Herkesin doğup büyüdüğü, okuyup öğrendiği, çalışıp yetiştiği; kimi zaman dışarıdan sunulan, kimi zaman kişinin kendine sunduğu imkânlar farklıdır.
Kimi zorlu koşullarda, kimi şımarık hallerde, kimi yaman ellerde, kimi kötekle, kimi sevgiyle…
Bir şekilde herkes doğar, büyür, öğrenir, şekillenir.
Karışırken hayata, bambaşka koşullardan gelen herkes; uyumlanarak ya da en azından uyumlanmaya çalışarak devam ettirir gündelik hâlini.
Kimin ne olduğunu bilmeden akıp gidiyor zaman.
İş yerindeki çaycı Ahmet Abi’nin 18 yaşına kadar esirgeme yurdunda kaldığını, en yakın arkadaşının sevgilisi Emre’nin çocukluğundan beri babasından dayak yediğini, okulda en arka sırada oturan Melisa’nın annesiz büyüdüğünü, her zaman gittiğin kafenin sahibi Gökhan Abi’nin bipolar olduğunu bilmeden geçiyor günler.
Ahmet Abi, çay verdiği kadar var yaşantımızda; Melisa uzaktan çok güçlü, çok güzel görünüyor.
Gökhan Abi’nin kafesi insana huzur veriyor.
Yakın arkadaşının sevgilisi Emre ise mecburen enişten işte.
Hayatta uyumlanmaya çalışırken, hikâyesi bambaşka olan herkes; aynı iş ortamını, aynı sınıfı, aynı kafeyi, aynı hayatı paylaşırken…
Uyumlanamayıp “ben böyleyim” diyendir bana bu satırları yazdıran.
⸻
Öncelikle sen kimsin?
Kişi, 25 yaşını geçmişse artık bir şekilde “ortalama” olduğu için mecburen bir arada bulunduğu topluluk içinde haddini bilerek devam etmeli yaşantısına.
“Ortalama” diyorum, çünkü kendini özel sanıp ben buyum kisvesi altında büyüyenin zaten aile şirketinde patron olması gerekiyor.
Ya da kendi ofisinin, dükkânının, malının, mülkünün patronu olmalı.
Patron, çaycıya bağırmaz çünkü.
Patron, Gökhan Abi'nin sikkoş bohem huzur dolu,salaş kafesinde takılmaz; Melisa’yı, Emre’yi tanımıyordur bile.
Belki de çoktan Amalfi’dedir.
Bunlardan birine sahip olmak hadsizliğe bahane olmamalı elbette.
Ve istisnalar elbette vardır.
Hepimizin boktan patronları olmuştur.
Benim meselem o değil.
Benim kavgam, dümdüz ortalamalarla.
Aynı sınıfı, aynı kantini, aynı ofisi, aynı binayı, aynı yemekhaneyi paylaşanlarla.
O sınıfta annesi okul-aile birliği başkanı olan da bir, annesi olmayan da.
Aynı iş yerinde müdür de bir, çaycı da.
(Rütbeden bahsetmiyorum; rütbede bağırabilmek, aşağılama hakkı demek değildir zaten.)
Aynı iş yerinde hadsizce sesler yükselmemeli işte Ahmet Abi’ye.
Hoşlanılmıyorsa yaptığı çaydan, gerekirse poşet çay taşınmalı.
Melisa’ya hiç dokunulmamalı, Emre deşilmemeli. Öylece sessizce kabullenilmeli.
Gökhan Abi’nin karşısına geçip “Abiii, yaşıyorsun bu hayatı!” denmemeli.
Hiç kimse, kimin ne yaşadığını bilmeden — eğer dostu, canı değilse — ağzından çıkanların karşı tarafta nasıl bir yankı bıraktığını tahmin edemeyeceğinden, o sesini bir kesmeli.
Ben buyum kisvesi altında karşısındakinin boynunu büken herkese,
“Öncelikle sen kimsin?” çağrısı yapılması dileğiyle.



Yorum Bırakın