Son zamanların en çok konuşulan ve övgü alan yapımların sahibi kardeş yönetmenler olan Safdie kardeşlerin, sinemaya yeni bir soluk getirdikleri bir gerçek. Oldukça renkli gözüken bir evrenin, aslında ardına baktığımızda gerçeklerin bu kadar da renkli olmadığını, bir nevi hayatın gerçek yüzünü bizlere filmleriyle açıkça gösterdiklerini söyleyebilirim. Bunu gerçekten izleyiciyi şaşkına uğratacak bir şekilde yapıyorlar. Ve tabiki de kafa karıştırıcı bir şekilde. Öyle aklınıza asla çözümlenemeyecek bir senaryo gelmesin, sadece çok fazla karmaşa hakim. Bu karmaşayı biraz daha açarsak; çok fazla konu, insan ve bunun beraberinde oluşan oldukça yoğun diyaloglar hakim. Bir de bunun üstüne asla bitmeyen bir aksiyon da eklenince, 2 saat içinde çok farklı bir evrenin parçası oluyorsunuz. Hem farklı hem de oldukça yorucu.
Filmlerini izlemeye başladığımız ilk andan itibaren konunun içine birden dahil oluyoruz. Yani bizleri asla hikayeye hazırlamıyorlar ve karakterler hakkında bilgi vermiyorlar. Herhangi bir hikayenin ortasına tabiri caizse "fırlatıyorlar" diyebiliriz. Sürekli konuyu anlamaya çalışıyor izleyici, bu da filmin asıl sürükleyici olmasını sağlayan kısım da denebilir. Aslında filmlerin belli evrelere sahip olduğu bir gerçek. İlk evresi kesinlikle birden olaya girdiğimiz ve ne olduğunu anlamakta güçlük çektiğimiz başlangıç evresi. Biz ne ara buraya geldik? Bu insanlar kim ve ne yapıyorlar? sorularıyla boğuştuğumuz bu ilk evrede öncelikle sakin olmamız ve sabretmemiz gerektiğini belirtmeliyim. Çünkü asıl bizi içine sürüklediği kısım senaryoların ortalarına doğru yani ikinci evre. Bu evrede filmleri anlamaya başlıyoruz ve anladıkça da hoşumuza gitmeye başlıyor, bizi içine çekiyor. Diyaloglar havada uçuşuyor, oyuncular devreye giriyor, konular kendilerini aşmaya başlıyor. O kadar çok fazla konuyu izliyoruz ki, izlerken "bu filmin içinden en az 3 film daha çıkar" demekten kendimizi alamıyoruz açıkçası. Ve senaryoya bu kadar alışmışken bir şok etkisiyle her şey bitiyor ve bizi şaşkına uğratan finaller ile başbaşa bırakıyor yönetmenlerimiz. Bu büyülü dünyadan bir anda çekip alıyor. Bu da son ve en vurucu evre. Büyülü bir dünya demişken kesinlikle mübalağa yapmıyorum, oldukça ilginç ve kendi içinde sürüklenen bir dünya.
Aslında karakterlerimiz ne kadar farklı olsalar da, Safdie kardeşler bizlere filmlerinde gerçek bir yaşamın parçasını aktarmaya çalışıyorlar. Bir anda hikayelerin tam ortasında kendimizi bulmamızın sebebi de bu sanırsam. Gerçek bir hayatta, günlük karmaşanın içinde ordan oraya sürüklenirken aslında hissetmediğimiz o yoğunluğu beyaz perdeye çok iyi şekilde yansıtmayı başarıyorlar. Kesinlikle kendi tarzlarını benimsetme konusunda da çok başarılılar. Bir filmlerine onların olduklarını bilmeden başlasam, kesinlikle altında imzaları olduklarını farkedebilirim. Şahsen bu kadar benimsedim.
Biraz da filmleri üzerinden tarzlarına bakalım o zaman. İlk önce ele aldığım film; Uncut Games.
Geçen yılın en çok konuşulan yapımlarından biriydi hatırlarsanız. Akademi'de yer almaması konusunda da oldukça eleştirilmişti. Haklıydılar da, çünkü en azından oyunculuk anlamında bir ödülü hakediyordu. Adam Sandler kesinlikle yılın en iyi performanslarından birini sergilemişti Uncut Games'de. Bu arada oyunculuk seçiminde de çok iyiler. Karakterin derinliğini ve enerjisini en iyi şekilde yansıtan oyuncuları seçmeyi başarıyorlar.
Uncut Games tam anlamıyla bir maceranın için atıyor sizi. Birden hikayenin ortasında buluyorsunuz kendinizi. Konuyu, kişileri anlamaya çalıştıkça filmin büyüsüne kapılıyor ve adeta içine sürüklüyor izleyiciyi. Birden fazla konu, gerilim, diyaloglar silsilesi ve aksiyonun dozu arttıkça bir bakmışsınız hikayenin sonuna gelinmiş. Ve bunca şey sadece 2 saatte olup bitmiş. Bu da ayrı etkiliyor izleyiciyi. Bu yoğunluk ve karmaşayı 2 saatte anlatmayı başarabilmek büyük bir başarı. Zaten oyuncu konusunda da oldukça iddialı bir yapım. NBA oyuncusu Kevin Garnett ve ünlü müzisyen The Weekend de içinde olduğu, ilginç bir kadrosu var. Böyle çılgın bir yapıma yakışır çılgın bir kadro!
Filmde bir dakika bile dinlenmek yok. Eğer bir dakkasını kaçırırsanız çok şeyi kaçırmışsınız demektir. Onun için yönetmenlerimiz sağolsunlar tek bir ara veriyorlar bizlere. O da Howard(Adam Sandler)'ın sevgilisine sürpriz yapmak için saklandığı sahne. Film boyunca diyalog ve aksiyonun durduğu tek sahne diyebiliriz. Adeta bizlere ilerleyen dakikalarda artacak olan aksiyon için hazırlık neticesinde bir ara veriyorlar denebilir. Buna çok ihtiyacımız olacak çünkü. Film bittiğinde neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz ve duvara boş boş bakıp beyninizi dinlendirme ihtiyacı duyuyorsunuz. Ama her şeye rağmen sizi oldukça etkileyeceğinin garantisini de vermek isterim.
Gelelim bir diğer yapım olan Good Time'a;
Öncelikle iki film birbirlerine çok benziyorlar. İzledikçe kesinlikle Safdie kardeşlerin olduğunu anlıyorsunuz. Konunun işleyişi, sizi bir hikayenin içine bırakıp sonra bir anda alıp gitmesi ve oldukça yoğun bir evrende hissetmeniz gibi birçok şey benziyor. Ama senaryolar farklı elbette. Bu kez daha psikolojik ve duygusal yönden de doyuran bir aksiyon var karşımızda. Bir abi/kardeş ilişkisini izliyoruz. Zeka geriliği yaşayan bir kardeşi, ordan oraya sürükleyen ilginç bir abi profili ile karşılaşıyoruz. Bu abiyi; kesinlikle son zamanların en başarılı aktörlerinden biri olan Robert Pattinson'un muhteşem performansıyla izliyoruz. Dediğim gibi oyunculuk konusuyla nokta atışını yapmayı çok iyi başarıyorlar.
Karakterlerimizin evine bir günlük konuk olmuşuz da gitmişiz gibi bir hava hakim filmde. Günlük hayatlarının bir parçası oluyoruz. Dışardan onları gözlemliyoruz adeta. Oldukça ilginç olayların içine sürüklüyor izleyiciyi. Ve bu karmaşadan asla sıkılmak mümkün değil. İki filmin en önemli ortak noktası da bu zaten. Evet, kafa karıştırıcı bir karmaşa hakim. Ama asla filmi yarıda bırakıp gitmek mümkün değil. Hikayenin gidişi sizi öyle bir sürüklüyor ki, saatlerin nasıl geçtiği, finale nasıl gelindiği anlaşılmıyor kesinlikle.
Safdie kardeşlerin bir diğer önemli özelliği ise kesinlikle filmlerini realist bir perspektiften bizlere sunmaları. Zaten dediğim gibi gerçek hayatın karmaşasını izliyoruz ve sonucuda gerçekçi bir şekilde olması şaşırtmıyor. Öyle umut ettirmek veya iyi bir şey olacağını bekletmek onların tarzları değil açıkçası. Belki kavuşurlar, belki kazanırlar ya da kaçmayı başarırlar gibi beklentilerle izlemenizi önermem. Çünkü sonu hayal kırıklığı ile bitebilir, benden uyarı!
Özetle; bir Safdie kardeşler filmi izleyecekseniz şunları göz önünde bulundurmanız gerekiyor; büyük bir kaosa hazır olun. Evet, sizleri oldukça yorucu bir macera bekliyor olabilir ama aynı zamanda eğlenceli ve soluksuz bir evrende olduğunuzu da unutmayın. İlk başladığınız anda aklınız karışacak, "burada neler oluyor böyle?" diye sorularla boğuşacaksınız. Sadece sabredin ve sorgulamayın, hikayenin sizi içine almasına izin verin. Diğer bir uyarı ise gerçekçi bir hikaye sizleri bekliyor. Umut ederek değil de olacakları kabullenecek şekilde izleyin kesinlikle. Bunun dışında söyleyebileceğim tek şey; bu 2 saatlik çılgın yolculukların keyfini çıkarın!
Her bir filmlerinde zekice yazılmış senaryoları ve diyaloglarıyla, sinemanın aranan isimleri olmayı başardılar kesinlikle Safdie kardeşler. Oldukça farklılar. Bu farklılık bazen insana fazla gelse de, bir yandan da ilginç bir şekilde keyif alıyorsunuz diyebilirim. Özellikle son dönemlerde kaliteli içerik bulmanın zor olduğunu da hesaba katarsak, kesinlikle bir şans verilmesi gerekiyor. Adeta bir sinema şöleni yaşatıyorlar izleyeciye, umarım daha çok yapımlarını izleme şansımız olur, takipteyim!
❤
❤
Daima sanatla kalın, hoşçakalın!
Yorum Bırakın