BİR VAHŞETİN İKİ FARKLI KIYISI

BİR VAHŞETİN İKİ FARKLI KIYISI
  • 0
    0
    0
    0
  • Korktuğun şeyin ne olduğunu biliyorum. Ruhunun çıplak, üşümüş ve duvarlarını bile içine sığdıramayan hâlini ilk gördüğüm an, kendi içimde de bir yer söndü. Seni saldırganlaştıran, kabalığına sebep olan şeyin tam da bu olduğunu biliyorum: saklamaya çalıştığın titreşim, kalbinde yankılanan o çıplak çıtırtı.

    Gözlerin bana değdiğinde kaçıyorsun, ama ben seni bütün çıplaklığınla görüyorum. Kelimelerim tenine bir bıçak gibi değiyor; dokunuşlarım, zihninin inkar mekanizmasının kapılarını zorluyor. Biliyorum, benim gerçekliğim senin için fazla gürültülü. İçinde yıllarca yankılanan o sesler kadar gerçek ve o kadar kalabalık.

    Ve işte bu yüzden benden nefret ediyor, aynı ölçüde de çekiliyorsun bana. İçten içe bir heyecan duyduğunu biliyorum — çünkü biri nihayet “orada duran seni” gördü. Kabuğunu tutuşturan bir dokunuş gibiyim senin için, ama sen bastırmak istiyorsun. Çizdiğin resmin, yıllardır özenle ördüğün dış kabuğunun ansızın dağılmasından korkuyorsun. O yüzden saldırıyorsun, o yüzden kaçıyorsun.

    Ben seni avuçlarımda hissedebildiğim için korkuyorsun.
    Ve sen haklısın; o karanlık, açığa çıkınca ürkütücü oluyor.

    Aydan ve yıldızlardan arındırdığın gecende odalarında dolaşan uğultuyum artık. Bana “vahşi” diyorsun, “ürkütücü” diyorsun, “hiddetli” diyorsun — çünkü ben senin tüm suni koşullarının içindeki en acı gerçeğim. Gözlerinin anlatmaya korktuğu yerlerde varım. Senin için oradayım, tam merkezde.

    Hatırlayacaksın beni; ruhunda bir çığlık gibi.
    Tedirginlik yaratan gerçeklerini düşündüğünde, benim bıraktığım donuk heykelciklerin arasında dolaşacaksın. Yalnız olsan da, bir başkasının gölgesine sığınsan da fark etmeyecek.

    Ben bir şey ekmedim içine; senin çürüyen, vahşileşmiş taraflarının arasına yalnızca karıştım. Nefretle hazzı aynı anda tattığın anların bir yankısıyım. Basit değilim, mutlu edici değilim. Sıradan bir “şey” olmayı hiç istemedim. Senin gömülü, kuytu parçanın karanlık bir kırılmasıyım.

    Ne seni tolere edebildim, ne kendimi.
    İkimiz de başkalaşmış duyguların sisinde iki silüettik sadece.
    Belki de ilk temasımız, içindeki susuz kalmış köpeğe diş göstermemle başladı.
    Senin kadar vahşi oldum; kendi yaralarımdan akarak öğrendim bunu.

    Sonra kaçtık.
    Acıyan her şey gibi.

    Bizi hiçbir sahte duygu onaramadı. Saplandığımız yerden kıpırdayamayan iki sivri mızrak gibiydik. İçimde bir eşik deldin, ben de senin özünü gördüm. Sen beni inceliğimden kırdın; ben seni közlerinden tutuşturdum. Dehşetin içinde, birbirimizin boğazına sarılmadan, ama nefesimizi birbirimizin ensesinde hissederek dans ettik.

    Çünkü senin kelimelerinin ardında olanı gördüm.
    Ve sen de benimkilerin ardında sakladığımı biliyorsun.

    Ama uçurum büyüktü.
    Truva atı gibiydik: ne hediye, ne düşman.
    Kuytulardan uzattık ellerimizi, ama barış dalını görmedik.
    Dikenlerimiz önce bizi kanattı, sonra sarmaya çalıştığımız uysal duyguları.

    Seni kanımda vahşi bir kahkaha gibi hissettim; ama ağlamadım.
    Çünkü seni var saymanın rengi bulanıktı.
    Bir yolculuk uzakta duran güzel bir manzaranın birden alev alması gibiydi seninle yaşadıklarım.

    Şimdi sana, adımlarımın yönünü görebilmenin garip saygısıyla yazıyorum.

    Sen satırlarca karanlıksın.
    Ben ise hiçbir hiciv yazısının aydınlatamayacağı kadar muhalif duygularla kaplıyım.
    Zarif bir karanlığın iki yankısıydık sadece.

    Bu mektup bir virgül değil.
    Devam edilemeyecek kadar yırtık bir nokta da değil.

    Bu… sadece sana yazılmış karanlık bir hakikat.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.