Yıllardır pek çok roman ve pek çok korku filmine konu olan ünlü vampir Dracula'nın, ta Osmanlı’ya kadar dayanan oldukça ilginç bir hikayesi var. Gelin hep birlikte inceleyelim...
1402 yılındaki Ankara Savaşı’nı kaybettikten sonra yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Osmanlı Devleti, Sultan Çelebi Mehmet’in akılcı politikaları sayesinde ayağa kalkmayı başarmıştı. Siyasi birliği yeniden sağlayan Mehmet, Eflak ve Boğdan’a (Romanya) da sık sık seferler düzenlemişti. Onun vefatının ardından oğlu II.Murat tahta çıkacak, Eflak ve Boğdan’ı tam olarak hakimiyeti altına alacaktı.
O günlerde Romenler tarafından “Wallechia” olarak adlandırılan bu toprakların başında II.Vlad Dracul vardı. Vlad Dracul otoriteye büyük bir samimiyetle bağlı olduğunu kanıtlayabilmek adına iki oğlunu (III.Vlad Dracul ve Radu) Osmanlı Devleti’ne rehin olarak bırakmıştı. Bu küçük Romen çocukları Edirne sarayında adeta üzerlerine titrenerek büyük bir özenle yetiştirildiler. Gelecekte Eflak ve Boğdan’ı yönetmesi planlanan III.Vlad Dracul’a son derece kaliteli bir eğitim verildi. Küçük Vlad sarayda kardeşiyle birlikte koşuşturup oynadığı sıralarda kendisine çok iyi bir arkadaş da edinecekti. Aynı dersleri aynı zamanlarda almaya başladığı Şehzade Mehmet (Fatih Sultan Mehmet) ile kısa süre içerisinde dost oldular. Bu ikilinin yediği içtiği ayrı gitmiyordu artık. Birlikte kılıç kullanıyor, birlikte at biniyorlardı.
Fatih Sultan Mehmet
Yıllar su gibi akıp geçtikten sonra iki genç adamın yolları mecburen ayrıldı. Vlad Dracul kardeşi Radu ile birlikte memleketine geri döndü ve şehzade Mehmet babasının ölümünün ardından 1451'de tahta çıkarak Sultan ilan edildi. Vlad, ülkesinde bazı sıkıntılar yaşadıktan sonra 1456 yılında muhaliflerini mağlup edip idareyi eline almayı başardı. Hemen Fatih Sultan Mehmet’e bağlılığını bildirdi ve Fatih de çocukluk arkadaşını resmen Eflak ve Boğdan Voyvodası olarak tanıyıp ona son derece geniş yetkiler verdi. Her şey çok güzel gidiyordu. İki yakın arkadaş yıllarca hayalini kurdukları o yüksek makamlara sonunda erişmişlerdi işte.
Fakat birkaç sene içerisinde Vlad’ın hal ve hareketleri tamamen değişti. Bölgede esen bağımsızlık rüzgarları neticesinde Romen soylular ona yoğun bir baskı yapmaya başladılar. Babasının efsanevi bir savaşçı olduğundan bahsederek kendisini toparlamasını ve Osmanlı’ya olan bağlılığını bir an önce sonlandırmasını istediler. Vlad bu düşüncelerden ciddi bir şekilde etkilendi. Fatih’e saygı duysa da bağımsızlık sevdasının aklını çelmesine bir türlü engel olamıyordu. Ayrıca kafası karmakarışık planlarla yoğrulurken kendisini alkole verip emirlerine uymayanlara akıl almaz işkenceler yapmaya başladı. Kana susamışçasına etrafına saldırıyordu.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de Dracul olan soyadını Eski Romence’de “Şeytanın Oğlu” anlamına gelen “Dracula”ya dönüştürecekti. Tamamen çıldırmışçasına sarayının etrafına yüzlerce kazık çaktırdı ve kafasına göre suçladığı insanları bu kazıklara canlı canlı oturttu. Onların günlerce can çekişmesini seyretmekten zevk aldığı için düşmanlarının kanını içtiğine dair bir söylenti bile yayıldı. Ayrıca artık kendisinden bahsedilirken “Kazıklı Voyvoda” deniliyor, büyük bir korku duyuluyordu.
Zulmü bununla da sınırlı değildi tabii ki. Bir rivayete göre bir gün ülkesindeki bütün dilencileri sarayına toplayarak büyük bir ziyafet vermiş ve zavallı dilencilerin istedikleri kadar yiyip içmelerine müsaade ettikten sonra kapıları kapatarak hepsini canlı canlı yakmıştı. İlginç bir şekilde tüm bu vahşetten inanılmaz bir haz alıyordu, çünkü işkence yapmak onun için bir çeşit eğlence gibiydi.
Eflak ve Boğdan’da süren katliamlar çok geçmeden Fatih Sultan Mehmet’in kulağına kadar gitti. Vlad'ın bu tarz davranışlar sergileyeceğine inanamıyordu padişah. Bu nedenle hem vergi toplamaları hem de söylentileri araştırmaları için bir elçi heyetini görevlendirerek Dracula’ya gönderdi. İyice ruh sağlığını kaybeden voyvoda derhal bu heyeti idam ettirip kazığa oturttu. Durumu haber alan Fatih ona son bir şans daha vermek istedi ancak Dracula çığırından çıkarak Macarlarla ittifak yaptı ve bağımsızlığını ilan ettiğini duyurdu. Küçücük bir prensliği yöneten bu kan emici vahşi, koskoca Osmanlı İmparatorluğu’na ve Fatih Sultan Mehmet’e kafa tutacak kadar akıl ve izandan yoksundu artık.
Fatih bu hadsizlik karşısında oldukça hiddetlendi ve öfkesini kendisine kalkan ederek 1462 yılında Balkan Seferi'ne çıktı. Elçilerini öldürüp bir de isyan etme cüretini gösteren Dracula’nın kellesini istiyordu. Çocukluk arkadaşı masalı tamamen sona ermiş, bütün güzel anılar geçmişin derinliklerine gömülmüştü... Osmanlı ordusu güzergâh üzerinde yaklaşık 20 bin insanın kazığa geçirilmiş bedenleri ile karşılaşacak ama kesinlikle durmayacaktı.
Fatih, Dracula'yı destekleyen herkesi kılıçtan geçirip hakimiyeti tekrar sağladıktan sonra Kazıklı Voyvoda'nın 900 metre yüksekliğindeki Poeinari kalesinde saklandığını öğrendi. İşte tam da burada iki eski arkadaşın psikolojik savaşı başlayacaktı. Dracula aylarca direnerek kalesinden çıkmadı. Düşmanı kıstıran Osmanlı ordusu ise tam teçhizatlı bir şekilde bekliyor, savaş marşları söyleyip kılıçlarını birbirine vurarak Dracula'nın sinirlerini alt üst ediyordu. Nitekim Dracula’nın karısı Elizabeth bu duruma daha fazla dayanamadı ve kendisini kalenin yüksek duvarlarından aşağı bırakıp intihar etti. Bir süre sonra Fatih, basit bir voyvodanın İstanbul’u bu kadar boş bırakmaya değmeyeceği kanaatine vararak yanına aldığı birliğiyle beraber geri döndü. Ayrıca yeni voyvoda olarak Dracula'nın kardeşi Radu'yu atamayı da ihmal etmedi.
Halihazırda eşini kaybedip itibarını da ayaklar altına aldıran Dracula ise, Fatih'in gidişinden cesaret bularak canını kurtarmak adına son bir adım attı ve Macaristan’a kaçmayı başardı. Kaçarken geride bıraktığı topraklardaki kuyuları zehirleyecek, ekinleri yakacak ve tüm hayvanları katledecekti. Macaristan'da yıllarca sürgün hayatı yaşadıktan sonra ülkesine dönerek yönetimi devralmaya çalışmak gibi bir hata yapınca, Fatih’in emriyle 1476 yılında Transilvanya ormanlarında öldürüldü. Bir kazığa geçirilen kellesi de İstanbul'a gönderilip ibret olsun diye günlerce sokaklarda dolaştırıldı. Buradan da anladığımız üzere devlet işlerinde önem sırasına fazlasıyla dikkat eden Fatih Sultan Mehmet hiçbir ihaneti unutmaz, er ya da geç intikamını alırdı.
Kaynak: 1, 2,
Mustafa Gencer, ”Osmanlı Tarih Yazıcılarının Kazıklı Voyvoda Tasvirleri”
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi II. Cilt
Yorum Bırakın