldırdı ve hoyrat yağmur tanelerinin yüzüne vurmasına izin verdi. Derin bir nefes aldı. Peki ya yağmur gerçekten bir armağansa? O zaman neden her damlası geçmişini hatırlatıyordu? Neden rahatlamak yerine boğuluyormuş gibi hissediyordu?
.
.
.
Tekrar yürümeye başladığında adımlarının onu nereye götüreceğini çok iyi biliyordu.
Yorum Bırakın