Öncelikle, kuzeyiyle güneyiyle, kendine özgü yeni nesil popüler kültürüyle, sanatıyla, sokaklarının bazen podyum bazen hipodrom havasına bürünmesiyle, ara ara sofistike tiplerin karşımıza çıkmasıyla bana olağanüstü bir gezi sunan Güney Kore’ye teşekkür ederim. Seul halkına, Gangnam’a, gimbapına, “Hayır abi, biz Japon değiliz, bir şeyleri yaparken hem iyi hem de eğlenceli olabiliriz!” diyen o tontiş, çalışkan suratlara selam olsun!
Dünyanın en güvenli başkenti olarak bilinen Seul’de 22 gün geçirdim ve bu süre boyunca kendimi o kadar eğlenceli, dinamik ve huzurlu hissettim ki, bu seyahat şimdiye kadar yaptığım tüm gezilerin birkaç adım ötesindeydi. Ural-Altay dil ailesinden olmamız, bana zaman zaman Zeytinburnu’ndaymışım hissi verse de burası bambaşka bir güzellikte, kokuda ve aurada bir yer.
Evet! Gelecekte, baby face babasına çekmiş cillop gibi çocuğum bu satırları okurken Güney Kore’yi mutlaka ziyaret etmesi gerektiğini bilecek.
Öncelikle Şunu Bilin: Burası İlginç Bir Yer!
Bu gezide akılda kalan en belirgin hatıralarım sırasıyla:
• Ülkenin genel izlenimini,
• Doğasını,
• İnsanların davranışlarını,
• Kültür ve eğlence anlayışlarını,
• Moda anlayışları ve popüler kültüre verdikleri önemi,
• Mutfaklarını ve,
• Seul’de geçirdiğim Halloween gecesini (hem sanatsal, hem komik, hem edebi, hem de gayri ahlaki detaylarıyla) anlatacağım.
İlk Adım: İstanbul - Pekin - Seul
Uçuşlarımızı İstanbul’dan Pekin’e, ardından Pekin’den Seul’e gerçekleştirdik. Tabii ki havada o kadar uzun saatler geçirdik ki dinlemediğimiz müzik, izlemediğimiz film ve aksanını duymadığımız Çinli ya da Koreli kalmadı. Bu arada, Çin havaalanı aşırı titizdi. Öyle ki, tripli bir Justin Bieber hayranı gibi umulmadık şeylere tepki veriyor, üst aramalarını abartıyor ve hatta havaalanında çakmak bulundurmanıza bile izin vermiyor. Sigara içme alanı olmadığı için nikotin krizine giren turistler, havaalanındaki minyatür Çin bahçesinde birbirlerine nikotin etkisi yaratacak sözler sarf ediyorlardı. Biz ise Seul’e doğru yola çıkmaya hazırlanıyorduk.
Seul’e Varış ve Yağmurlu Karşılama
Kısa süreli uçuşumuzun ardından Seul’e indik. Havalimanına varır varmaz valizlerimizi alıp, önceden planladığımız tren biletimizi ve döviz bozdurma işlemlerimizi hallettik. Gimpo Havalimanı’ndan kiraladığımız evin olduğu mahalleye ulaşana kadar etrafı incelediğimde, Seul’ün genel olarak sessiz, bol yeşil alanlı ve etnik-modern bir harmoni sunduğunu fark ettim.
Sonunda doğru durağa geldiğimizde, Seul bize olağanüstü bir yağmurla adeta ıslak bir “hoş geldiniz” partisi düzenledi.
Ev sahibimiz ve benim ileri vadede dostum olacak sevgili Koreli Jun (53) ve eşiyle burada tanıştık. Jun, bizi bu yağmurda yürütmeye kıyamayıp arabasıyla misafirhaneye kadar eşlik etti. Onlarla ilk tanışmamda, Korelilerin kendi yerlerinde ne kadar sıcak ve samimi olduklarını gördüm. Daha sonraki günlerde bu insanlarla bina terasında defalarca sigara içtik, mutfaklarında onlara brokoli çorbası pişirdim, karşılıklı hediyeler verdik ve bir gün başka bir ülkede tatil yapma sözü verdik. Herif o kadar komik ve sempatikti ki kaldığımız Airbnb misafir evinin ortak mutfağında bolca muhabbet ediyor, tarzlarımızı kendine has yorumlarıyla eleştirmesine kulak asıyor, eşinin dominant karakteriyle davranışlarını gözlemlerken kahkahalara boğuluyorduk.
Tayland doğasına, maymunlara ve deniz-kum-güneş üçlüsüne hayran olduğum için kendilerine, “Seneye bu zamanlar bir Tayland maceramız olmasın mı?” diye sordum. Onlardan, “Kesinlikle ölmeden önce tekrar görüşmeliyiz.” cevabını aldım.
Jun, oldukça renkli bir karakterdi. Bilgisayar işleriyle ilgileniyor, tıp doktoru olan eşinin hastanesinin yakınlarında bulunan ve bizim de kaldığımız misafirhanenin işleriyle ilgileniyordu. Dönüş günümüzde bizi havalimanına uğurlamaya geldi ve ben de bu anıyı kaydetmek için onun videosunu çektim. O an, içimden “İleride kesinlikle Kore’yi tekrar ziyaret ederim!” dedim.
Seul’de Keşfettiğim Yerler ve Anılar
Orada geçirdiğim günler, şehrin hem tarihî hem modern yüzünü keşfetmemi sağladı. Kore Savaş Anıtı’nda Türk askerlerine ayrılan özel köşe, Kore ile olan tarihi bağlarımızı hatırlatarak beni gururlandırdı. Kore Modern Sanat Müzesi, geleneksel ve çağdaş sanat eserleriyle ilgi çekiciydi. Geleneksel hanok evlerinin bulunduğu sokaklar, Kore’nin geçmişine açılan bir kapı gibi hissettirdi ve burada yerel lezzetlerin tadını çıkarmak ayrı bir deneyimdi.
Gangnam’da, K-pop kültürünün ne kadar büyük bir etkiye sahip olduğunu görmek şaşırtıcıydı. Her gün binlerce genç buraya akın ediyor, popüler kültürün enerjisini hissediyordu. Eğlence açısından en unutulmaz anlardan biri ise Mike’s Cabin Bar’da katıldığım Halloween partisi oldu. Harika bir DJ eşliğinde sabaha kadar dans ettik, orada tanıştığım İspanyol ve Azerbaycanlı Türk arkadaşlarla güzel sohbetler ettik.
Seul, Türkiye’ye kıyasla uygun fiyatlarıyla da dikkat çekiyordu. Ulaşım, yeme-içme ve alışveriş açısından bütçe dostu bir şehir olduğunu söyleyebilirim. Tapınaklar ve saraylar ise olağanüstü bir şekilde korunmuştu. Gyeongbokgung Sarayı’nın ihtişamı ve Jogyesa Tapınağı’nın huzur veren atmosferi, Kore’nin tarihine verilen önemin en güzel örnekleriydi.
Myeongdong: Alışveriş ve Sokak Lezzetlerinin Merkezi (Bizde ki İstiklal Caddesi Minvalinde)
Seul’ün en hareketli ve renkli bölgelerinden biri olan Myeongdong, alışveriş ve sokak lezzetleriyle ünlü bir semt. Kozmetik mağazalarından dünya markalarına, K-pop ürünlerinden sokak satıcılarına kadar her şey burada bulunabiliyor. Gün boyunca yoğun olan sokaklar, akşam saatlerinde daha da canlanıyor ve tam bir açık hava festivali havasına bürünüyor. Sokak yemeği tezgâhlarında taze deniz mahsullerinden tatlı Kore'ye has tatlılara kadar her türlü lezzeti denemek mümkün. Burada dolaşmak, renkli mağazalar arasında kaybolmak ve birbirinden farklı sokak yemeklerini tatmak, şehri keşfetmenin en keyifli yollarından biriydi.
Bir mağazadan aldığım direnç bantlarıyla bazen Tavan arasında spor yapıyor, sabaha gözlerimi açarken heryerde bulunan kahve makinelerinden kahve alıyor, yürüyüşe çıkıp semt pazarlarını geziyor ve halkın gelir kaynağı olarak 2. el eşya tezgahlarına sıkça bakınıyordum. Günlerden birinde, günlük misafir sporcu girişi kabul eden bi gym ile irtibata geçip salonlarını ziyaret ettim. Bizdekilere kıyasla girişte havlu, içeride ücretsiz su, heryerde bulunan ıslak mendil ve peçetelerin servisi, spor yapılacak kıyafetlerimin olmasına rağmen girişte ücretsiz verilen eşofman altı-tshirt gibi ürünler dikkatimi çekti. Yurtdışında bir spor salonunun tv ekranında Bilardo Şampiyonumuz Semih Saygıner'in maçı izletiliyordu ve bu bana gururlu bir his ile daha pump bir antrenman yapma olanağı sağladı. Spor salonu 7/24 açık olduğundan iş çıkışı gelenlerin kalabalığıda ayrıca dikkatimi çekmişti. Alışık olmadığım "Anadan üryan" giyinme odalarında çıplak tek yabancı bendim. 27 yıllık hayatımda ilk defa Uzakdoğulu bir sürü çıplak hemcinsimle bir arada bulunmak bir komik ve aslında pek de anormal bir durum olarak sezmediğim bir anıydı. Sadece zihnimin içinde Türk spor salonları olan bize uyarladığımda olaylar bi hayli komik oluyordu. -Mükremin abi kapa şunu! -Mahmut naber? Çek şunu konuşalım! :)
Artık son günlerimize yaklaşmıştık. Kore'den ayrılmak gerçekten zordu. Sevgili eşim yanımda en iyi gezi arkadaşı olmanın vakurluğuyla, anılarımızı biriktirdiğimiz ortak ömrümüzde pek bi mutlu ama bi o kadar duygusal görünüyordu. Seul, hayatımızın en dinamik anlarında inanılmaz anılar biriktirmemizi sağladı ve ebedi dostluklar edinmemizi mümkün kıldı.
Bu seyahat, bizim için hem eğlenceli hem de kültürel açıdan oldukça tatmin ediciydi. Seul, modern hayatın hızını ve geleneksel dokusunu muhteşem bir uyumla birleştiren bir şehir. Buraya tekrar dönmek, sokaklarında yeniden kaybolmak ve bu enerjiyi tekrar hissetmek için sabırsızlanıyorum!
Yorum Bırakın