"The Picture Of Dorian Gray", 1890 yılında "Lippincott's Monthly Magazine" adlı dergide tefrika edilmeye başlandığında büyük tepki çekmişti ve davalar açılmıştı hakkında. Roman, Victoria dönemi'nde yayınlanmıştı ve düşünsel, ahlaki açıdan büyük tabular taşıyan çok büyük bir kesim Oscar Wilde'a büyük öfke duyuyordu. Romanın yayınlanışının üzerinden henüz iki ay geçmişti ve Wilde daha o zamandan, 216 saldırıya uğradığını söylemişti. Oscar Wilde eşcinsel olduğu için o dönemde, "Zehirli Mantar" deniyordu kendisi için, roman ise, "bayağı", "pis", "düzmece" gibi lakaplarla anılıyordu.
Dorian Gray için Narcissus dendi, onu baştan çıkaran Lord Henry için Goethe'nin Faust'u (Mefistofeles) üzerinden benzetmeler yapıldı, fakat Dorian Gray'i ve dolayısıyla Oscar Wilde'ı yaşadığı hayat, cinsel tercihleri açısından değerlendirmeyi bir yana koyup, Gray'in yaşamının insan ruhu hakkında neler söylediğine dair hiç kimse konuşmadı. Onun yerine roman sansürlendi, baskıya uğradı ve aslında bütün kötülüklerin yaşandığı süslü, şaşalı kapıların ardına atıldı. Bugün ise bütün utançların konuşulabildiği bir dönemin ortasında olmasak da en azından başlangıcında olduğumuzu varsayarak, üstü tabularla örtülen asıl kötülükler hakkında konuşabileceğimizi umuyorum. Çünkü konuşulamayan, gün yüzüne çıkmayan her ne varsa içeride çürür.
"On dokuzuncu yüzyılın realizmden hoşlanmayışı kendi yüzünü aynada gören Caliban'ın öfkesidir. On dokuzuncu yüzyılın romantizmden hoşlanmayışı kendi yüzünü aynada göremeyen Caliban'ın öfkesidir."
Okuyanlar bilir, Dorian Gray'in Portresi'nin başlangıcında bu cümle vardır. Calibran, Shakespeare'in The Tempest oyunundaki nankör ve kötü olarak temsil edilen bir karakterdir. Wilde ise bu sözü ile Dorian Gray'i yaratış amacını ortaya koyuyor aslında. Dorian Gray inanılmaz yakışıklı, dikkatleri daima üzerine toplayan, üstelik Basil gibi birçok ressamın saatlerce portresine resmetmek istediği karakteridir. Gençtir, hayatın kötülüklerine dair hiçbir fikri yok gibidir romanın başında. Belki de bu yüzden Lord Henry'nin tutumları bir kontrast oluşturur bizde. Öyle ki Lord Henry tüm kötülüklerin timsali, Wilde ise bir toz zerresinin bile bulaşmadığı berrak bir su. Başta Basil ile yakın arkadaşlığı bulunan Dorian, zamanla içindeki boşluğu Henry'nin akıl hocalığı ile doldurmaya başlar. Aslında bu ağa bilerek takılır, çünkü bu zamana dek Dorian'ın güzelliğinden dolayı her zaman şanslı olduğu varsayılmış, bu şans ile tüm hayatını geçirebileceğini düşünen ve içten içe Dorian'a imrenenler, onun ne akla ne de başka bir şeye ihtiyacı olduğunu düşünmüştür. Oysa Dorian her zaman içinde bir boşlukla yaşar. Lord Henry ise işte bunun farkındadır, görünenin geçici, ruhun ise kalıcı olan tek şey olduğunun. Şöyle der bir gün Dorian'a:
"Evet, Bay Gray gerçekten tanrılar size çok cömert davranmışlar. Ancak ne var ki Tanrılar verdiklerini çok çabuk geri alırlar. Zaman sizi kıskanıyor ve zambaklara ve güllere karşı savaş veriyor."
Ressam Basil de işte bu cömertlik yüzünden Dorian'a aşıktır. Dorian'ın dillere destan güzelliği, Basil'in ilhamının ve eserinin bir aracıdır yalnızca. Ve yalnızca bir tuvalin parçası olabilen, bu parçası olabilmek için gereken şartları karşılayamaz hale geldiğinde, dışında kalacaktır tuvalinin. Şöyle der bir gün Dorian, Basil'e:
"Senin gözünde ben o fildişi Hermes heykelinden, o gümüş Fauna'dan bile daha önemsizim. Onları ömür boyu seveceksin. Peki ya beni ne kadar seveceksin? Sanırım yüzümdeki ilk kırışık belirene kadar. Bir kişinin, güzelliğini kaybettiğinde kesinlikle her şeyini kaybettiğini artık öğrendim. Çizdiğin portre bu gerçeği bana öğretti. Lord Henry çok haklı. Gerçekten bu dünyada sahip olunmaya değer tek şey var, o da gençlik. Yaşlanmaya başladığımı gördüğümde, kendimi öldüreceğim."
Dorian zaman içinde elinde olan tek şeyin güzelliği ve gençliği olduğuna ikna olur. Çünkü elinde bundan başka hiçbir şeyi yoktur. Bu, Lord Henry'nin, yaşayamadığı hayatı Dorian üzerinden yaşamasının yolunu açar. Düşündüklerini Dorian'a aktarır ve Dorian koşulsuz bir şekilde kabullenir, artık Dorian bir tuvalde resmedilmiş durur iken, Dorian'ın ruhu ise Henry'nin tuvali haline gelir. Basil fiziksel dünyasını işler, Henry ruhsal dünyasını. Henry'nin yolundan giderse tüm zevkleri yaşayabileceğini, hiçbir şeyi gerçekten dert etmeyeceğini ve böylece doyumsuz bir gençlik yaşayacağını düşünür, oysa kaçırdığı nokta Henry'nin oturduğu yerden konuştuğu ve hiçbir düşüncesini eyleme dökmediğidir. Dorian bunu roman boyunca hiç sorgulamamıştır, bunun da sebebi kendisine hiçbir kötülüğü yakıştıramadığı ve çelişkilerini çözemediği gibi, dışarıda da bunları göremiyor, çözümleyemiyor oluşudur.
Bir tek dileği vardır Grey'in, kendisi yerine portresinin yaşlanması.
Zaman içinde bu dileğinin cevap bulduğunu görür Dorian Gray. Yaptığı tüm kötülükler her zaman portresinde işaretlenir, portresi gittikçe çirkinleşir fakat kendisi daima genç kalır ve yüzünde tek bir çizgi bile bulunmaz. Zaman içinde portresini kıskanmaya başlar fakat asıl ikilem burada başlar, portresindeki çizgiler bile kendisine ait değildir. Hayatı boyunca, zihnen ve duygusal olarak aslında benimsemediği tüm eylemlerin izlerini gördüğünü fark eder portrede. Aşık olduğu kadının başına gelen kötü olaylardan sonra bile ne hissetmesi gerektiğini Lord Henry'e danışan Dorian, benliğinden gittikçe kopar. Henry olmadan yaşayamaz hale gelir. Çünkü kişiliğinin aktif olarak yaşayan tek parçasıdır Henry. Diğer tarafta ise, tüm kötülükleri ve iyilikleriyle bir bütün olduğunu kabullenemeyen Dorian'ın yıllar geçtikçe tat kaçıran toyluğu vardır; hareketsiz, anlamsız bir manzara kalmıştır geriye.
İnsan, olumsuz ya da dışarıdaki ve içerideki dünyada kabul edilmeyen duygularını sürekli bilincinden uzak tutmaya çalışırsa bu duygular, yaratıcı ve yapıcı eğilimlerinin kapalı kalmasına neden olur. Tedirginlikler, endişeler bunu tetikler ve kişi bunlarla başedebilmek için çoğunlukla kabul edemediği duygularını yok sayma yoluna gider. Bu durum, insanın kendisine yabancılaşması sonucunu getirir. Engin Geçtan bu durumu, "Varoluş Suçluluğu" olarak adlandırır. Ancak Dorian Gray'de bunun daha kötüsü olmuştur. Duygularının ne olduğunu anlamlandıramadan, bir başkasının düşünce ve eylemlerini üstlenmiştir ve fiziki güzelliği, içerisindeki hiç tanışmadığı bu yabancının kılıfı olmuştur. Dolayısıyla ortada bir "Varoluş Suçluluğu" bile yoktur. Hiç yaşanmamış bir hayat vardır yalnızca ve Dorian, bu hayatın yitik öznesidir.
Dorian'a her zaman, hırsın ve öfkenin nelere mal olduğunu anlatan bir karakter olarak bakılır. Fakat aslında Dorian, persona'sı üzerinden yaşayan ve böylece içindeki ruhu fark etmeden sonsuza dek söndüren bir karakterdir.
Ruh, devinen bir yapıdır, yeni farkındalıklar, eskiyen düşünceler, yenisi gelen duygular ve yaşayış biçimleriyle zaman içinde oluşur. İnsan, kişiliğini bir bütün olarak tanıyamaması sonucu, gölgesine yani devinen ruhunun karanlık yanlarına yabancı kalır. Bunun yerine dışarıdan bakan kişinin kendisini nasıl gördüğü ile aşırı ilgilenmeye başlar. İçte yaratılamayan özne, dışarıda yer bulmaya çalışır ve ne kadar çok insan kendisini kabul ederse, kendisini de o kadar kabullenebileceğini düşünür. Bu gizli anlaşma, Ouroboros sembolüne benzer. Kendini tekrarlayan bir döngüdür bu, ve asla ne kadar çok kabul edildiğimize, beğenildiğimize bakarak kendimizi beğenir ve kabul eder hale gelemeyiz. Hatta bu gittikçe rahatsızlık yaratır bizde.
Sonuç olarak Persona aşırı gelişir ve Persona (dışarıda takındığımız maskemiz), kişiliğimizin az gelişmiş yanı ile özdeşleşme yaşar. Self-Awareness yani öz farkındalık ne kadar düşük ise, maskemiz o denli bize yapışır ve içi boş, dışı Dorian Gray bireyler haline geliriz. Dışarıdan ne denli güzel isek, içerideki karanlık yanımız o denli büyür. Bu duruma Carl Gustav Jung, "inflation" der. Oysa zaten sonsuz güzellik ve gölgesiz bir varoluş hayal ürünüdür, hatta çoğunlukla yaratıcı eylemi açığa çıkaran güzelliğin değil gölgenin farkına varmaktır. Fakat insan bir başkasında parlak bir ışık gördüğünde içten içe imrenerek bu ışığın, sahip olunabilir bir şey olduğunu düşünür. Bu temsili dünyayı iç dünya ile buluşturamamak, modern aklın insana kurduğu büyük bir tuzaktır. Dorian Gray kendi döneminde cinsellik, eşcinsellik gibi tabulara takılıp defalarca bu yüzden yargılanmıştır, aslında roman, çağın içerisindeki ahlaki ikiyüzlülüğü dışavurmuştur. Zaten Victoria Çağı değil miydi en kutsal beraberliğin tutkusuz, aşksız olan beraberlik olduğunu savunan?
Bir dönemin daha maskesi Oscar Wilde'ın ızdırabı ile düşmüş böylece.
"Sonra kendi güzelliğinden nefret etti, tiksindi, aynayı yere fırlatarak, ayaklarının altında ezip paramparça etti, onu gümüş kıymıklara dönüştürdü. Güzelliği onu mahvetmişti, güzelliği ve hiç yitirmemesi için tanrıya yalvardığı gençliği. Bu ikisi olmasa hayatı lekesiz olacaktı. Ama güzelliği bir maske olmuştu onun için, gençliği ise alay konusu. Zaten en iyi anlamıyla bile gençlik neydi? İnsanın hayatındaki yeşil, sığ duygularla, hastalıklı düşüncelerle dolu ham bir çağ idi."
Dorian, gençliğinde buluyordu tüm kabahati. Ama kabahatin aslı, gençliğe yüklediği anlamdı, bir başkasından ödünç aldığı anlam. Böyle bir insanın isteyebileceği yegane şey artık sonsuza dek diri kalan bir beden ve vücut değil, kendi aklı ve ruhuyla yaşanmış bir hayat olabilir yalnızca. Ama çok geçtir. Dorian, suçu Basil'de bulacak olur, tüm suçu portreye atfeder sonra. Oysa kusursuz olduğu için sevildiğini sanarak en başında düşmüştür bu yanılgıya. Portre bunun sembolüdür yalnızca. İnsan varoluşunu ötekinin hayranlığı ve sevgisi üzerinden kurduğunda, gün gelir, elimizdeki ilk koz ile o çok beğenilen, kusursuz resmimizi parça parça hale getiririz. Parçaların arasından sızan ışığa uzatırız yüzümüzü, son kez. Tıpkı Dorian Gray'in yaptığı gibi.
“Bir kişinin kendi gölgesi ile yüzleşebilmesi için kendisini kendi ışığında görmesi gerekir.” – Carl Gustav Jung
Eylül SALMAN
Kaynakça:
Çetin, Z. (2016). Çelişkili bir dönemin, Victoria Devri'nin kadını olmak.
https://gaiadergi.com/celiskili-bir-donemin-kadini-olmak/
Geçtan, E. (2018). İnsan Olmak. İstanbul: Metis Yayınları
Karaçuha, E. (2020). Persona, Gölge, Ego.
https://kapsikoloji.com/persona-golge-ego/
Wilde, O. (2018). Dorian Gray'in Portresi (çev. B. Dehni). İstanbul: Ayrıntı Yayınları
oturup uzun uzun detaylıca övgü cümleleri yağdırmak istiyorum ancak bu yazının altında sönük kalacak :) Alıntılar, bunlara destek kattığınız güzide yorumlarınız takdire şayan. Mürekkebiniz bol olsun.