Yıl 1905... Carl Gustav Jung Zürih Üniversitesi'nde ilk kez psikiyatri dersleri vermeye başlar. Aynı sene Psikiyatri Kliniği'nin başhekimi olur. Bir süre sonra bu yoğun çalışmaya dayanamayıp istifa etmek zorunda kalır fakat 1913 yılına kadar hocalığını sürdürür. Bu dersler arasında hipnoz, Pierre Janet ve Théodore Flornoy vardır. Flornoy, İsviçreli bir psikoloji profesörüdür. Çalışmalarını Cenevre Üniversitesi'nde yürütmüştür. Çalışmaları ise Parapsikoloji ve Spiritizm üzerineydi. Pierre Janet ise, Fransız psikolog, nörolog ve psikoterapisttir. Psikanaliz'in gelişmeye başladığı dönemlerde (1880-1920) tarihleri arasında, hipnoz, telkin, bilinçaltı süreçler hakkında çalışmalar yapmıştır. Janet'e göre bedensel hastalıkların temelinde psikolojik süreçler yatıyordu ve Janet, histerinin; çözümlenmemiş bilinçaltı süreçlerle güçlü bir ilişkisi olduğunu söylüyordu. Freud'un Janet ile paralel çalışmaları bir süre aralarındaki çekişmenin sürmesine yol açsa da, Janet'in çalışmaları daha sonrasında Charcot’nun da etkisiyle Freud'un teorisinin yayılmasına zemin hazırlamıştır.
"(...) Daha önemlisi, Freud’un yaklaşımına çok benzeyen noktalar vardı Janet’nin kuramında. Freud gibi o da histerilerin ardında bilinçdışı nedenler olduğunu söylüyordu. Yine Freud gibi o da, histeriyi ortaya çıkaran nedenlerin hipnoz ve telkin sayesinde kaybolacağını söylüyordu."
Carl Gustav, öğrencilere sunduğu hipnoz derslerinde önce hastalarının geçmişini sorardı. Türkçe'ye Anılar Düşler Düşünceler olarak çevrilen, Erinnerungen, Träume, Gedanken kitabında bir vaka anlatır:
Bir gün, orta yaşlarında bir kadın gelir. Dini inançlarının oldukça güçlü olduğunun belli olduğunu ifade ettiği kadın, elli sekiz yaşındadır. Koltuk değneğine abanarak yürüyebiliyor ve on yedi senedir sol bacağında devamlı ağrıya sebep olan felçten müzdariptir.
Jung, kadını rahat bir koltuğa oturtur ve başından geçenleri anlatmasını ister. Fakat uzun süren anlatımını yarıda kesme ihtiyacı duyar Jung, belki de ders zaman aşımına uğramak üzeredir(!) böylece "Ben size hipnoz uygulayacağım." der. Jung sözünü tamamlamadan kadın gözlerini kapatır ve hipnotize olmadan derin bir trans haline girer. Jung bu duruma oldukça şaşırır ama tepkisini belli etmez. Kadın konuşmasını sürdürür ve bilinçdışını yoğun yaşadığını gösteren düşlerini anlatmaya başlar. Jung bu süreci şöyle anlatır:
"Ben bunu ancak yıllar sonra anlayabildim. O gün bir çılgınlık nöbetine kapıldığını sanmıştım ve durumdan giderek rahatsız olmaya başlamıştım, yirmi kadar öğrenci gözlerini bana dikmiş, hipnoz uygulamamı bekliyordu!"
Yarım saat bekler Jung, kadını uyandırmak ister, kadın bir türlü uyanmaz. Telaşlanır ve bir psikozu uyandırmış olabileceği ihtimalinden korkar. Bu sırada öğrenciler de gerilmiştir ve ne olacağını şaşkın gözlerle beklemektedirler. Kadın on dakika sonra kendiliğinden uyanır ve o da ne, "İyileştim!" diyerek koltuk değneklerini atar, yürümeye başlar. Herkes çok şaşkındır bu duruma, Jung ise kadını tedavi etmiş gibi görünür, oysa onun da olan bitenler hakkında hiçbir fikri yoktur. Jung, mesleki yaşantısında hipnozdan vazgeçmesinin temel nedeninin işte bu ilk deneyim olduğunu ifade eder anılarında.
Ertesi yaz kadın geri gelir, bu sefer sırt ağrılarından yakınmaya başlamıştır. Bu yeni ağrılarının ne zaman, nasıl başladığına dair ise hiçbir fikri yoktur kadının. Jung, bir kez daha hipnoza başvurur, kadın yeniden transa girer ve ağrıları tekrar kaybolur. Jung bunun üzerine kadının yaşamıyla ilgili daha çok bilgi edinmeye karar verir. Ve bu araştırmanın akabinde psikiyatri bölümünde yatan, mental retardasyon'u olan bir oğlu olduğunu öğrenir. Oğlu tek çocuğudur ve Jung'un analizinin bir parçası olarak, umduğu gibi bir çocuk olamamıştır. Annesi için dönemin akıl hastanesinde, deyim yerindeyse yatılı bir hayal kırıklığını temsil etmektedir. Jung ise o zamanlar genç bir doktordur ve kadın için, oğlunda görmek isteyip göremediği her şeyi temsil etmektedir. Bir diğer deyişle, aktarım, transferans yaşamaktadır. Kadının bu sebebi açıklanamayan esrarengiz iyileşmeleri ise Jung "gizli erkek çocuğu" ortaya çıkarıp analizi gerçekleştirene dek, Jung'un üniversitede bir "sihirbaz" gibi anılmasına neden olmuştur.
Jung şöyle ince bir ironi yapar bu anısını anlatırken:
"Özel psikoterapik çalışmalarım, bir annenin beni akıl hastası oğlunun yerine koymasıyla başladı!"
Sonra ne mi olur? Jung, kadına analiziyle ilgili tüm bağlantıları, yani tüm psikosomatik belirtilerinin kaynağının, kabullenemediği ve böylece bilinçaltında yoğunlaşmaya neden olan bir gerçeklikle ilişkili olduğunu (büyük ihtimalle terapötik bir dille ve zamana yayarak, zira kadının bu gerçekle yüzleşmesi oldukça zor olsa gerek) aktarır. Kadının hem "kader"iyle, hem oğlunun durumuyla ilk kez ilgilenilmiş, kendisi dışında biri tarafından ilk kez ciddiye alınmıştır; ve aslında bu pek de hoş olmayan yüzleşme ise ağrıların esas kaynağını tüketmiş ve bedene aktarılan psikosomatik belirtilerin sönümlenmesine yol açmıştır. Evet, şaşkınlık verici fakat bunun üzerine hasta, yıllardır çekmekte olduğu geçmeyen ağrılardan kurtulmuştur, bir daha hiçbir şikayeti olmaması üzere iyileşmiştir. Peki Carl Gustav Jung'un bu ilk analizi, bu süreç bize ne anlatmaktadır?
Bir terapiye ya da bir analize gittiğimizde, genelde görünen bir sorunu yanımızda götürürüz. Fakat çoğu zaman sorunla ilgisi yokmuş gibi görünen birçok yaşantı, gerçek hakkında bir konuşmaya davet ediliriz. Bunun esas amacı, bize üstü kapalı şekilde zarar veren durumların çoğu kez, gerçekliğin bir ayna gibi, bize yansıyan görüntüsünde oluşan biçmi fark edemeyişimizdir, bir diğer deyişle salt görüntüyle ilgileniyor oluşumuzun bize tezahür ediyor olduğu gerçeğidir aslında. Bu süreç, görüntünün zaman zaman biçim değiştirmesinin yanında, benzer örüntülerle devam eder. Tıpkı Jung'un hastasının ağrılarının vücutta geziniyor oluşu gibi. Bizi bu döngüde tutan, kendimize o aynadan bakmaya alışmış oluşumuzdur. İçeri bakmaya cesaret edebiliriz elbet, fakat bu kolay bir iş değildir, çünkü içe bakmak, dışta oluşturduğumuz hayali ben'in sarsılmasına da yol açacaktır, fakat ego bunu savunabilecek güçte değilse bir kırılmanın yaşanması da muhtemeldir. O yüzden bizler çoğu kez, içe bakma yöntemi yerine, bir terapist veya analistin yanında alırız soluğu. Gerçeklikle temkinli olarak yakınlaşmanın yolunu arıyoruzdur bu sırada.
Psikanaliz ve sinema ile yakından ilgilenen bir arkadaşım bir gün Deleuze'ün, gençlere psikiyatri okumayı önermediğinden bahsetmişti, sebebi için ise şunu diyordu Deleuze: "Hayatın gizemi kaçıyor." Bu gizem, işte aynada yansıyan o görüntüye benzer. Evet çoğu maskemiz düşüyordu belki gerçekle birlikte. Fakat hayat sürekli değişir, dönüşürken var olan gerçekliğe yenileri ekleniyordu, yeni bilinmezlikler oluşturuyordu bir süreliğine, sonuç olarak tüm gizemlerin açığa çıkması da imkansızdı. Öyleyse asıl soru şuydu:
"Sözü edilen gizemler kaçtığında/ayna çatladığında gerçeklik bize ne kazandırmış olacak ve bizden neler götürecek?"
Kazandırdığı kısmı, benliğimizin parçası olan yanlarımızla ne denli yüzleşirsek, bilinçdışının psikolojik ve bedensel sağlığımıza o denli az etki edeceğine dair gibi görünüyor. Kaybettiğimiz kısım ise, psikolojik sağlamlığımızın çerçevesi dışında büyüyebilir ancak. Sonuç olarak Carl Gustav Jung'un unutulmaz ve biraz da enteresan olan bu ilk analizi ışığında şunu anlıyoruz ki, gerçeğe dair açtığımız görüş alanını büyütmemize ihtiyacımız var.
Varoluşçu Psikolog Rollo May'in, Man's Search for Himself kitabından bir pasajla yazıyı burada noktalandırmak istiyorum.
"Modern insan bedeni üzerindeki egemenliğinden vazgeçerken aynı zamanda kişiliğinin bilinçdışı yanından da feragat etmiştir ve böylece ona yabancılaşmıştır. Bastırdığımız şeyleri elimizden geldiğince bulup hayatımıza geri kazandırmamız gerekiyor. (...) Bilinçli farkındalığımıza kapalı olmalarına rağmen bilinçaltındaki eğilim ve sezgilerimiz yine de benliğimizin bir parçasıdır ve farkındalık derecesine göre farklı boyutlarda erişebilir. Krallığımızın o bölgesinde egemenliği ne kadar çabuk ele geçirirsek bizim için o kadar iyi olur."
Kaynak:
Carl Gustav Jung, Anılar Düşler Düşünceler (İstanbul: Can Sanat Yayınları, 2018), 151.
Coşkun Taştan, "Freud ve Fransızlar: 20. Yüzyılın Başında Psikanalizin Fransa’da Karşılaştığı Med-Cezirler" (2012 Ara), 105. (erişim 06.08.2020)
Rollo May, Kendini Arayan İnsan (İstanbul: Okuyan Us Yayınları, 2019), 109.
Resim: Pablo Picasso, Girl Before a Mirror Analysis
daha çok kişinin okumasını dilerim. emeğinize sağlık.