Pink Floyd’un birleştirici gücü, eş solisti, baş gitaristi ve çok daha fazlası…
Karakteristik buğulu sesinde huzur bulduğumuz, sololarında başka evrenlere yolculuk ettiğimiz bu efsanevi adamı ve yaptığı müziği tarif edecek kelime kombinasyonları olmasa da bize en yakın gelenleri seçmeye çalışacağız.
[caption id="attachment_47064" align="aligncenter" width="809"] David Gilmour ve ünlü gitarı "Black Strat"[/caption]
9-10 yaşlarında komşusundan ödünç alıp hiçbir zaman iade etmediği gitarıyla başladı her şey. Daha küçüklüğünden gitara hakimiyeti ve kompozisyon becerisiyle öne çıkan Gilmour, üniversitede Syd Barrett ile tanıştı. İki müzik dehası öğle aralarında beraber gitar çalışıyorlardı.
1965 yılında Roger Waters, Nick Mason, Rick Wright ve grubun arkasındaki beyin olarak bilinen Syd Barrett tarafından “Pink Floyd” grubu kuruldu. Grubun ismini caz müzisyenleri olan Pink Anderson ve Floyd Council’in isimlerinden esinlenerek Syd Barrett koydu. Başta müziklerinin alt yapısını caz ritimleri oluşturuyordu. Bir süre sonra tarzları Pink Floyd’un yükselişini takiben psikedelik rock’a kaydı.
1967 aralığında davulcu Nick Mason, Gilmour’u gruba katılmaya davet etti. Kısa bir dönem 5 kişi devam eden Pink Floyd, gittikçe kötüleşen ruhsal durumu sebebiyle Barrett ile yollarını ayırdı. Bir nevi oyuncu değişikliği olan bu durumla birlikte ve özellikle Gilmour’un deneysel müzik anlayışı sayesinde Pink Floyd’un müziği progresif rock’a doğru evrilmeye başladı. Günümüzde hala “Gerçek Pink Floyd, Syd Barrrett zamanındakiydi.” tezini savunanlar olsa da bizce David Gilmour, yarı yolda Barrett’tan devraldığı bayrağı zirveye dikmiştir.
The Dark Side of the Moon ve Wish You Were Here albümlerinin büyük başarılarından sonra Roger Waters’ın kontrolü eline alması, The Final Cut’ı neredeyse solo albümü haline getirmesiyle Gilmour-Waters sürtüşmeleri iyice alevlendi. Waters grubun yeni lideri haline gelip diğer elemanları küçümsemeye başladı. Yazdığı politik ve derin şarkı sözleri ve müzikal dehasıyla grubun beyni olsa da, tüyleri diken diken eden ve insanın ruhuna erişen sololarıyla Gilmour da grubun kalbiydi. Sihirli parmaklarından çıkan notalar sadece kulağa değil insanın içine işliyordu.
Play what you feel and ignore everything else![caption id="attachment_47062" align="aligncenter" width="828"] David Gilmour ve Roger Waters[/caption] 1985 yılında Waters’ın gruptan ayrılmasıyla Gilmour ve Mason Pink Floyd adı altında yollarına devam edeceklerini açıkladı. 1987’de A Momentary Lapse of Reason albümünü çıkardılar. Grubun yeni lideri haline gelen Gilmour temiz bir sayfa için adımlar atmaya başladı. Bu adımlardan biri Nick Mason’un uçmaktan ve uçak yolculuğunda ölmekten çok korkmasına rağmen Gilmour ve Mason’ın birlikte pilotluk lisansı almalarıydı. Hatta “Learning to Fly” parçasının ortasında Nick Mason’ın ilk uçuşundaki kuleyle olan diyalogları yer aldı. Waters’ın şairlik yeteneklerinden mahrum kalan grup başlarda şarkı sözleri konusunda bocalasa da The Division Bell albümüyle müzikaliteyi ön plana çıkararak yaratıcılıklarının doruk noktasına ulaştılar. Albümün son parçası olan “High Hopes”taki solosu ile de David Gilmour ölümsüzlüğe ulaştı. https://youtu.be/y3yG8ecnJRQ Gilmour’un ayrıca 4 solo albüm çalışması vardır:-David Gilmour
- David Gilmour
- About Face
- On an Island
- Rattle That Lock
Yorum Bırakın