Harp Tarihi (1) Kosova’da Kader Çizgisi: 1389 Birinci Kosova Meydan Muharebesi

Harp Tarihi (1) Kosova’da Kader Çizgisi: 1389 Birinci Kosova Meydan Muharebesi
  • 1
    0
    0
    0
  • 1389 yazı… Kosova Ovası'nda tarihin nabzı atıyor. Osmanlı ordusu, Balkanlar’daki ilerleyişini sürdürüyor; karşılarında ise Sırp Kralı Lazar önderliğinde kurulan güçlü bir ittifak var. Bu ittifak yalnızca Sırplardan ibaret değil, Bosnalı, Arnavut, Hırvat prenslikleri, Macar destekli kuvvetler ve Papa’nın çağrısıyla gelen Haçlı gönüllüleri aynı safta birleşmiş durumda.

    Kosova Ovası artık sıradan bir savaş alanı değil; bir imparatorluğun kaderinin belirleneceği bir sınav yeridir...

    Osmanlı Devleti, bu büyük meydan savaşında yalnızca toprak kazanmayı değil, Balkanlar'daki varlığını kalıcı kılmayı amaçlamaktadır. Bir yanda genç ve disiplinli Osmanlı ordusu, diğer yanda eski Avrupa'nın parçalı ama birleşmiş güçleri…

    Harp Tarihi serimizin bu ilk bölümünde, Osmanlı’yı bir beylikten bir imparatorluk idealiyle donatan ve Balkan coğrafyasına mühür vuran Birinci Kosova Savaşı’nı ele alıyoruz. Bu sadece bir askeri zaferin değil, aynı zamanda bir çağın kapısını aralayan büyük bir yürüyüşün hikâyesidir...

    Kosova Şavaşı öncesinde balkanlarda ki durum:

    Osmanlılar, 1352’de Rumeli’ye geçtikten sonra Trakya, Makedonya ve Bulgaristan’a ilerlemiş; Bizans’ı etkisiz hale getirmişti. Balkanlar’daki Sırp, Bulgar ve Arnavut prenslikleri, bu ilerleyiş karşısında ya Osmanlı’ya tâbi olmuş ya da çatışmayı seçmişti. Fakat Ploşnik Bozgunu (1387), Osmanlı akıncılarının 20.000 kişi ile ağır yenilgiye uğraması, bir kırılma noktası oldu.

    Ploşnik Bozgunu (1387):

    1387 yılına gelindiğinde Osmanlıların Balkanlardaki ilerleyişi, özellikle Sırbistan topraklarına kadar ulaşmış, Bosna sınırına dayanmıştı. Bu durum, Osmanlı Devleti'ne karşı yeniden bir cephe oluşmasına neden oldu. Sırp Prensi Lazar Hrebeljanović liderliğindeki Sırplar, Bosna Kralı I.Tvrtko liderliğindeki Boşnaklarla birleşerek ortak bir kuvvet oluşturdu. 

    İlk çatışma, Dubravnica civarında Osmanlı akıncılarına karşı gerçekleşmiş ve küçük bir birliğin yenilmesiyle sonuçlanmıştı. Her ne kadar sınırlı ölçekli olsa da bu, Osmanlı-Sırp hattında ilk açık karşılaşmaydı. Bu gelişmeler üzerine Sultan I. Murad, Anadolu’daki rakibi Karamanoğlu Alaeddin Bey’i Konya’da mağlup ettikten sonra, Lala Şahin Paşa komutasında büyük bir akıncı birliğini Bosna’ya doğru harekete geçirdi. (Şahin Paşa'nın kim olduğu konusunda bir bilgi yoktur, pek çok eser bu kişinin Lala Şahin Paşa olmadığını belirtmektedir, ancak kronik eserlerde yaptığım incelemelerde akıncı birliğinin komutanının Lala Şahin Paşa olduğuna kanaat getirmiş bulunmaktayım. Bu konuda Hoca Sadettin Efendinin Tâcü't-Tevârîh adlı eserinde detaylı bilgiye ulaşılabilmektedir.) 

    Ploşnik’teki Tuzak:

    Osmanlı ordusu, Prokuplje yakınlarında, Topliça Nehri kıyısındaki Ploşnik bölgesine ulaştığında düşmanla karşılaşmadı. Bu durum, büyük bir hata ve disiplinsizlikle sonuçlandı. Akıncılar, bölgeyi ganimetle yağmalamaya başladılar. Asıl birliklerden kopan yaklaşık 19.000 asker, düzeni bozarak ganimet peşine düştü. Geriye, yalnızca Şahin Paşa'nın denetiminde kalan 1.000 kişilik bir ana güç kalmıştı.

    Oysa ki, Sırp ve Boşnak kuvvetleri Osmanlı birliğini gizlice takip ediyordu. Toplamda yaklaşık 30.000 kişiden oluşan bu müttefik kuvvet, Osmanlıların zayıf anını beklemişti. Disiplini dağılmış Osmanlı birliklerine ağır zırhlı Sırp süvarileri merkezden, okçu destekli hafif süvariler ise kanatlardan ani bir baskınla saldırdı. Şahin Paşa ve az sayıdaki akıncı birliği geri çekilerek hayatta kalmayı başardı. Ancak yağmaya karışmış 19.000 kişilik Osmanlı kuvveti hazırlıksız yakalandı ve bozguna uğradı. Bu birlikten yalnızca 5.000 kişi canını kurtarabildi.

    Yukarıdaki resimde Güneydoğu Sırbistan'da Prokuplje (eski adıyla Osmanlı İmparatorluğu'nun Niş Sancağına bağlı Ürgüp kazası) yakınındaki Ploşnik Köyü ve savaşın gidişatı gösterilmektedir.

    Bu çatışmaya dair dikkat çekici bir detay da Miloš Obilić’in burada yaralanmış olmasıdır. Obilić, üç yıl sonra Kosova’da I. Murad’ı şehit edecek olan figür olarak anılır. İlginçtir ki Osmanlılara destek sözü veren İşkodra Beyi bu çatışmaya katılmamış, aksine Sırpların tarafında yer almaya devam etmiştir.

    Yenilginin Etkisi:
    Ploşnik’teki bu ağır yenilgi, Osmanlıların Rumeli’deki ilerleyişini ciddi şekilde yavaşlattı. Ancak daha da önemlisi, Balkan halklarına –özellikle Sırplara ve Boşnaklara– ciddi bir moral kazandırdı. Osmanlıların da mağlup edilebileceği düşüncesi Balkanlarda daha yüksek sesle konuşulmaya başlandı. Bu zafer, 1389’daki Birinci Kosova Savaşı öncesinde Balkan ordularının yeniden birleşmesini ve Osmanlıların karşısına çok daha güçlü bir orduyla çıkmasını mümkün kılan zeminlerden biri oldu.

    Ne var ki tarih, yalnızca cesaretle değil stratejiyle de yazılır. Ploşnik'te yenilen Osmanlı, Kosova'da sadece galip gelmekle kalmayacak, Balkanların kaderini de değiştirecekti.

    Bu yenilgi, Sırp Kralı Lazar’ı cesaretlendirdi. Sırp, Bosnalı, Hırvat, Arnavut ve Ulah kuvvetleri birleşti. Papa ve Macar Kralı’nın manevi desteğiyle oluşturulan bu ordu, Birinci Kosova Savaşı’nı neredeyse bir Haçlı seferine dönüştürdü.

    Ploşnik’ten Sonra Osmanlıların Bulgaristan Seferi (1388):

    1387’de Ploşnik’te uğranılan ağır bozgun, Osmanlı ilerleyişinde ilk kez ciddi bir duraksamaya sebep olmuştu. Özellikle Prens Lazar’ın kazandığı bu zafer, sadece Sırp dünyasında değil, Bulgaristan’da da Osmanlı’ya karşı güvenilmez bir hava doğurmuştu. Osmanlı’ya bağlı görünmesine rağmen Bulgar Çarı Şişman da bu gelişmelerin ardından Osmanlılara karşı ihtiyatlı ve gizli bir muhalefet içine girmeye başlamıştı.

    Bu nedenle Sultan I. Murad, Kosova’ya yönelik büyük bir sefere girişmeden önce arkasını güvenceye almak ve Balkan ittifakını zayıflatmak amacıyla 1388 yılında Bulgaristan üzerine ani ve sert bir sefer düzenlemiştir.

    Seferin Gelişimi:

    Sefer, Çandarlı Ali Paşa ve bazı kaynaklara göre Evrenos Bey gibi önemli komutanlar eşliğinde yürütülmüştür.
    Osmanlı ordusu Tuna boylarından Tırnova, Silistre ve Vidin civarına kadar ilerlemiştir.
    Özellikle Şişman’ın Osmanlı egemenliğini sarsmaya yönelik gizli faaliyetleri tespit edilince, seferin hedefi doğrudan bu ayaklanma potansiyelini bastırmak olmuştur.
     
    Tırnova'nın Alınışı ve Bulgar Direnişinin Çöküşü:

    Osmanlı ordusu Tırnova’yı kuşatarak kısa sürede ele geçirdi. Bu, Bulgaristan'ın başlıca siyasî ve kültürel merkezlerinden biri olduğundan, seferin dönüm noktası oldu.
    Ardından Vidin Prensi Sratsimir teslim olmaya zorlandı.
    Çar Şişman, Osmanlı kuvvetleri karşısında tutunamayarak teslim oldu ve bağlılık yemini etmek zorunda kaldı. Böylelikle Bulgaristan tamamen fethedilmiş oldu, aman dileyen Çar Şişman Osmanlının Bulgaristan valisi olmayı kabul ederek mevkini muhafaza etti. Böylece Bulgaristan, tam olarak itaat altına alınarak Balkan ittifakının Bulgar cephesine büyük bir darbe indirilmiş oluyordu. Bulgarların, ansızın Balkan ittifakına katılarak Osmanlı kuvvetlerini yandan vurmaları ihtimali, böylece önlenmişti. Bunun üzerine Sultan Murad, bütün Osmanlı kuvvetlerinin kendi kumandası altında toplanmasını emretmişti.
    Buna ilaveten, diğer Anadolu beyliklerine de elçiler yollayıp küffar ordusuna karşı Müslümanların desteğini istemişti.
    Murad-ı Hüdavendigâr'ın çağrısına Karamanoğulları, Germiyanoğulları, Saruhanoğulları, Aydınoğulları, Menteşe,
    Hamid ve İsfendiyaroğulları beylikleri de icabet etmişti.

    Şehirköy (Pirut) Çarpışması – Kosova Seferi Öncesi İlk Temas:

    Kosova Seferi öncesinde Osmanlı kuvvetleri ile Sırp ordusu arasında gerçekleşen ilk ciddi temas, Sofya bölgesine yakın Şehirköy (Pirut) civarında yaşandı. Bir süredir Osmanlı idaresi altına giren bu kale ve çevresi, stratejik konumu nedeniyle Balkan sınır hattında kritik bir yer tutuyordu.

    Haçlı ittifakının başkomutanı Prens Lazar, moral üstünlük sağlamak ve Osmanlı cephesine psikolojik bir darbe indirmek amacıyla General Yundoğlu Dimitri komutasındaki yaklaşık 10.000 kişilik bir süvari birliğini Şehirköy üzerine sevk etti. General Dimitri, kale içindeki yerli Hristiyan ahaliyle iş birliği yaparak Şehirköy’ü kısa sürede ele geçirdi.

    Bu gelişme üzerine Sultan I. Murad, karargâhının bulunduğu Filibe bölgesinden hızla harekete geçti. Komutanları Yahşi Bey, Eyne Bey Subaşı ve Saruca Paşa önderliğinde, yaklaşık 5.000 ila 10.000 kişilik bir Osmanlı birliğini, Şehirköy’e doğru gönderildi.

    Kaynaklara göre, Osmanlı kuvvetleri Şehirköy’e ulaştığında Sırp birlikleri, kasabayı yakarak ganimetleriyle birlikte Morava Nehri’ni geçip Sırbistan içlerine çekilmeyi tercih etti. Ancak bazı kaynaklarda, Şehirköy çevresinde bir çarpışmanın yaşandığı, Sırp tarafının takviye kuvvetler göndererek Osmanlı birliğini dağ geçitlerinde kıstırmaya çalıştığı belirtilmektedir. Bu plana rağmen, Osmanlı kuvvetleri bölgedeki üstünlüğü ele geçirmiş, Şehirköy tamamen yakılıp yıkıldığı için esir ve ganimetlerle birlikte Filibe’deki ana karargâha dönmüştür.

    Bu çarpışmanın ardından Yahşi Bey’in, düşmanı Sırbistan içlerine kadar kovalamak için Sultan’dan izin istediği, ancak I. Murad’ın ordunun dağılmasını istemediği ve bütün kuvvetlerin kendi komutasında toplanması gerektiğini belirterek Yahşi Bey’i geri çağırdığı rivayet edilir.

    Balkanların Kalbine Yürüyüş - Kosova Savaşı:

    Tüm bu hadiseleri gören ve endişeye kapılan Sırp Prensi Lazar Hrebeljanović, Bosna Kralı I.Tvrtko ya ve diğer ittifak kuvvetlerine ivedilikle hazırlanarak birleşmesi gerektiğini bildiren bir mektup gönderdi. Mektupta Sultan Murad'ın büyük bir ordu topladığını Sırbistan'ı ele geçirmek üzere geldiğini eğer Sırbistan'ı ele geçirirse sıranın kendilerine de geleceğini yazmış ve onları da harekete geçirmeye çalışmıştı. Bu gelişmeler karşısında ittifak devletleri ordularını toplayarak Lazar ile birleşmişler ve büyük bir ordu oluşturmuşlardı. Osmanlı tarafında ise Sultan Murad-ı Hüdavendigâr'ın emriyle tüm orduları Filibe'de toplanmaya başlamış gerekli hazırlıklar ve yığınaklar yapılmıştı. Bu sırada topladığı ordunun Osmanlı kuvvetlerinden kat kat büyük olduğunu gören Lazar kibrine yenik düşerek Sultan Murad'a bir elçi yollamış, ordularının çokluğundan askerlerinin kuvvetinden dem vurup, üstünlük davasına kalkışmıştı. Bununla da yetinmeyerek alaycı bir üslüpla Türk ve Müslüman tüm ahaliyi balkanlardan çıkarmakla tehdit ediyor ve şehzadelerinde bu şavaşa katılmalarını istediğini belirtiyordu. Sultan Murad-ı Hüdavendigâr elçilerin getirdiği mektuba cevaben şunları söyledi:

      Rahmân ve rahîm Allah’ın dileği üzere çiçeklerin uyanma demi olan baharda, gülzarîdeki goncaların açıl­dıkları bir günde saf bağladı­kları zaman, kâfirleri titreten soğuklar, kar ve yağmur bulutları dağıldığında, ben de şanlı çocuklarım ve bütün ordumla Kosova sahrasında yiğitlik davulunu vurdurmak ve sedası ile gök kubbeyi doldurtmak, düşman içine dalan arslanların hücumu sonunda, Las’ı kara toprağa karmak için geleceğim. Ebedî izzetlerin kaynağı olan Peygamberimiz Muhammed’in temiz şeriatı yüzü suyu hakkı için, kâfirin fitne ateşini yok etmek ve ateşler saçan kılıcın yalmanında oynayan alevleri o sapkın topluluk üzerine saçmak suretiyle kara yürekli­lerini dumana boğmak için yürüyeceğim. Eğer merd ise dursun, cengin tozu dumanı nasıl olurmuş görsün...  (Hoca Sadettin Efendi Tacüt-Tevarih I. cilt (Kültür bakanlığı 1992 baskısı) sayfa:176)

    Elçiyi bu sözlerle geri gönderen Sultan sonrasın da Anadolu diyarını korumakta görevli şehzade Sultan Yıldırım Han ile Yakub Çelebi’nin hazır olmaları yolunda bir ferman göderdi. Hazırlıklarını tamamlayan Osmanlı ordusu Filibe'den harekete geçti.

    Sultan Murad, oğullarını, paşalarını, sancak beylerini ve Anadolu'daki bağlı beyliklerin seçkin kuvvetlerini yanına alarak ordusuyla birlikte Kosova Ovası'na yürüdü. Karşısında ise çeşitli Balkan prensliklerinin birleşerek oluşturduğu, sayıca oldukça üstün ve hazırlıklı bir düşman ordusu duruyordu. Haziran 1389’da iki taraf Kosova’da karşı karşıya geldi.

    Savaş öncesi gece, Osmanlı ordusunun merkez otağında harp divanı toplandı. Divanda, Sultan Murad’ın yanında Sadrazam Çandarlı Ali Paşa, Şehzade Yıldırım Bayezid, Gazi Timurtaş Paşa ve serhat kahramanlarından Gazi Evrenos Bey vardı. Her biri tecrübeleriyle savaşın seyrini etkileyecek plana katkı sundu.

    Karşı cephede ise Haçlı ordusu, kendi topraklarında savaşmanın verdiği avantajla ve sayıca üstünlüğüne güvenerek hazırlık yapıyordu. Silah ve donanım bakımından güçlüydüler; birlik hâlinde hareket etmeleri, araziyi iyi tanımaları ve Osmanlı ordusunun uzun süren bir yürüyüş sonrası yorgun düşmüş olması, morallerini iyice yükseltmişti. Zafere ulaşacaklarından neredeyse emindiler.

    Savaş başlamadan önce iki orduda istirahate geçti, Sultan Murad Han her ne kadar ordusuna güvense de karşı tarafın çokluğu onu endişelendiriyordu. O gece Sultan çadırına çekildi. Gökyüzü yıldızlarla dolu, toprak ise sükûnet içindeydi. Sultan sabaha kadar Rabbine yöneldi. Ellerini semaya açtı ve Ağlayıp yakararak şu şekilde dua etti:

    “İlâhî, sen ol padişahsın ki, dünyada yarattıklarına, iyi ve kötü günlerinde, sıkıntı ve bolluk zamanlarında kulunun, kullarının umut kapısı sensin. İslâm’ın bayraklarını, düşman elinde hor eyleme ve ben bu zavallı kulunu halk içinde bednâm eyleme.”

    Ab-ı rûy-i habîb-i ekrem için
    Kerbelâ’da akıtılan dem için
    Veda gecesi ağlayan göz için
    Aşkın uğruna sürünen yüz için
    Lütfunu ya Rab yoldaş eyle bize
    Korumayı siperdâş eyle bize
    Ehli İslâm’a her an ol yardımcı
    Düşman elinden bizi kurtarıcı
    Bakma ya Rab bizim günâhımıza
    Bak sen can ve gönülden âhımıza

    Etme ya Rab savaşanları telef
    Düşman okuna kılma bizi hedef
    Sakla gözümüzü cengin tozundan
    İslâm erini koru saldırıdan
    Bunca yıl süren gayretlerimizi
    Gazalarda şanlı kıl ismimizi
    Etme ya Rab kahrınla beni fenâ
    Yüzümü halk içinde etme karâ
    Dinîn uğruna ben feda olayım
    Askerin önünde heba olayım
    Ben kulun şehid eyle de yolunda
    Kılarsan mutlu, ne olur uçmakta
    İslâm toprağını çiğnetme sakın
    Dalalet ehline yurt etme sakın
    Çokdürür keremin dindaşlarımı
    Dilerim hayr ile erişe sona...

    (Hoca Sadettin Efendi Tacüt-Tevarih I. cilt (Kültür bakanlığı 1992 baskısı) sayfa:182-183)

    Böylece yalvarıp yakararak, karanlık geceyi dualar, yakarışlar içinde geçirdi.

    28 Haziran 1389 Kosova'da Şehadet Günü:

    Zaman durdu o gün… Güneş, Kosova Ovası’na doğarken yalnızca bir meydan muharebesi değil, bir çağın imtihanı yaşanacaktı. Sultan Murad Hüdavendigâr, Allah’ın adını yüceltmek ve İslâm sancağını Balkanların kalbine nakşetmek için yola çıktığında, niyetinde fetihten önce şehadet vardı.

    Karşısında, Haçlıların kurduğu büyük bir ittifak duruyordu, sayıca üstündüler, topraklarını biliyorlardı, ama imanla yoğrulmuş Osmanlı ordusu yorgun bedenleriyle değil, diri ruhlarıyla savaş meydanına yürüyordu.

    28 Haziran sabahı, sultanın çadırından yükselen dua sesi gök kubbeye karıştı. O gün Sultan Murad, savaş meydanında değil, secdeye vardığı anda şehadet şerbetini içti. Ve böylece, Kosova Ovası, tarihin en mübarek topraklarından biri hâline geldi. Bu yalnızca bir savaş değil, bir padişahın duasıyla yazılan, bir milletin kaderini belirleyen şehadet günüydü...

    Kosova Meydan Muharebesi’ne dair aktarımlar, tarihçiler için bugün dahi tartışmalı başlıklar taşımaktadır. Savaşın hangi gün gerçekleştiği ve iki tarafın mevcut askerî gücü konusunda kaynaklar arasında önemli farklar göze çarpar.

    Batılı tarihçiler genellikle 15 Haziran 1389 (19 Cemâziyelâhir 791) tarihini esas almışlarsa da bu tarihin Julien (eski) takvime göre belirlendiği unutulmamalıdır. Dönemin takvim sistemleri dikkate alındığında, bu tarih günümüz miladi takvimine göre 28 Haziran’a denk düşmektedir. Bu sebeple, hem tarihî hem sembolik anlamıyla “28 Haziran 1389” günü, Kosova’daki büyük hesaplaşmanın kabul gören günü hâline gelmiştir.

    Kosova Meydan Muharebesi’ne dair en tartışmalı konulardan biri, savaş alanındaki orduların sayısıdır. Özellikle Haçlı ittifakı kuvvetlerinin kaç kişilik bir orduyla Osmanlıların karşısına çıktığı, tarihçiler ve kaynaklar arasında önemli ölçüde farklılık göstermektedir.

    Bazı kaynaklar, Haçlı kuvvetlerinin sayısını Osmanlı ordusunun beş katı olarak gösterirken, abartılı sayılar veren bazı Batı kaynaklarında bu rakam 200.000 ila 500.000 arasında ifade edilmektedir. Hatta kimi tarihçiler yalnızca Osmanlılara karşı "çok üstün bir kuvvet" bulunduğunu belirtmekle yetinir, net bir sayı vermez. Bir yerli kaynak, ittifak kuvvetlerinin sayısını 100.000, en fazla olarak da 200.000 kişiyle sınırlandırır.

    Öte yandan Sırp destanları, bu savaşa Sırp tarafının 77.000 savaşçıyla katıldığını kaydeder. Ancak bu tür destanlar daha çok sembolik anlamlar içerdiği için temkinle değerlendirilmelidir.

    Tüm bu farklılıklara rağmen, kaynakların çoğu Haçlı ittifakının sayıca Osmanlılardan 3 ila 5 kat fazla olduğu konusunda birleşmektedir. Osmanlı kuvvetlerinin sayısını bulur isek düşman kuvvetlerinin de en yakın ihtimal ile sayıları hakkında bilgi edinebiliriz. 

     Bir fikir vermek üzere Osmanlı ordusunun mevcudu şöyle hesap edilebilir:

    Ali Paşa Ordusu’nun büyük kısmı: 20.000
    Yeniçeriler: 2.000
    Silahdar-Sipahi bölükleri (Kapıkulu Süvarisi): 2.400
    Topçular: 300
    Anadolu Yayaları: 10.000
    Rumeli Azapları: 10.000
    Akıncılar: 20.000
    Osmanlı savaşçı asker toplamı (en çok): 64.700
    Orducular: 10.000
    Yardımcı yabancılar: 5.000
     
    Toplam: 79.700

    Bu durumda, Osmanlı ordusunun mevcudunu yaklaşık 60.000 ila 70.000 arasında kabul edersek, ittifak ordusunun sayısı da en az 180.000 ila 200.000 civarında tahmin edilebilir.

    Sonuç olarak, dönemin savaş şartları ve kaynaklarının içeriği göz önünde bulundurulduğunda, Haçlı ordusunun Osmanlı kuvvetlerine karşı açık bir sayı üstünlüğüne sahip olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Ancak bu üstünlük, savaşın sonucunu belirlemeye yetmemiş; strateji, inanç ve kararlılık tarih sahnesinde rakamların önüne geçmiştir.

    Kosova Ovasında Orduların düzeni:

    Sultan Murad-ı Hüdavendigâr’ın kumandasındaki İslam ordusu, seher vakti sabah namazını eda edip savaş düzenini aldı. Osmanlı ordusunun sağ kanadında Şehzade Yıldırım Bayezid ile Gazi Evrenos Bey; sol kanadında ise Şehzade Yakup Çelebi ve Anadolu beylerinden gelen birlikler bulunuyordu. Ordunun merkezinde bizzat Sultan Murad yer almakta, merkez kuvvetlerinin önünde yeniçeriler, onların önünde ise Osmanlı ordusunun savaş meydanında yeni yeni kullanmaya başladığı toplar konuşlanmıştı.

    Evrenos Bey’in tavsiyesiyle, ordunun her iki kanadının önüne Hamidoğulları’ndan gelen 1000’er okçu yerleştirilmişti.

    Karşı cephede, Hristiyan ittifak ordusunun merkezinde Sırp Despotu Lazar; sağ kanatta damadı ve yeğeni Brankovic; sol kanatta ise Bosna Kralı Tvrtko’nun askerleri vardı. Bu büyük haçlı ordusu; Sırp, Bosna, Macar, Eflak, Arnavut, Leh ve Çek birliklerinden oluşuyordu.

    Yağmurlu bir Kosova sabahında:

    Muharebe, Sırp toplarının ateşiyle başladı.
    Evrenos Bey'in yerleştirdiği Türk okçularına ileri çıkmaları emredildi. Türk yayları, Avrupa yaylarına kıyasla daha uzun menzile sahipti; bu da düşmanın oklarla karşılık vermesini güçleştiriyordu. Bu duruma karşılık olarak, ittifak ordusunun süvari birlikleri okçuların üzerine at sürdü. Ancak bu hücum, Osmanlı merkez kuvvetleri ve sağ kanat tarafından durduruldu. Sırp süvarileri büyük kayıplar verdi.

    Fakat savaşın gidişatı Osmanlı sol kanadı için zordu. İttifak ordusunun sağ kanadı, Osmanlı sol kanadını geriye doğru sürerek neredeyse kamplara kadar geri püskürttü. Şehzade Yakup Çelebi’nin komutasındaki Anadolu birliklerinin yardıma ihtiyacı vardı; zira sol cenah dağılmanın eşiğindeydi.

    Bu durumu yüksek bir tepeden izleyen Sultan Murad, derhal oğlu Şehzade Bayezid’e haber gönderip, kardeşinin yardımına koşmasını emretti. Ancak bu kolay bir iş değildi. Zira Bayezid’in sağ kanattan çıkıp savaşın en kanlı yerinden geçerek sol kanada ulaşması gerekiyordu.

    Fakat tarih boyunca “Yıldırım” lakabını boş yere almadığı görülen Şehzade Bayezid, sağ cenahı Evrenos Bey’e bırakıp süvarileriyle birlikte düşman saflarını yararak tam 20 bin kişilik Bosna kuvvetlerini ezip geçti ve sol kanada ulaştı.

    Bayezid’in yıldırım gibi gelişini gören Anadolu askerleri, yeniden cesaret buldu. Moralleri tazelenen askerler, topyekûn bir hücumla geri çekilen düşman birliklerini bozguna uğrattı.

    Bu manzarayı tepeden izleyen Sultan Murad, büyük bir gururla paşalarına dönerek şöyle dedi:

    "Bu çocuğa Yıldırım demeleri boşuna değilmiş."

    Bayezid’in bu ani ve kararlı müdahalesi, yalnızca savaşın değil Osmanlı tarihinin de kaderini değiştirdi. Sol kanattaki düşman tamamen geri püskürtüldü. Hatta bu bozgunu gören Bosna birlikleri de savaş meydanını terk etmeye başladı. Şehzade Yakup, Anadolu askerleriyle kaçan düşmanı takip ederken; Bayezid, süvarileriyle merkeze yöneldi.

    Bu esnada Sırp Despotu Lazar, ordusuyla yalnız kalmıştı. Bayezid’in süvarileriyle merkeze yönelmesiyle, Lazar’ın birlikleri kuşatıldı. Durumun bozgun olduğunu anlayan ittifak kuvvetlerinin diğer birlikleri ise onu kaderine terk edip meydanı terk ettiler.

    Merkezde kuşatılan Sırp askerleri, Osmanlı askerlerince tamamen imha edildi. Kosova Meydan Muharebesi, yaklaşık 8 saat sürdü ve tarihin en kanlı, en çetin savaşlarından biri olarak kayıtlara geçti.

    Sonunda, kesin bir Osmanlı zaferi kazanılmıştı.

    Bir Gazi Padişah Sultan Murad-ı Hüdavendigâr’ın Şehadeti:

    Sultan Murad, bir yandan Rabbine şükrederken, bir yandan da yaralı askerlerine su veriyor, yardım ediyordu.

    Tam bu esnada, savaş meydanının ortasından bir Sırp askeri seslenmeye başladı. Bu kişi, Miloş Obiliç adında bir Sırp soylusuydu. Padişahın yanına gelmek, Müslüman olmak ve onu tebrik etmek istediğini söyledi.

    Merhametli Sultan Murad, askerlerine bu kişinin yanına yaklaşmasına izin verdi. Ancak Sultan’ın şefkatli bakışları altında yaklaşan Miloş, birden cübbesinin altından çıkardığı hançeri Padişah’ın göğsüne sapladı.

    Saldırının hemen ardından, hassa askerleri Miloş'u oracıkta parçaladı. Yaralı Sultan için hemen bir çadır kuruldu.

    (Miloş'un öldürülüşünü ve yaralı sultanın çadıra götürülüşünü tasvir eden bir minyatür)

    Can çekişirken, oğlunun gözyaşlarını gören Sultan Murad şöyle dedi:

    "Oğul, şimdi ağlama zamanı değil. Allah’tan şehitlik istemiştim; Rabbim duamı kabul etti. Yerim senindir. Müslümanları perişan etme. Adaletli ol, cömert ol. Padişahlığın sermayesi adalettir, saltanat kolay değildir. Bu dünyada güzel bir ad bırak! Yaptıkların şanına yakışsın."

    Ve ardından, yanındaki devlet erkânına dönüp Osmanlı tarihine altın harflerle geçecek o sözü söyledi:

    "Attan inmeyesüz!"

    Bu sözlerin hemen ardından, Osmanlı’nın üçüncü Sultanı Murad-ı Hüdavendigâr, hayatını harp meydanlarında sonlandırarak şehadet şerbetini içti.

    Allah, ona rahmet eylesin.

    Kosova zaferinin ardından…

    Sultan Murad Han şehit düştükten hemen sonra, Osmanlı ordusunun ileri gelen paşaları ve beyleri vakit kaybetmeden bir araya gelerek Şehzade Yıldırım Bayezid’e biat ettiler. Zira savaş meydanında devletin başsız kalması, büyük bir kaosa ve dağılmaya sebep olabilirdi. Ancak ortada henüz çözüme kavuşturulmamış büyük bir mesele vardı:

    Şehzade Yakup Çelebi orada değildi.

    Yakup Çelebi, elindeki kuvvetlerle beraber bozguna uğrayan düşmanı takip etmekteydi ve babasının şehadetinden habersizdi. Korkulan, bu haber kendisine ulaştığında, kendisine bağlı askeri birlikle dönüş yaparak taht üzerinde hak iddia etmesi ve yeni kazanılmış bu büyük zaferin ardından bir iç karışıklık çıkarmasıydı.

    Yıldırım Bayezid, bu tehlikeyi sezdi. Henüz tahta resmen oturmadan önce, olası bir hanedan mücadelesinin önüne geçmek için hızlı ve kararlı bir adım attı. Güvendiği bir ulak vasıtasıyla, Yakup Çelebi’ye haber gönderdi:
    "Baban seni çadırında bekliyor. Derhal geri dön!"

    Haberi alan Yakup Çelebi, hiç vakit kaybetmeden ordugâha döndü. Ancak çadıra adım attığında, onu karşılayan ne babası ne de zafer sevinciydi. Karşısında cellatlar duruyordu. Siyasetin soğuk yüzü kendini göstermiş, bir saltanat ihtimali daha filizlenmeden sona ermişti. Şehzade Yakup Çelebi, orada, sessizce idam edildi.

    Naaşı, şehit düşen babası Murad Hüdavendigâr ile birlikte Bursa’ya gönderildi. Devletin onuruna ve hanedan soyuna yakışır bir şekilde, şerefiyle toprağa verildi.

    Sultan Murad Hüdavendigar'ın Kosova'daki türbesi:

    Sultan Murad Hüdavendigâr’ın Kosova'daki Türbesi

    Sultan Murad Han’ın asıl kabri bugün Bursa’da yer alsa da, Kosova Ovası’nda da adına yapılmış bir türbe bulunmaktadır. Bunun temel sebebi, Sultan’ın iç organlarının vefat ettiği noktaya defnedilmiş olmasıdır.

    Osmanlı geleneğinde, bir padişah vefat ettiğinde cenazesi hemen defnedilmezdi. Zira hanedanın bir diğer mensubu –yani şehzade– henüz tahta geçmeden naaşın gömülmesi uygun görülmezdi. Bu sebeple padişah cenazelerine geçici bir süre için tahnit işlemi uygulanırdı.

    Tahnit, cesedin bozulmasını önlemek amacıyla yapılan bir koruma işlemidir. Bu işlem sırasında iç organlar çıkarılır, vücut belirli kimyasallarla işlenir ve çürüme geciktirilirdi. Tam anlamıyla bir mumyalama olmasa da, bu uygulama sayesinde cenazeler birkaç yıl boyunca bozulmadan korunabilirdi.

    Sultan Murad Han’ın cenazesi de bu usule uygun şekilde tahnit edildi. İç organları ise şehit düştüğü noktada toprağa verilerek oraya bir türbe inşa edildi. Bugün Kosova’da bulunan bu türbe, onun iç organlarının yattığı yerdir. Asıl naaşı ise, devlet töreniyle memleketi Bursa’ya götürülerek büyük bir ihtimamla defnedilmiştir.

    Bu iki ayrı mekân, hem Osmanlı’nın şehit padişahına duyduğu vefanın hem de o dönem devlet aklının bir yansımasıdır.
    Biri cismini saklarken, diğeri hatırasını yaşatır.

    Sultan Murad Hüdavendigâr’ın Kosova’daki türbenin iç kısmında yer alan sandukası

    Türbenin yakınında Mescit köyü bulunur. Türbe, Priştine ile bir sonraki en büyük şehir olan Vıçıtırın yolu üzerinde, Priştine'nin altıncı kilometresinde yolun solundadır.

    Yapı, Türbedarlar sülalesinin bugünkü fertleri tarafından korunmaktadır. Türbe kompleksinin avlusunda, türbenin arkasında Türbedar ailesinin konutu vardır. Çok önemli bir ziyaret yeridir.

    Beyt:

    Doğuya batıya yaydı İslam dinini

    Ya rab nurun ile aydın eyle kabrini.

    Evet dostlar, yazımı burada noktalıyor; tarihin derinliklerine kazınmış bu büyük zaferin ve ömrü şavaş meydanlarında geçen hayatını şehadetle tamamlayan Sultan Murad Hüdavendigâr’ın aziz hatırasını rahmet, minnet ve hürmetle yâd ediyorum.
    Kosova Ovası'nda toprağa düşen her neferi, her damla kanı, bir medeniyetin mayası bilerek kelamımı tamamlıyorum.
    Bu satırları okuyan her gönül sahibine de selam olsun...

    K R O N O L O J İ:

    1386
    Konya Ovası’nda ilk Osmanlı-Karaman Savaşı (H. 788).

    1387
    Vezir-i âzam Çandarlı Hayreddin Paşa’nın ölümü ve yerine Çandarlı Ali Paşa’nın atanması. (H. 789).

    1388
    Osmanlı akıncılarının Ploşnik’te yenilgisi (H. 790).

    1388
    Osmanlılara karşı Balkan ittifakı (H. 790).

    1388
    Vezir-i âzam Ali Paşa’nın, Bulgaristan’ı istilaya başlaması (H. 790).

    1389 (İlkbaharı)
    I. Murat komutasında Osmanlı ordusunun Filibe bölgesinde toplanması ve Ali Paşa kuvvetlerinin de bu orduya katılması (H. 791).

    1389 (Yaz)
    Birinci Kosova Meydan Muharebesi, I. Murat’ın şehit oluşu, Yıldırım Bayezid’in cülûsu ve Sırbistan’ın Osmanlı himayesini kabulü (H. 791).

    KAYNAKLAR:

    Anonim Osmanlı Kroniği 1299-1512, neşreden Prof. Dr. Necdet Öztürk  İstanbul, Bilge Kültür Sanat, 2013, sf 30-31

    Âşıkpaşazâde Ahmed Âşıkî – Tevârîh-i Âl-i Osmân, neşreden Nihal Atsız, c. I, İstanbul, Türkiye Yayınevi, 1949.

    Baykal, İsmail Hakkı – Enderun Mektebi Tarihi, c. I, İstanbul, Halûk Matbaası, 1953.

    Dânişmend, İsmail Hâmî – İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. I, İstanbul, Türkiye Yayınevi, 1949.

    Fatma Aliye – Kosova Zaferi – Ankara Hezimeti, İstanbul, Kanaat Matbaası, 1331 (1915).

    Feridun Bey – Mecmua-i Münşeât-ı Selâtîn, neşreden Ahmet Vahîd, c. I, İstanbul, 1274 (1858).

    Gibbons, Herbert Adams – Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, çev. Ragıp Hulûsî, İstanbul, Devlet Matbaası, 1928.

    Hadidî  Tarihi – neşreden Prof. Dr. Necdet Öztürk  İstanbul, Bilge Kültür Sanat, 2013, sf 94-100

    Hammer – Tarih-i Devlet-i Osmaniye, çev. Mehmet Atâ, c. I, IV, İstanbul, Selânik Matbaası, 1329 (1913), 1930.

    Hayrullah Efendi – Devlet-i Aliyye-i Osmaniye Tarihi, c. I, III, IV, İstanbul, Tabhane-i Âmire, 1280 (1864).

    Hoca Sâdeddîn – Tâcü’t-Tevârîh c1, Kültür Bakanlığı Yayınları, İsmet Parmaksızoğlu, Ankara1992, sf 174-191

    Kemâlpaşazâde – Tevârîh-i Âl-i Osmân, İstanbul.

    Kuppelwieser L. Feldmarschall – Die Kaempfe Ungarens Mit Der Osmanen, Wien und Leipzig, 1899.

    Mehmet Mazhar Fevzi – Haber-i Sahih, c. I, III, İstanbul, 1327 (1911).

    Mükremin – Kosova 1389, İstanbul, Askerî Matbaa, 1931.

    Neşrî – Kitâb-ı Cihannümâ, neşreden Prof. Dr. Necdet Öztürk  İstanbul, Bilge Kültür Sanat, 2013. sf 110-129

    Oruç Bey Tarihi, Edirneli Oruç Bey, neşreden Nihal Atsız, Tercüman 1001 Temel Eser,1972. sf 46-47

    Ruhi Tarihi – Türkiyat Enstitüsü, No. 6211.

    Silkütü'l-Leâlî Âl-i Osman, Ahmed Hasib Efendi, neşreden Göker İnan, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İstanbul 2021 sf: 336-345

    Selatinname, Kemal-Manzum Osmanlı Tarihi, neşreden Prof. Dr. Necdet Öztürk  İstanbul, Bilge Kültür Sanat, 2013, sf 32-33

    Sertoğlu, Mithat – Resimli Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul, İstanbul Matbaası, 1958.

    Tayyârzâde Ahmed Atâ – Tarih-i Atâ, c. I, İstanbul, Şeyh Yahya Efendi Matbaası, 1291-93 (1875-77).

    Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, c. III, Ks. I, (1299-1451); Ankara, Gnkur. Basımevi, 1964.

    Uzunçarşılı, İsmail Hakkı – Osmanlı Tarihi, c. I, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1947.

    Uzunçarşılı, İsmail Hakkı – Anadolu Beylikleri, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1937.

    Uzunçarşılı, İsmail Hakkı – Kapıkulu Ocakları, c. I, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1943.

    Aktepe, M. Münir – Kosova Maddesi, İslâm Ansiklopedisi, c. VI, İstanbul, Maarif Basımevi, 1955, s. 869–876.

    Aurel Decei – Dobruca, İslâm Ansiklopedisi, c. III, İstanbul, Millî Eğitim Basımevi, 1945, s. 628–643.

    Uzunçarşılı, İsmail Hakkı – Murad I Maddesi, İslâm Ansiklopedisi, c. VIII, İstanbul, Maarif Basımevi, 1960, s. 587–598.

    https://islamansiklopedisi.org.tr/kosova-savaslari

    https://www.msb.gov.tr/Content/Upload/Docs/askeritariharsiv/39_tskt_birinci_kosova_15_haz_1389.pdf

    https://tr.wikipedia.org/wiki/I._Kosova_Muharebesi

    https://tr.wikipedia.org/wiki/Plo%C5%9Fnik_Muharebesi

    https://tr.wikipedia.org/wiki/I._Murad_T%C3%BCrbesi#:~:text=T%C3%BCrbe%2C%20Pri%C5%9Ftine%20ile%20bir%20sonraki,%C3%87ok%20%C3%B6nemli%20bir%20ziyaret%20yeridir.

    https://derstarih.com/birinci-kosova-savasi/

    https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/637050

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.