Da Vinci Şifresi için, topladığı bunca ilgi ile Amerikalı yazar Dan Brown'un en ünlü eseri diyebiliriz. Romanlarında ilginç temaları temel alan, özellikle dine ve sanata değinen yazar, bu kitabında da Leonardo da Vinci'nin eserleri aracılığıyla Hristiyanlığın geçmişine iniyor. İlgisini çeken mekanlar hakkında yazmayı sevdiğini söyleyen Brown, bizi Louvre Müzesi'nde başlayıp yine orada biten ilgi çekici bir yolculuğa çıkarıyor romanında.
Louvre Müzesi'nin müdürü Jacques Saunière'in müzede gerçekleşen korkunç ölümü ve ardında bıraktığı cinayet mahali, cinayeti aydınlatmaya ve taşıdığı sırrı aktarmaya yarayacak ipuçlarıyla doludur. Sembol bilimi üzerinde bir uzman olan Robert Langdon olay yerine çağırılarak, maktülün kendini soktuğu şekil ve yazdığı yazılar hakkında fikir yürütmesi istenir. Kriptoloji bölümünden Ajan Sophie Neveu'nun olay yerine gelmesiyle Robert Langdon zanlı konumunda olduğunu öğrenir ve hikaye yön değiştirerek heyecanlı bir koşuşturmaya dönüşür. Fransız polisinden kaçan Robert ve Sophie, ipuçlarının ışığında buldukları adrese, André Vernet'in bankasına giderek Jacques Saunière'in onlara bıraktığı kripteksi bulurlar. Asıl zor olan ise bu kripteksi açmaya yarayacak şifreyi bulmaktır. Robert Langdon'ın, Jacques Saunière'in Sion Tarikatı ile bağlantısı olduğunu çözmesiyle cinayet yüzlerce yıllık bir savaşa bağlanır ve yardım için bir kutsal kase uzmanına danışırlar: Sir Leigh Teabing. Kitapta Mona Lisa, Kayalıklar Bakiresi, Son Akşam Yemeği gibi büyük eserlerinin yanı sıra, bir Sion Tarikatı üstadı olarak da anılır Leonardo da Vinci. Birçok komplo teorisinde adı geçen Sion Tarikatı, Kutsal Kase'nin bir nesne değil de bir kadın (Magdalalı Meryem) olduğuna inanan ve İsa'nın varisine dair sırları koruyan gizli bir örgüttür. Öldürülen Jacques Saunière örgütün son üstadıdır ve topluluğun gizli bilgilerini aktarmak için ipuçları bırakmıştır. Bunun için güvendiği insanlar ise yalnızca torunu Sophie ve sembol bilimci Robert Langdon'dır. İsa'nın bir varisi olması teorisi ise kilise ile tamamen zıttır. Kilise, yüzyıllardır İsa'nın Tanrı'nın oğlu olduğunu anlatır ve onun bir çocuğu olması fikri imkansızdır. Kutsal Kase'yi ortadan kaldırarak kilise hakkındaki büyük tehdidi yok etmek amacı ile Opus Dei adlı dini tarikat Silas'ı yollar. The Da Vinci Code (2006), genel olarak kitaba paralel ilerleyen bir uyarlama olmuş ama hataları var. İlk defa Robert Langdon rolüne giren Tom Hanks, her zamanki gibi başarılı bir iş çıkarmış ve karakteri ilerleyen filmlerde de görüyoruz. Audrey Tautou’nun canlandırdığı Sophie Neveu karakteri, kitaba göre oldukça pasif ve duygusal kalmış. Kitapta birçok konuda çözüme ulaşan kişi olmasına rağmen filmde, Langdon ve Teabing’in gölgesinde kalmış. Ian McKellen ve Paul Bettany ise role en çok yakışan isimlerden. Hikaye akışı kitaba uyumlu ilerliyor. Hatta kitapta heyecanı artırmak için bölünerek iç içe geçmiş sahneler, filmde de benzer bir oranda uygulanmış. Ancak farklılıklar tabi ki yok değil. Bulmacalar ve şifrelerle dolu kitap, okurken insanın aklını kurcalıyor ve merakta kalmasını sağlıyordu ancak filmi belli bir süreye sıkıştırma zorunluluğu, bu süreci oldukça kısaltmış. Şifreler üzerindeki düşünme süreci atlanarak hızlıca çözüme ulaşılmış. Kitapta tarihe dair uzun uzun açıklamalar ve bilgiler bulunurken film bunu da kısa kesmiş. Dolayısıyla anlaşılma konusunda sıkıntı yaşanmasa da, eksilen bilgiler ile hikaye ilginçliğini kaybediyor biraz. Leigh Teabing’in uçağı ile İngiltere’ye dönüş yolculuğunda açılan kripteksin içinden bir başka kripteks daha çıkıyordu, yani iki kripteks ve iki şifre vardı. İlk kripteksin şifresi olan ve hikmet anlamına gelen Sofia da Sophie’nin önemine ve kutsal kandan gelmiş olabileceğine dair büyük bir ipucuydu. Ancak film bu ilk kripteksi yok saymış. En büyük farklardan biri bu diyebiliriz. Kitapta, Robert’ın kitabı henüz çıkmamıştı ve Saunière’in kitaptan haberdar olmasının sebebi Robert’ın editörüydü. Ancak filmde, Robert’ın kitabı çıkmış olmakla birlikte Robert Langdon ve Jacques Saunière önceden tanışmış ve bir arada bulunmuştu. Son anlara dek film ana hikayeden sapmazken son sahneler kitap okuyucuları açısından biraz moral bozucu gelişiyor. Rosslyn Şapeli’nde olayları anlatan kişi, Sophie’nin büyük annesi olmuştu ve hatta kilisenin görevlisi Sophie’nin kazada öldü sandığı erkek kardeşiydi. Filmde mahzene inerek yapılan Kutsal Kase arayışı da yine kitapta olmayan bir sahneydi; Rosslyn’in mahzeni kapalıydı çünkü. Serinin devam filmlerini de yöneten Ron Howard, başarılı bir iş çıkarmış. Hans Zimmer’ın elinden çıkan müziklere sahip olan film ayrıca, Louvre müzesinde yapılan çekimlerd, sanat eserleri ile hoş görüntüler sunuyor. Sonuç olarak The Da Vinci Code (2006), farklılıklarına rağmen hayal kırıklığına uğratmayan, başarılı bir uyarlama olmuş. Kaynak: 1
Yorum Bırakın