Güneş öyle parlaktı ki, gökyüzü bir çocuk gibi gülümsüyordu. Bisikletimin tekerleri toprağa iz bırakırken rüzgarı daha çok hissetmek için pedallara asılmış iyice çeviriyordum. Kalbim göğsümde değil, sanki rüzgârda atıyordu. Nisan ayıydı, son günlerde dinmeyen yağışlardan nasibini almıştı her şey. Etrafım yemyeşildi; doğa, baharın en güzel elbisesini giymişti.
İlerledikçe kırmızı bir deniz belirdi: gelincikler!
Toprağın tam ortasında, yeşilin içinde bir tutam alev topu gibi...
Rüzgârla birlikte eğilip kalkıyorlar, nazlı nazlı baş sallıyorlardı.
O kadar güzellerdi ki, içimde bir çocuk sevinci fışkırdı!
Dayanamadım, bisikletten atladım.
Ayaklarım çıplak toprağa değdi.
Koşmaya başladım.
Kalbim deli gibi atıyordu,
sanki özgürlük kelimesi ilk kez anlam bulmuştu içimde.
Saçlarım geriye doğru savrulurken
bir kahkaha koyverdim, içimden değil…
tam yüreğimin ortasından!
Rüzgârla yarıştım, gelinciklerle dans ettim.
Sonra biraz yoruldum.
Sırtımı ahşap çitlere yasladım, gözlerim gökyüzüne kaydı.
Elimde bir gelincik vardı,
narin ama cesur…
Tıpkı o anki ben gibi.
Kulağımın arkasına taktım, aynada görmesem bile kendimi güzel hissettim.
Aklımdaki fikirle heyecanla bisikletime koştum. Sepetten analog kameramı çıkardım.
Onlarca fotoğrafla o ânı yakaladım.
Çünkü bazı anlar ölümsüz olmak ister.
Ve ben o gün, bir gelinciğin kalbinde sonsuzluğu buldum.
Yorum Bırakın