Zelig, kendisini "Annie Hall (1977), Manhattan (1979), Hannah and Her Sisters (1986), Sleeper (1973), Midnight in Paris (2011)" gibi birçok ses getiren filmiyle tanıdığımız Amerikalı yönetmen Woody Allen'ın mokümanter tarzda çektiği 1983 yapımı bir film. Mokümanter terimi; konuyu belgesel olarak ele alan, hiciv ya da parodi amaçlı yapılan komedi filmleri için kullanılıyor. Woody Allen'ın "sahte belgesel" olarak isimlendirdiği bu tarzda, genellikle gerçek olmayan bir hikaye ve belgelerle birlikte olaylar gerçekmiş gibi anlatılıyor. Bu anlamda türünün en başarılı işlerinden olan Zelig'i izlerken, hikayenin tüm absürtlüğüne rağmen "gerçekten böyle bir şey yaşanmış olabilir mi?" diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz.
Baş rollerini Woody Allen ve eski eşi Mia Farrow'un paylaştığı filmde, 1920'lerin "Jazz Dönemi" Amerikası'nda yaşayan Leonard Zelig (Woody Allen) adındaki bir adamın konformist eğilimlerinin nasıl uç noktalara taşındığını görüyoruz. Sadece toplum tarafından kabul görmek ve sevilmek için yanındaki insanların şeklini alan Zelig, tam anlamıyla bir bukalemun insandır. Aile içi şiddet sorunları ve Yahudi olmasından ötürü oldukça sancılı geçen bir çocukluğun ardından, kendisini korumak ve asıl kimliğini gizlemek için ortamlarda olmadığı biri gibi davranmaya başlamıştır. Bu durum daha sonra o kadar ciddi bir hal alır ki Zelig'in görüntüsü, dili ve yetenekleri de yanındakilere göre otomatik olarak değişir. Zelig artık zenci bir jazz sanatçının yanında zenci bir müzisyene, bir Kızılderili'nin yanında Kızılderili'ye dönüşebilmektedir.
"Yıllar önce. Aziz Patrick günü. Bir bara girdim. Yeşil bir elbise giymiyordum. Beni elleriyle gösteriyorlardı. Ben de İrlandalı oldum. Saçlarım kızıllaştı, burnum kızarmaya başladı. Büyük patates kıtlığından ve küçük insanlardan konuşmaya başladım.”
Bir süre sonra insanlar tarafından fark edilen bu durum, basına yansır ve Zelig dönemin en çok konuşulan, gazetelerin manşetlerinden düşmeyen bir popüler kültür ucubesine dönüşür. Üstünde Zelig'in fotoğrafının bulunduğu bukalemun oyuncakları, saatleri, şapkaları piyasaya sürülür hatta danslara bukalemunvari figürler bile eklenir.
[caption id="attachment_113820" align="alignnone" width="400"] Jazz Dönemi- ABD[/caption]
Ciddi bir vaka olması nedeniyle tıp dünyasının da yakından takip ettiği ve hastalığı hakkında türlü teorilerin ortaya atıldığı Zelig, yalnızca psikiyatrist Dr. Eudora Fletcher (Mia Farrow) tarafından gerçekten iyileştirilebilir bir insan olarak görülür. Psikiyatristler ile görüşürken hemen bir psikiyatra dönüşen Zelig, ilk karşılaşmalarında Fletcher'ı şaşkınlığa uğratır. O kadar kendisinden emin ve ağır psikolojik terimlerle konuşmaktadır ki dışarıdan birisinin Zelig'i psikiyatrist sanmaması mümkün değildir. Yine de umudunu kaybetmeyen Fletcher, hiptonize yöntemiyle Zelig'in iç dünyasına inerek onun gerçek kimliğini bulmaya çalışır ve tedaviye başlar.
[caption id="attachment_113819" align="alignnone" width="451"] Dr. Fletcher[/caption]
Mokümanter tarzda bir film olarak Zelig; röportaj kesitlerinin inandırıcılığı, oyuncu tercihleri, resmi belgeleri ve kayıtlarıyla o kadar titiz hazırlanmış ki daha normal bir konuyu ele alıyor olsa gerçek bir belgesel olarak sunulabilir. Bunun yanında dönemin sığ, tüketici, gösterişçi Amerikası'na ve Yahudilere yönelik eleştirel diyaloglar, bize Woody Allen'ın ne kadar güçlü ve zeki bir kalemi olduğunu gösterir nitelikte.
“On iki yaşındayım. Sinagoga gidiyorum. Hahama hayatın anlamını soruyorum. Bana hayatın anlamını söylüyor… Ama İbranice olarak. İbranice bilmiyorum. Bana 600$ karşılığında İbranice dersi vermek istiyor."
Film, tüm ilginçliğinin yanı sıra izlerken seyirciye verdiği keyifle yönetmenin filmografisindeki önemli işlerden biri olarak yerini alıyor. Kişinin bir "kimlik" sahibi olabilmesi, kendini olduğu gibi kabul edip; fikirlerini linç edilme korkusuna girmeden açıkça ifade edebilmesi gibi sorunları başta "kimliksiz" bir adam etrafında işleyen ve bu adamın iyileşme sürecinde yaşadığı trajikomik olayları usta bir dille ele alan Allen, sonradan aslında bize önemli olan şeyin "normal olmak" olmadığını gösteriyor ve bunu da yeterince güçlü bir kavrama bağlayarak yapıyor: Aşk.
Kaynak: 1
Yorum Bırakın