Uygurlar'da Mimari Ve Sanat

Uygurlar'da Mimari Ve Sanat
  • 1
    0
    0
    1
  • Göktürkler’e bağlı bir beylik olarak yaşayan Uygurlar; 745 yılında Göktürk iktidarını devirerek Karabalsagun (Ordubalık) merkez olmak üzere kendi bağımsız devletlerini kurdular. Bu noktadan sonra Türk kültürüne kattıkları değerler ise oldukça dikkat çekici. Çünkü sadece askeri başarıları ile değil, sanata verdikleri önem ölçüsünde de son derece ünlüler. Gelin Uygurlar'ın mimari ve sanat alanındaki yapıtlarını birlikte inceleyelim.

    Öncelikle Türk tarihinde bir ilke imza atarak konar-göçer yaşam tarzına son veren Uygur halkı, yerleşik hayata geçmekle birlikte tarım ve imar faaliyetlerine girişmeye başladı. Artık zayıf çadırlar yerine dayanıklı evler inşa etmek gerekiyordu. Aynı zamanda savunma amacı da taşıyan bu evler; yarım metrelik kaidelerin üzerine oturtularak güneşte kurumuş balçıktan meydana gelen tuğlalardan yapıldı. Genellikle tek katlı olmakla beraber ikinci katın eklendiği de olurdu. Girişte birkaç basamak bulunur, iki kanatlı kapılardan girilirdi bu evlere. Ayrıca odaların her biri geniş bir avluya açılır ve böylece ferahlık ihtiyacı da giderilirdi.

    Yine diğer Türk devletlerinden ayrılarak din anlayışında da farklılığa gidecekti Uygurlar. Budizm ve Maniheizm dinini benimsemeleri hasebiyle kültürel faaliyetleri de bu eksende şekillendi. Hatta Türkistan coğrafyasında yeni yeni yayılmaya başlayan Budizm dininin Çin’e girmesinin en önemli vasıtası oldular. Türklerde daha önceleri görülmeyen tapınak olgusu Uygurların yeni din anlayışı ile birlikte gün yüzüne çıktı. Bu tapınakların ana malzemeleri; taş, tuğla ve kerpiçti. Geniş avlularının ortasına tapınağın adandığı kişinin heykeli konulur ve pencere yoktur.

    Bununla birlikte Uygurlar’ın; surlu şehirler, türbeler, kaleler, külliyeler ve akarsu ile göllerin bulunduğu bahçeler inşa ettiğini biliyoruz. Uygur Beyleri, siyasi otoriteyi sağlamanın yanı sıra ekonomiye de el atarak toprağı verimli bir şekilde işletecek ve tüccarlar vasıtasıyla ülkenin refah seviyesini yükseltmeyi başaracaktı. Halk bu sayede rahatlıkla kültürel faaliyetlere yöneldi. Bilginler edebî sahalardaki çalışmalarıyla fikrî ihtiyacı giderirken; sanatkârlar ise heykel, tablo ve minyatürleriyle toplumun ruh dinginliğini sağlıyordu. Pek tabii ki böylesine huzurlu bir ortamda özgürce sanat icra ediyor olmak o devirde eşine az rastlanır bir durumdu.


    Uygur freski

    Yazma eserlere fazlasıyla önem veren Uygurlar, matbaacılığa yöneldiler. Halihazırda var olan ağaç matbaa tekniğini Çinliler ve özellikle Budist rahipler sıklıkla kullanıyordu fakat Uygurlar bugünkü tarzda hareketli harfleri keşfederek dünya tarihinde bir ilk yaratmayı başardılar. Arkeolog Helmuth Bossert, yapılan kazılar sonucunda hareketli matbaanın bir Türk buluşu olduğunu ortaya koydu. Ayrıca Tun-Huang mağarasında bulunan tahta Uygur harfleri ve vesikalar da bu duruma kanıt olarak gösterilmektedir.

    Uygurlar köklü bir yazı kültürüne sahip oldukları için pek çok farklı alfabeyi kullanma yolunu seçtiler. Burada özellikle Göktürk, Soğd ve Arap alfabeleri örnek olarak verilebilir. Kazanılan zaferleri anlattıkları Şine Usu, Terhin ve Karabalsagun kitabelerinin tarihi önemi ise oldukça büyük.


    Moğolistan'da bulunan Karabalsagun Kitabesi

    Uygur sanatının mihenk taşı olarak kabul edilen duvar resimlerine gelecek olursak eğer, bunların son derece değerli şaheserler olduğunu söyleyebiliriz. Aslında bu durum daha çok Mani ve Buda dinleriyle ilgili. Özellikle Maniheizm dininin kurucusu Mani’nin yetenekli bir ressam olması ve tapınaklarını tablolarla süslemesi de fazlasıyla etkileyecekti Uygurları.

    Uygur şehir harabelerinde bulunan duvar resimleri ile minyatürler, Türk resminin bugüne kadar bilinen en eski örnekleri olarak kabul ediliyor. Resimlerde; rahipler, vakıf yapanlar, müzisyenler tasvir edilir ve kompozisyon simetrik bir düzene göre ilerler. Minyatürlerde ise uzun saçlı, dolgun yanaklı, ufak ağızlı, ince-uzun burunlu, çekik gözlü yüz şemaları yer alır. Bu anlayış, yüzyıllar sonra ortaya çıkacak olan Osmanlı minyatürlerine bile sirayet edecektir.


    Uygur minyatürü

    Resim sanatında ele alınan konular heykel sanatında da aynen tekrarlanır ve özellikle Buda işlenir. Heykeller mermer taşı, alçı, toprak, ahşap, tunç gibi malzemelerden yapılarak normal insan ölçülerinden çok daha küçük bir şekilde tasarlanmıştır.  Uygur Türklerinde el sanatları da çok gelişmiştir. Wang Yen-te gibi elçiler ile birtakım kaynaklar onların akıllı ve çalışkan olduklarını söyler. Ayrıca altın, gümüş, demir, mermer gibi madenlerden silah, ziynet eşyaları ve günlük işlerde kullanılmak üzere aletler yaptıkları aktarılır. Zaten arkeolojik kazılarda ele geçirilen numuneler bu bilginin doğruluğunu kanıtlıyor.

    Maniheizm ve Budizm dinleri her ne kadar Uygurların sanat anlayışına ciddi manada etki etseler de maalesef ki devletin ayakta kalması için yeterli olamadı. Bu dinlerin özellikle et yemeyi ve savaşmayı yasaklaması, Uygur gelenekleri ile hiçbir şekilde örtüşmedi. Zayıf düşerek askeri yeteneklerini kaybeden Uygurlar, rehavete kapılıp gevşeklik içerisine girdiler ve Orhun bölgesinin yeni gücü haline gelen Kırgızlar tarafından 840 yılında yıkıldılar. Devletleri dağılan Uygur halkı ise Çin sınırına ve İç Asya'ya göç etmek zorunda kaldı.    

     

    Kaynak: 1,
    M. Şükrü Akkaya, "Uygur Türklerini ve Kültürlerini Tanıyalım"
    Saadettin Yağmur Gömeç, "Uygur Türklerinin Destanları ve Kültürü Hakkında Özet"
    İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü  


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.