Daughters of The Dust, 1991 yılında yayınlanmış ve Judie Dash tarafından yazılıp yönetilmiş, Amerika ana kıtasından ayrı kalan tenha adalardan birinde Gullah kültürüyle yaşayan Peazant ailesinin ana kıta Amerika'ya geçişini anlatan bir hikaye. Okullarımızdaki derslerde görmediğimiz, tarihteki varlığını hayal meyal hatırladığımız köle ticaretinin yasaklanmasının ardından 47 yıl sonra, 1902'de geçiyor film.
Evet, 1902 çok uzak bir tarih gibi gözükmüyor, her ne kadar insanlık tarihi olarak köleliğin uzun yüzyıllar önce bittiğine inanmak istesek de 20. yüzyılın başlarında geçen bu filmde, hala köleliğin o utanç verici izlerinin aile büyüklerinin boyalardan kalıcı olarak lekelenmiş ellerinde, çocuklarına koydukları isimlerde, hafızalarında dün gibi yaşandığını görüyoruz. Hatta öyle ki, mezar taşlarında bile, bir aile büyüğünün ölüm tarihi özgürlüğün 2. yılı olarak yazılmış, köleliklerinin bittiği gün onlar için yeni bir milat olmuş.
Amerikan kıyılarında Güney Carolina ve Georgia'nın karşısında kalan bu adanın özel bir yönü var. Ana kıtaya bağlantılı olmadıkları için köklerini unutmamışlar ve Afrika kültürünü yaşatabilmişler. Filmdeki her çaput, her Hoodoo büyüsü, Nana'nın teneke kutusundaki muskalar, bardaklardaki çiçekler, adanın kızlarının saç modelleri, hepsi ana vatanlarına olan bağlantılarını, özlerini unutmadıklarının birer sembolü.
Fakat filmdeki her karakter için durum böyle değil. Ana kıtaya geçiş yapmış karakterlerden Yellow Mary, adaya dönüşünde ailesi tarafından hiç de sıcak karşılanmıyor. Adayı terk edip ana karada seks işçiliği yaparak geçimini sağlayan Yellow Mary, ailesinin çoğu ferdi tarafından kötü, kırık, bozuk, özünü unutmuş bir kadın olarak görülüyor. Aynı zamanda ana kıtaya geçiş yapanlardan bir başkası olan Viola da eski inançlarını tamamen bırakıp Hristiyanlığı kabul etmiş ve bir misyoner olmuş. Ana karada bulunduğu bir dönemde tecavüze uğrayan Eula ise hamileliğini, eşinin çocuğun babası olup olmadığını bilemeyişinin gölgesinde geçiriyor.
Ana kıtayla özleştirilen bütün bu kötülüklerden dolayı yıllardır yaşadıkları, köleyken sürdükleri, hatta yeni bir kültür doğurdukları toprakları bırakmak konusunda tedirgin olan Peazant ailesinin yolculuk zamanı geldiğinde, hiç beklenmeyen bir şekilde kendi hür iradesiyle adadan giden Yellow Mary'nin adada kalmak istemesi herkesi şok ediyor. Evet, elbette birileri bu denizleri geçmek, yeni bir dünyaya, hayata açılmak zorunda. Filmde de dendiği gibi, devir değişiyor ve insanlar da devirle değişmeli fakat birileri de geçmişin acılarına, hatıralara sahip çıkmalı. Birileri geride kalıp jenerasyonlarca süregelen bu kültürü korumalı, ona ait hissetmeli ve onu yaşatmalı.
Yorum Bırakın