Batmayan Güneşin Ardındaki Karanlık; Midsommar

Batmayan Güneşin Ardındaki Karanlık; Midsommar
  • 5
    0
    0
    0
  • Yemyeşil çimlerle örtülü bir köyde olduğunuzu düşünün. Etrafınızı rengarenk çiçekler sarmış. Güzel bir baharın habercisi; bu güzel çiçeklerden taçlar yapıp saçlarına takan mutlu insanlar. Onların etrafında koşuşturan kuzular, köpekler..Dans eden mutlu bir insan topluluğu, yüzlerinde adeta güneş gibi parlayan bir gülümseme. Ne kadar güzel bir tablo belirdi değil mi gözünüzün önünde? Adeta huzurun bir tanımı gibi geldi kulağınıza anlattıklarım. Ama bir düşünün, bunca güzelliğin ve huzurun ardında saklanmış bir karanlık mümkün olabilir mi?

    2019 yapımı, Ari Aster yönetmenliğinde bir korku/gerilim filmi olan Midsommar aslında bu sorumuza gayet güzel bir şekilde cevap veriyor. Bizlere aslında görünen değil de, görünenin ardında yatan gerçeğe odaklanmamızı istiyor. Midsommar, korku filmi katagorisine girse de, aslında çok farklı bir film. Klasik korku film temasının tamamiyle dışına çıkılmış, entrasan bir yapım. Kesinlikle bu filmi anlatan müthiş bir tanım, "entrasan". İzlerken de, izledikten sonra da çok farklı duygularla başbaşa bırakıyor izleyiciyi. Duygular karmaşası da denebilir. Huzursuzluk hissini her zerresine kadar hissediyoruz. Örneğin; klasik korku filmlerinde olan karanlık atmosferi asla Midsommar'da göremiyoruz. Az önce anlattığım gibi tamamiyle aydınlık bir temaya sahip. Zaten güneşin batmadığı bir köydeyiz. Karanlığı yani geceyi çok nadir yaşayan bir köy. Bundan anlaşılacağı üzere filmimiz de tamamen gün ışığında geçiyor da diyebiliriz. Kulağa nasıl çılgın geliyor değil mi? Sürekli yağmur yağan, sisli bir ortam değil de, güneş batmayan bir köyde, mutlu insanlar ve doğasının verdiği gülümsemenin ardından bizleri korkutabilmeyi başarabiliyor.

    "Böyle mükemmel bir ortamda nasıl güvensiz hissedilir ki?" diye soruyor insan elinde olmadan kendine. Hatta filme başlarken, bu ortama özeniyorsunuz. Kendinizi doğaya bırakmak; "Burada herkesten uzak bir hafta tatil, nasıl da huzur verir.." diyorsunuz elinizde olmadan. Tabi bu his filmin ilerleyen dakikalarında anında uçup gidiyor..Bizlere, görünen her şeye güvenmememiz gerektiğini, aslında ardında yatan şeyin çok daha farklı bir tehlike olabileceğini gösteriyor, yönetmen Aster. Güzel olan her şeyin huzur vermediğini yüzümüze vuruyor adeta. Aklım direk 1997 yapımı, bir Haneke filmi olan Funny Games'e gidiyor. Funny Games de bizlere; güler yüzlü, sıcakkanlı ve beyaz giyinen insanların her zaman iyi olmadıklarını hatta canımızı tehlikeye atabileceklerini göstermişti. Kesinlikle, Midsommar'da da aynı his hakim. Her güzel şeyin ardında aramamız gereken karanlık his. Görünmeyen bir kötülüğün, görünenden daha tehlikeli olabileceğinin verdiği gerçeklik. Açıkça karşımızda olan bir kötülüğe karşı kendimizi savunma şansımız yüksekken, gizlice gelen bir kötülüğe karşı nasıl hazırlıklı olabiliriz ki? İki film arasında olan bir benzerliğe daha değinmek istiyorum. Özellikle beyaz kıyafet giyinen insanları ele almış iki filmde. "Beyaz rengin huzur, siyah rengin ise huzursuzluk" verdiği dünya düşüncesine bir baş kaldırış adeta. Hatta ırkçlığa karşı da açılan bir savaş. Renklerin üstüne yüklediğimiz bu gereksiz anlamlar, sizce de çok saçma değil mi? Beyaz rengin güvenirliğini kimler işlemişti ki bilinçaltımıza?

    Filmin konusuna baktığımızda, aslında her şey; bir arkadaş grubunun her yıl baharı karşılamak için düzenlenen geleneksel bir tören olan "midsummer"ı görmek için, İsveç' gitmesiyle başlıyor diyebiliriz. Tabi, İsveç'e gitmeden önce genel olarak bir karakter tanımı da mevcut. Özellikle baş karakterimiz Dani'nin ailesini kaybetmesi ve sevgilisi ile aralarında yaşadıkları bazı problemlere tanık oluyoruz. Dani'nin sevgilisi Christian aslında ondan ayrılmayı düşünen, kariyerine odaklanmak isteyen bir karakter. Zaten bu tatile de onsuz, arkadaşlarıyla gitmeyi planlarken, Dani bir anda planlarına dahil oluyor. Kaderin bir cilvesi mi denilir buna, emin değilim. Bu arada, bu arkadaş grubun içinde gidecekleri İsveç köyündeki topluluğun bir üyesi de var. Aslında onları oraya davet eden de kendisi. Ailesiyle tanıştırmak ve tatil amaçlı bir davet gibi görünse de en başında, daha sonra ardında yatan gerçekle karşılaşıyoruz. İyiliğin ardında yatan bir kötülük daha...

    Filmin sinematografisine kesinlike aşık oldum. Her bir sahne, fotoğraf karesi gibiydi. Kurgu da kesinlikle çok başarılıydı. Hikayenin ilerleyişinden tutun, kullanılan sembollere, yaratılan dünyaya kadar..Hayran duymamak elde değildi. Her bir ritüelin gerçekleşmeden önce bizlere duvar fresklerinde gösterilmesi ise en etkileyici ayrıntılardan biriydi. Bir süre sonra başka bir duvar resmi görmekten korkmaya başlamıştım. Gerçekten bunu da yapacaklar mı demeden alamadım kendimi, daha sonrasında yaptılar da zaten..Bunların dışında kullanılan müzikler ve ezgilerle okunan dualar da, gerilimin dozunun artmasında ki en iyi ayrıntılardan biriydi kesinlikle.

    Filmin beni en çok etkileyen, psikolojik alt metnine değinmek istiyorum. Dani'nin bir yolculuğunu izliyoruz aslında. Manevi yolculuğu da denebilir. Kardeşinin intiharı ve bu intihar nedeniyle annesini ve babasını da aynı anda kaybetmesiyle yaşadığı travma filmin en önemli noktası. Bunun üstüne 4 senelik ilişkisinde yaşadığı güven problemleri onu daha büyük bir cehenneme sürüklüyor diyebiliriz. Genel olarak yaşadığı paranoya sorunu nedeniyle, köye ilk geldiğinden beri hissettiği huzursuzluk hissine de değinmek gerekiyor. Bu huzursuzluk hissine rağmen bir süre sonra kendini teslim edişi akılları karıştırıyor aslında. Kendi benliğini bulmuş gibi bu karanlık sulara kendini bırakıyor. Bunun sebebi olayların gelişimi de diyebiliriz. Örneğin; yaş döngüsünün sonuna geldiğini düşünen bir yaşlı çiftin, bir ritüel adı altında kendilerini uçurumdan atmaları önemli bir adım oluyor. Çünkü bu çift ölüme adeta bir düğün eşliğinde gidiyorlar. Özel bir törenin ardından, huzura kavuşurcasına bırakıyorlar kendilerini. Bu sahnede Dani'nin aklı doğrudan kardeşinin intiharına gidiyor. İlk bağı burda kuruyor diyebiliriz. Kardeşinin de huzuru seçtiğini kendini inandırmaya başlıyor. Ölümü huzurla bağdaştırmasıyla, ailesine karşı olan acısına karşı da savaşmaya başlıyor. Gittikçe kendini kaybederken, Mayıs Kraliçesi seçilmesiyle bütün ipler kopuyor. Bu role inanmaya, kendini teslim etmeye ve artık hiçbir şeyi sorgulamamaya başlıyor. Bir bakıyoruz ki, küçük bir intikama başlıyor. Hayatında ona zarar veren insanlara karşı. Onu umursamayan sevgilisi ve kendini asla kabul ettiremediği sevgilisinin arkadaş grubundan. Bunun en önemli kanıtı ise filmin sonunda bizlere gösterdiği anlam dolu gülümsemede yatıyor. Bu gülümsemenin ardında; bir kayboluş, teslimiyet, hüzün ve intikam olduğunu iliklerimize kadar hissettiriyor bizlere. Bu karanlık köyde kendini buluyor, kaybettiği ailesinin ardında oluşan boşluğu doldurmaya çalışıyor. Çünkü Christian onun acısını sadece teselli etmekle kalmıştı, onunla bu acıyı paylaşmamıştı. Ama köydeki diğer kızlarla ağladığı sahnede acısını haykırdığını görüyoruz. Artık hiçbir duygusunu saklamadığını görüyoruz. Nefretini, acısını, korkusunu..

    Midsommar, hafızama kazınan filmlerin arasına girdi bile. Etkisini uzun süre atlatabileceğimi sanmıyorum. Bu renkli dünyanın ardındaki karanlığı da unutabileceğimi sanmıyorum. Kesinlikle, üzerinde uzunca konuşulacak bir film. Özellikle son sahnesi. O gülüşün ardında bütün film saklı. Dani'nin kendini teslim edip, aslında ruhunu öldürdüğünü itiraf edercesine, rengarenk çiçeklerin ardındaki o gülüş..Gülüşlerin ardındaki gözyaşları, ışıkların içine saklanan karanlıkları gösterir daima bizlere. Midsommar, bizlere bunu çok iyi şekilde hissetirmeyi başarabiliyor.

    Hoşçakalın!❤


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.