İran Sineması'nın minimalist ama bir o kadar da çarpıcı filmlerinden “Close Up”ın hikayesi gerçek bir olaydan alınmış. Bu esere film demek doğru olmaz. Belgesel de değil, hayatın ta kendisi demek daha doğru olur.
Konusundan bahsedelim. Film, kendini ünlü yönetmen Mohsen Makhmalbaf olarak tanıtan sinema aşığı fakir adamın (Hüseyin Sabzian), yalanının ortaya çıkması sonucunda yargılanmasını anlatıyor. Yaşamak istediği hayatı yaşayamayan, bu yüzden de oyun oynamayı tercih eden adamın hikayesi. Kendini neden Makhmalbaf olarak tanıttığını mahkemede anlatırken çakma Makhmalbaf'a hayran kaldık. Bu adamın gerçekten sanata, sinemaya olan tutkusunda ilginç bir gerçeklik var. Sonuç olarak o zaman şuan kendimi oynuyorum deyişinde, Tolstoy'dan alıntı yaptığında, hakimle konuşurken araya sanatla ilgili kısa ve öz ifadelerde bulunduğunda, adamın kendisine değil sinemaya olan tutkusuna hayran kalıyorsunuz. Hakim bile adama boş boş bakıyor, bu tutkuyu anlamakta zorluk çekiyor. Zaten hakimin çocuğu anladığını da düşünmüyoruz, sadece iyi niyetli olduğuna inanıyor ve davacılardan adamı affetmelerini istiyor.
Filmdeki boş sprey kutusunun, tıngır mıngır ilerlerken muhabir tarafından tekmelenmesinin Sabzian'ın hikayesini sembolize ettiğini düşüyoruz. Bunu da imkansızlıklarla dolu bir toplumdaki fakir adamın, bir oyuna kalkışıp yalanının ortaya çıkması sonucunda her şeyin berbat olması, yani muhabirin boya kutusuna tekme atması olarak görüyoruz.
Asıl ilginçlik ise filmin son sahnesi. Yönetmen, Makhmalbaf'a bir yaka mikrofonu takıp bütün olan biteni çekmek üzere yerine geçiyor. Muhtemelen montajda eklediğini düşündüğümüz; 15 yıllık yaka mikrofonunun bozuk olduğunu fark etmeyip çalışmadığını belirtmesi, Kiyarüstemi'nin izleyicilerden özür dileme şekli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü bu sahnenin tekrar tekrar çekilme gibi bir lüksü yok. Sabzian, mahkemeden çıktığında, dışarıda hayranı olduğu ve yerine geçtiği motosikletiyle gelen Makhmalbaf'ı görünce göz yaşlarına boğulup elini öpmeye çalışması, motosikletine atlayıp yalan söylediği aileye özür ziyareti ve teşekkür etmeye giderken önce sarı sonra kırmızı çiçek alması ve bütün olan bitenin çatlak bir camın arkasından sessiz sedasız çekilmesi, tüylerimizin diken diken olmasında yeterli oluyor.
Bizim fikrimiz ise mahkeme sahneleri dışındaki tüm sahnelerin kurmaca olduğunu biliyoruz ama Abbas Kiyarüstemi, kurmacanın tarifini altüst ediyor. Kurmaca sahnelerde gerçek olaylar tekrar canlandırılırken herkes kendisini oynuyor. İran Sineması'nın en büyük yönetmenlerinden biri olan Kiyarüstemi, hayat kadar gerçek bir sinemayı hayatımıza sokarken herkesin bir bahanesi olduğunu gösteriyor. Tekrar söylüyoruz; film desek değil, belgesel desek hiç değil, bu eser hayatın ta kendisi.
Yorum Bırakın