MİHRİ HANIM: TÜRK KADIN RESMİNİN ÖNCÜSÜ
Meşrutiyet döneminden Cumhuriyet dönemi ile birlikte güzel sanatlar alanında yetişen Türk kadın ressamları, mesleklerinde önemli bir yere sahiptir. Bu alandaki öncü isimlerden biri de Mihri Hanım’dır.
Mihri Hanım, dönemin diğer kadın sanatçılarından öne çıkar. Nuriye ve Celile gibi, biri gravür, diğeri pastel ve yağlı boya ile eserler üretmiş olsa da, Mihri Hanım’ın sanatı daha derin ve kapsamlıdır. Nuriye, 1906’da Paris’e kaçtıktan sonra çok fazla eser üretmemiş, Celile ise tekniği açısından Mihri Hanım’a ulaşamamıştır. Bu sebeple, Türk kadın ressamları arasında Mihri Hanım’ı birinci sıraya koymak gerekir.
Mihri Hanım’ı öne çıkaran diğer bir unsur ise, Sultan Reşat döneminde, Türk kızlarına ilk kez kapılarını açan Güzel Sanatlar Okulu’nun ilk kadın profesörü olmasıdır. Sanat hayatı boyunca İstanbul, Roma, Paris ve son olarak Amerika’da pek çok tanınmış kişinin portresini yaparak uluslararası alanda tanınmış ve Türk kadın ressamlığının öncüsü olmuştur.
MİHRİ HANIM’IN AİLE ÇEVRESİ
Mihri Hanım, Askeri Tıbbiye’nin ünlü hocalarından Mehmet Rasim Paşa’nın kızıdır. Bazı eski belgelerde ve aile yakınlarının mektuplarında, kendisinden "Tıbbiye Nazırı" veya "Tıbbiye Reisi" olarak söz edilir. Mehmet Rasim Paşa, dönemin tanınan ve saygı duyulan bir figürüydü. Çamlıca’da bir köşkü ve Kadıköy Bahariye semtinde bir konağı vardı. Hatta bu konağa yakın olan sokağa bir dönem "Dr. Rasim Paşa" adı verilmiştir. Mihri Hanım, işte bu sokakta doğmuştur. Eskiden kullanılan Rumi takvime göre 26 Şubat 1301 tarihinde doğan Mihri Hanım’ın, miladi takvime göre doğum yılı ise 1886’dır.
Aydın bir kişilik olan Rasim Paşa, kızlarını alafrangalık akımına uygun bir şekilde, yabancı mürebbiyelerle büyütmüştür. Bu dönemde Mihri’nin edebiyat, müzik ve özellikle resme olan yetenekleri belirginleşmeye başlamıştır. Ancak, bu yeteneklerden önce edebiyat ve müzik bir kenara bırakılarak, resme olan olağanüstü eğilimi ön plana çıkmıştır. Mihri Hanım’ın bu alandaki başarısı, Saray Ressamı Zonaro’nun dikkatini çekmiş ve Zonaro, Mihri’ye özel dersler vermek için atölyesine davet etmiştir. Zonaro’nun verdiği dersler, Mihri Hanım’da Batı sanatına duyduğu ilgiyi ve özlemi filizlendirmiştir.

MACERA DOLU BİR YAŞAM
Padişahlık döneminde, bir Türk kızının resim eğitimi almak için Avrupa’ya gönderilmesinin toplum tarafından yadırganacağı ve bu anlayışa ters düşeceğini bilen Mihri Hanım, genç yaşlarda bir macera arayışıyla yurt dışına kaçtı. Roma’dan sonra eğitimine sanat dünyasının merkezi kabul edilen Paris’te devam etti. O dönemde olduğu gibi, bugün de ressamların buluşma noktası olan Montparnasse’a yerleşti. 52 Boulevard Montparnasse'ta kiraladığı yeri, hem ev hem de atölye olarak kullandı. Portreler yaparak geçimini burada sürdüren Mihri Hanım, yaşamını sürdürebilmek için evinin bir odasını kiraya vererek maddi katkı sağladı.
Bir gün, Sorbonne’da Siyasi Bilimler eğitimi gören Müşfik Selami Bey, Mihri Hanım’ın kiracısı oldu. Müşfik Selami Bey, Bursalı Selami Paşa’nın oğluydu. Kiracı-ev sahibi ilişkisinin başladığı bu dönemde, aralarında kısa bir süre içinde duygusal bir bağ oluştu. 4-5 yaş farklarına rağmen, sefaret imamının kıydığı nikahla mutlu bir evliliğe adım attılar.
Ancak, Paris’in çekici ve bohem hayatına kendilerini kaptıran genç çift, Türk kolonisinde içkiye düşkün bir çift olarak tanınmaya başlandı. Yurda döndüklerinde de, Paris’teki yaşamlarını sürdürdüler. 1920’lerin sonlarına doğru, aralarındaki kıskançlıklar ve dedikodular, Mihri Hanım’ın ikinci defa yurttan kaçmasına ve Müşfik Bey ile evliliklerinin temelden sarsılmasına sebep oldu.
SANAT HAYATININ PARLAK DÖNEMİ: PARİS’TEN İSTANBUL’A KAYAN BİR YILDIZ
Balkan Savaşından sonra, Fransızlarla bir borç anlaşması yapabilmek amacıyla Paris’e giden dönemin Maliye Nazırı Cavit Bey, Türk elçiliğindeki bir resepsiyon sırasında, Ressam Mihri Hanım’la tanıştı. Nazır, İttihat ve Terakki Hükümeti’nin batıya dönük eğitim sistemi uyguladığı bir dönemde, böyle yetenekli bir kadından yararlanmanın gerekliliğini fark etti ve bu önerisini bir telgrafla Maarif Nazırı’na iletti. Bu sayede, Mihri Hanım İstanbul’daki Darülmuallimat Kız Öğretmen Okulu’na Resim Öğretmeni olarak atandı.
O dönemde Türk kızlarının katıldığı en yüksek öğretim kurumu Kız Öğretmen Okulu’ydu. Paris’te kazandığı bilgi ve tecrübe birikimi, tatlı üslubu ve insancıl yaklaşımıyla Mihri Hanım, tüm öğrencilerini etkileyen ve sevgiyle takdir edilen bir öğretmen oldu. Hatta, eğitim hayatından sonra evlenip kız çocukları doğuran öğrencilerinin birçoğu, kızlarına ‘Mihri’ adını verdi. Böylece, öğrencilerinin gönlünde unutulmaz bir iz bırakan Mihri Hanım, adı yıllar boyu hatırlanan ve sevilen bir figür haline geldi.

İLK KADIN PROFESÖR VE İNAN SANAYİ MÜLKİYETİ, NEFİSE MEKTEBİ’NİN AÇILMASI
Türk kızlarının yükseköğrenim görmelerini ve özellikle Güzel Sanatlar alanındaki yeteneklerini geliştirmelerini sağlamak amacıyla, Sultan Reşat döneminde (Birinci Dünya Savaşı’na girdiğimiz ilk yıl) ‘İnan Sanayi-i Mektebi’ açıldı. O dönemin tutucu ortamı göz önünde bulundurularak, bu Güzel Sanatlar okuluna bir kadın öğretmenin atanması uygun görüldü. Mihri Hanım, 1914 yılında Beyazıt’taki bir kız okulunun tek odasında, Ömer Adil Bey ile birlikte göreve başladı. Türk kızlarına güven veren kişiliğiyle Mihri Hanım, bu okula büyük bir ilgi ve rağbet kazandırdı.

ŞAİR TEVFİK FİKRET - RESSAM MİHRİ HANIM DOSTLUĞU
Resme olduğu gibi, küçük yaşlardan itibaren şiire ve edebiyata eğilimli olan Mihri Hanım, bu alanlarda derinleşmemiş olsa da onlardan uzak kalmamıştır. Paris'ten İstanbul'a döndüğü günlerde, Tevfik Fikret, Rıza Tevfik ve Hüseyin Cahit'in portrelerini yaparken, renkli bir edebiyat atmosferi içerisindeydi.
Ancak, Şair Tevfik Fikret ile dostluğu unutulmaz anılarla doludur. Bunun başlıca nedenlerinden biri, Tevfik Fikret'in de fırça kullanması ve portreler yapmasıydı. Tevfik Fikret, Mihri Hanım'ın en güçlü tanıtıcı ve takdir edeni olmuştur.
Ruşen Eşref, 1918'de yayımladığı Tevfik Fikret ile ilgili anılarında, şairin Mihri Hanım’ı nasıl övdüğünü aktarır. Ünlü şair, Mihri Hanım’ı Ruşen Eşref’e şöyle tanıtır:
"Yukarıda bir hanım var. Resimler yapıyor. Bilseniz, Rübab’ı o kadar güzel yorumluyor ki, yazdıklarım bu kadar anlamlı mıymış, diye şaşıyorum."
Ardından Tevfik Fikret, Mihri Hanım’ın yaptığı portresini Ruşen Eşref’e göstererek:
"Bakın, bu ne güzel! Benim başımı olağanüstü çizmiş. Şöyle, buruna doğru geldikçe incelen bir baş!" der.
Tevfik Fikret, 5/6 Ağustos 1915 gecesi öldüğünde, Mihri Hanım (siyah bir kelebek gibi, şairin mateme bürünen ilhamı gibi) siyah çarşaf giyerek gelmiştir. Tevfik Fikret’in eşinden aldığım bilgiye göre, şairimizin ölümünün ardından, odasına ilk giren Mihri Hanım olmuş, hıçkıra hıçkıra ağlayarak şairin üzerine kapanmış ve batıda yapıldığı gibi, yüzünün kalıbını almıştır. Bu sanırım Türkiye’de yapılan ilk masktır.

ATATÜRK’ÜN PORTRESİ
Kurtuluş Savaşı'nın destanlaşan sonuçları, Cumhuriyet'in temellerini atmaya başladığı günlerde, Mihri Hanım, büyük bir coşku ile Mustafa Kemal'in portresini yaptı. Yunan askerlerinin denize dökülmesinin ilhamıyla, Mustafa Kemal’i Mareşal üniformasıyla canlandıran bu tablo, Mihri Hanım tarafından Çankaya’ya götürülüp Başkumandana sunuldu.
Sonraki yıllarda, Yugoslavya Kralı Aleksandr’a hediye edilen bu tablonun akıbeti hakkında yaptığımız araştırmalar ve yazışmalardan somut bir sonuç alınamadı. Bazı tahminlere göre, 2. Dünya Savaşı'nda Belgrad’daki sarayın bombardımanı sonucu harap olmuş ve bir köşeye atılmıştır. Günümüzde elimizde yalnızca baskısı yapılmış bir fotoğrafı bulunmaktadır.

AKADEMİDEN, EŞİNDEN VE YURDUNDAN KOPUŞ
Batı uygarlığı paralelinde gelişen ortamdan esinlenerek, Güzel Sanatlar Akademisi'nin kızlar bölümü oluşturuldu ve bu bölüm, ‘İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’ adıyla açıldı. Sonrasında, erkek bölümü ile birleştirildi. Mihri Hanım, Ömer Adil, Çallı, Hikmet Onat, Nazmi Ziya, Namık İsmail ve Feyman’larla sürdürdüğü hocalığının acı ve tatlı anılarını Boğaz’ın mavi sularına bırakıp yurdunu terk etti.
Mihri Hanım'ın Roma ve Paris’ten yakın akraba çevresine gönderdiği bazı özel mektuplar arşivimizdedir. Bu mektuplar genellikle kişisel ve ailevi konuları içerdiği için, kapsamlarından burada bahsetmek istemiyorum. Ancak, Mihri Hanım’ın yurdundan ve kocasından kopuşunda, eski İttihat ve Terakki Partisi ileri gelenleriyle olan yakın ilişkisi ve onlardan bazılarının takibata uğramasının, kendisine kadar bir uzantısının olabileceği düşüncesine kapıldığı anlaşılmaktadır.

VATİKAN’DA ŞAŞIRTICI BİR OLAY: PAPA’NIN POZ VERDİĞİ KADIN BİR RESSAM!
Mihri Hanım, ikinci kez kavuştuğu Roma'da, 65 Via Farmia adresinde, öğrencilik yıllarının anılarını hatırlayarak ve portreler yaparak uzun süre yaşamını sürdürdü. Her zaman ünlü kişileri konu olarak seçti. İtalyanların milli kahramanı ve şairi Gabriel d'Annunzio'nun portresini yaparken, bu iş bir dostluğa dönüştü. D'Annunzio, Mihri Hanım'ı Papa'nın huzuruna çıkarmayı teklif etti. Onu onurlandırmak için, dostu olan Papa'nın portresini yaptırmak istedi.
Başlangıçta, Papa bir kadına poz vermenin işgal ettiği makamla bağdaşmayacağını, özellikle bir Müslüman kadına poz vermenin Katolik dünyasında hoş karşılanmayacağını belirtti. Ancak, d'Annunzio'nun etkisiyle Mihri Hanım, birkaç kez Vatikan'a kabul edilerek Papa'nın portresini yaptı ve karşılığında büyük bir ücret aldı.
Ne yazık ki, bu portre yalnızca yeni Papa'nın seçimine kadar Vatikan Müzesi'nde kalabildi. Sonunda, izi ve kaydı bilinmeyen bir köşeye atıldı.

SON DURAK: AMERİKA
Mihri Hanım, güzelliği ile tanınan kız kardeşi Enise Salih Hanım’ın eşinden ayrılarak İsviçre’deki Bale Sanatoryumu’nda veremden ölmesinin ardından, ilk resim dersini verdiği yeğeni Hale Asaf’ın 1938 yılında Paris’te kanserden hayatını kaybetmesi üzerine, Roma’dan sonra Paris’te fazla kalamadı. Ömrünün geri kalanını başka bir dünyada, Amerika’da geçirmek istedi. New York, Boston, Washington ve Chicago’da zaman geçirdi. Fırçayı tutan yaşlı elleri titremeye, Marmara’dan rengini alan mavi gözleri ise yavaşça solmaya başladı. Orada bir süre üniversitelerde resim profesörlüğü yaptı. Zengin Amerikan ailelerine özel dersler vererek yaşamını sürdürdü. Ancak içimizi burkan bir yoksulluk içinde, bu ünlü fırça kırıldı ve o renkli gözler gurbet elde kapandı. 1954 yılında kimsesizler mezarlığına defnedildi.

MİHRİ HANIM’IN YURTTAN KOPTUKTAN SONRA, GURBETTEN GÖNDERDİĞİ BİR MEKTUBUNDAN PASAJLAR
(… Senelerce çalışmakla ben neye muvaffak oldum? Hiç.. Üstelik sıhhatimi kaybettim. Vaktiyle ‘’Herkül’’ idim. Şimdi merdivenleri çıkamıyorum… San’at beni bu hale koydu.. Hele gözlerim hiç görmüyor. Çifte çifte gözlük kullanıyorum.. Parasızım. Bizim gibi -Avrupa’ya nazaran- geri kalmış bir memlekette san’at karın yolu kadar, güç bir yol yoktur. Bizimkisi, fazla fedakarlık isteyen bir meslek..
…Bugün bana, gençliğimi hediye etseler, bu meslek uğruna çektiklerimi, çekmek korkusundan, reddederdim! Çektiğim meşekketleri bir ben bilirim, bir de Allah bilir..
…Her sanatkar, karşısındaki sanatkarı, daima, kendisinden aptal görür! O’nun on senede yaptığını, kendisinin bir senede yapacağını sanır. Bir iki yıl içinde, hayatını kurtaracağına, köşeyi döneceğine emindir! Heyhat ve yine heyhat!. İşte sanatın esrarı buradadır. Sanatkarın yolu, yürüdükçe uzar gider…
…Bizim ailenin yegane hususiyeti, inadındandır. Ben her şeyde olduğu gibi sanat hayatım boyunca, inadımla yaşadım.. Bugün, buna, bin kere pişmanım.
…Son günlerde aklımı pek toplayamıyorum. Bitabım.. Sol tarafıma elektrik masajları yapılacak. Pek ziyade ıztırap içerisindeyim…)

MİHRİ HANIM HAKKINDA TAMAMLAYICI BİLGİLER
Mihri Hanım ile Müşfik Selami, 1922 yılının yazında boşandılar. Bu tarihten sonra, Mihri Hanım hiçbir zaman Mihri Müşfik adını ve imzasını kullanmadı. Yaptığı tablolara yalnızca "MİHRİ" imzasını attı. Çoğunlukla ise tablolarını imzalamadı. Bazı eleştiriciler bu durumu bilmedikleri için, yazılarında ressamın kullanmadığı Mihri Müşfik adını sıklıkla kullandılar.
Mihri Hanım, 1922 sonbaharında yurdu terk ederek Roma'ya yerleşti ve daha sonra bir süre Paris'te yaşadı. Son olarak Amerika'da da yaşamaya devam etti. Bu süreçte, her zaman babasının adıyla birlikte "Mihri Rasim" olarak tanındı ve yaşamını sürdürdü. Soyadı kanununun kabulünden önce Türkiye’de, kızlar babalarının adıyla tanınır ve resmi işlemler de buna göre yapılırdı. Boşanan kadınlar ise tekrar babalarının adını alırlardı.
Bazı kişilerin onu "Mihri Besim" olarak tanımaları yanlıştır. Bu hata, eski harflerle yazılmış "Rasim" adını doğru okuyamayan kişiler tarafından yapılmıştır. Aslında, "Rasim" adı, "Besim" olarak yanlış okunmuştur.

Kaynakça:
Taha Toros - Akbank Kültür Hizmeti, 1988
Eser Görselleri www.kimmihri.com sitesinden sağlanmıştır.
Yorum Bırakın