BÜYÜK RESSAM VE KÜÇÜK SİNEKLER

BÜYÜK RESSAM VE KÜÇÜK SİNEKLER
  • 0
    0
    0
    0
  • Sınırlarını ezberlediğim bu günler, her bir gece yatağıma girerken alıştığım pijamalar gibi üzerime oturdular . Getirisini ve götürüsünü bildiğim tüm bu günler, hayatın birer acı parçasından ibaretler . Onların ruhlarına bizleri alıştırmak, koca tanrının, bizlere baktığı kara mizah penceresinin büyük bir parçası olsa gerek...

    Bunca bilindik şeyi tekrar tekrar yaşarken, tanrının bizlere bildirdiği '' Geleceği sadece ben bilirim '' penceresi oldukça tuhaf ve ironik geliyor mu sizlere de ? Yaşadığın hayatın içerisinde var olan ve yarınına dair var olacak şeyleri iyi bildiğin sezilerini , tanrının biraz bile olsun törpülemeden sergilediği bu tavrı yadırgamışımdır hep. Garip göndermelerin var olduğu ancak bir türlü rayına oturtulmayan bir sürü süreçten ibaret bu hayatın tohumlarını etrafa saçarken, fırçasını vurduğu her yerde hasarlı zihinler, vahşi yaratıklar, sistemsel ilerleyen akışı çatlatacak derin yarıklar resmeden bir sanatçıdan bahsediyoruz. Onu kararlı kılan şey de bizi kararsız kılmak ne tuhaf ... 

    Durmak bilmeyen bir döngüde uğraş, uğraştıkça kazan, kazandıkça öde, ödedikçe daha çok çalış ve emek döngüsüyle mutlu ol fetişizminde, mental gücünü kaybeden onca varlığın, yollarını kaybetmesini günahlaştıran tuhaf bir senaryosu var büyük ressamın . Dengesini ince işçilik ile ördüğünü söylediği bu yaşam içerisinde, en sıcak, en  samimi ve temiz duygularımı, en doğru gözüktüğüm anlarda yitirdiğimi biliyorum . Bu ceza, hediye, uygunluk, neden sonuç ilişkili çıkarımsal düzenin içerisinde, kirlenen bir tarafın tamamen hür, bir kısmının ise yaptırım korkusu ve vicdan mahkemesi ile donatılmış çatışmalar içerisinde kayboluşu da başka bir mizahı olsa gerek büyük ressamın . Büyük tuval ve küçük sinekler mekanizması içerisindeki sevginin betimlenişi beni hep güldürür . En büyüğe karşı fedakar olmak zorundasın çünkü küçüksün mantığından doğan bu yönlendirmeli arzuya '' SEVGİYE '' ne  kadar da açız değil mi ? Garip beklentilerimizin en büyüğünün, en öz ihtiyaçlarımızdan biri olduğunu söylerler, piramit içerisinde '' Buna kesinlikle açsın '' denilmesi ve ruhun bu duruma tamamen güdümlü tetiklenmesi ...

    Yaşadığımız her anın içerisinde kabul görmek isteyerek yola çıkıp, pek çok kapıda reddedilerek oluşturduğumuz diğer kimlikler ve zamanla kabul görmemişliğini unutup kibirle kaplanıp, bir kalemle birlikte geçmişin izlerini silip atmamız . Minik tanrı rollerini, her gün daha da çok benimseyişimiz, başkalarına karşı ruhunda ve bedeninde talepkar düşünceler yaratmak adına, arzu rollenmeleri oluşturmak ve daha yüce bir benlik inşası . Hepimizin içerisinde oluşan bir yıkım var bu noktada . Hayatın getirdiği monotonluk ve çok uzun süre sonrasında değişen birkaç şeyin içerisinde de olumsuz bir dokunuşun getirdiği vahşi, kaotik, yapışkan, içsel ve gürültülü bu güdüler, bizleri, gözlerimizin ardında ve ötesinde bambaşka bir şeye çevirip iç dünyamızı büyük şiddetli ve ruhsal merkezli olarak sarsıyor . Affetmek ve affedilmek yerine , bir süre sonra ezmek ve geçmek modelli adımlar atarak ruhlarımızı bulundukları o çukurlardan çekip çıkarmaya çalışıyoruz . Tanrının, insanlar arasındaki gerilime ve çekime bıraktığı bunca kararın içerisinde doğru yeri bulmak için, satranç tahtası üzerinde, kendisinden daha büyük manevralar yapabilen onca taşın arasında korkuyla ve çekinceyle hareket etmeye çalışan piyonlardan halliceyiz aslında . Kendimize suni maskeler takarak yaptığımız bunca kamuflajın ardında ruhlarımız ne kadar da titrek değil mi ? Kusursuz gözükme çabası hepimizin eti gibi oldu ancak kusursuz olmaktan bir o kadar da uzağız . Vahşice sömüren, vahşice nefes alan ve her bir adımında bir diğerinden ayrışmaya çabalayan o garip gurur duvarlarıyla kaplı tuhaf bir uçurum kalesi gibiyiz . Benliklerce çatışalım, çatıştıkça büyüyelim ve daha büyüğüne çarptıkça oturup ağlayalım . Kırılganlığı da sadece okun ucuna kendimiz gelince anlayalım .  Tanrının öfkesini anlayabildiğim bir nokta varsa o da budur . Her bir küçük tırtılın kanatlanıp kelebek olduğu zaman evrimini tanımayıp kibir tozunda yükselişi ve kendini katman olarak yüceleştirmesi , büyük hesapları olan bir ressam için zedeleyici olmalı . Ruhun tatmini adına sergilenen oyunun, oyunun kendisini aşması bir yazarın kalemini incitiyor olmalı . 

    İnsanlar arasında dururken, kendi farkındalığıma sarılınca onlar gibi davranamayışımı buna yoruyorum bazen . Garip garip sallanmak, sıkılmak, kaçmaya yeltenmek ve aidiyet hissedememek . Tüm bu kimlik inşasını tamamlamak için çırpınıp duran kişilerin arasında, acıyorsam acıyıp, kanıyorsam kanayıp, mutluysam gülümseyip, bu garip rollenmeleri ve stratejik duruşları es geçerek, özümle var olup, kabul görmek ya da görmemeyi hiçe sayarak '' OLMAK YA DA OLMAMAK ! İŞTE BÜTÜN MESELE BU ! '' diyorum . Olmak ya da olmamak . Gerçekten bütün mesele bu . Oluyormuş ya da olmuyormuş gibi gözükmeye çalışmak, pek çok açıdan insanın ruhunu yüceltmek için sığındığı özünde vasat ancak dışarıdan kuvvetli gözüken garip yalanlardan ibaret . Günün sonunda ise gerçek denilen bir kavramın pençesinde döner yaşam . İnşası için yoğun çaba harcadığınız tüm o sahte uğraşlar içerisinde sıkışıp kalmış sadece tek bir şeyin gerçekliği vardır . Herkes gidince sahne yine ona kalır . Tüm bu iğneleyici süreçlerin içerisinde mücadele çabasıyla dönüşülmüş şeylerin içerisinde yalın olan tek bir şey vardır . Her şey bittiğinde kendisini ortaya çıkaran o şeyi, en büyük inkar mekanizmasıyla bile reddedemezsin . Nihayetinde her kaçışın sona erdiği bir öz vardır . Tüm bu suni tanrıcıkların da karşılaşacağı, mutlak bir şekilde görmek zorunda kalacakları o '' NİHAİ ÖZ ''


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.