...Yazar, yabancının gözlerinden kaçamıyordu. O gözlerde bir şey vardı; tanıdık ama açıklayamadığı bir his. Telaşı sadece karşısındaki kişinin değil, o ânın taşıdığı ağırlıktan geliyordu.
"Beni bulacağını biliyordum." dedi yabancı, sesi hafif ama sanki çok şey anlatıyormuş gibi.
Yazar kaşlarını hafifçe çattı. Bulmak mı? O sadece denizin ve rüzgârın içinde kaybolmak istemişti.
"Seni tanıyor muyum?" diye sordu.
Ama asıl merak ettiği bu değildi. Neyi getirdiğini, neden burada olduğunu, neden içinde bir şeylerin kıpırdadığını öğrenmek istiyordu.
Yabancı hafifçe gülümsedi ama o gülümsemenin içinde hüzün vardı.
"Belki de hatırlaman gereken bir şeyi hatırlatmaya geldim." dedi.
Ve sonra gözlerini denize çevirdi, sanki söyleyeceklerini suyun yüzeyinde okuyormuş gibi.
Yazar, denizin derinliklerine bakıyordu. Sular hareket ettikçe, içinde bir şeyler yer değiştiriyor gibiydi. Hâlâ kaçacak bir yer arıyor muydu? Yoksa artık durup nefes mi almalıydı?
Yabancının gözleri hâlâ oradaydı. Ama bir anlığına, bir yanılgı gibi...
Bir esinti geçti, deniz biraz hırçınlaştı. O gözler... O bakış... Çok tanıdıktı. Ama aynı zamanda tamamen yabancı.
Yazarın içinden bir şeyler kopuyordu, ama adını koyamıyordu. Hangi duyguya tutunması gerektiğini bilmiyordu. Belki de tutunması gereken bir şey yoktu.
Sonra, bir an...
Bir göz kırpma süresi kadar kısa, ama bir o kadar derin bir anda...
Yabancı orada değildi artık.
Yazar ayaklarını tekrar toprağa bastı. Derin bir nefes aldı. Hava hâlâ çam ve deniz kokuyordu. Ama sanki biraz daha hafifti.
Ve artık neyi unuttuğunu hatırlıyordu.
Ama bazı şeyler kelimelere dökülmezdi. Bazı gerçekler sadece hissedilirdi.
Ve belki de en önemli olan buydu.
Yavaşça ayakkabılarını eline aldı ve yürümeye başladı. Denizin kenarında, dalgaların hafifçe sildiği kumların üzerinde...
Ardında bıraktığı izlerin rüzgarla kaybolmasını izledi. Sonra bir an durdu, geriye döndü.
Hiçbir şey yoktu.
Ama her şey oradaydı.
Ve o, artık yürümeye hazırdı.
Yorum Bırakın