Korkusal Hiciv; Funny Games

Korkusal Hiciv; Funny Games
  • 2
    0
    0
    0
  • Bir korku filmi izlediğinizi düşünün. Onu izlemenizin amacı neydi hiç düşündünüz mü? Daha çok korkmak veya gerilmektir amaç. Hatta korkunun dozunu arttırmak için gece olmasını bekleriz izlemek için. Ama neden bunu isteriz ki? Her korku filmi izlerken bunu düşünürüm. Neden korkmak istiyorum, neden hala bu şiddeti dozu yüksek olan filmleri izliyorum, hatta daha da çok etkilenmek için izlerken karanlık bir ambiyans yaratmaya çalışıyorum? Bir filmi seçmeden önce elbette bulunduğumuz durum ve hislerimiz önemlidir. Mutsuz hissediyorsak ya modumuz değişsin diye komedi filmi izlemek isteriz ya da daha da çok melankoli havasına girmek adına dram filmlerini tercih ederiz. Peki korku filmine başlarken bahanemiz nedir? Kan, vahşet, şiddet ve gerilimi izlemenin ne gibi bir sebebi olabilir? İşte, bizlere bu soruların cevabını direk olarak değil fakat dolaylı olarak yüzümüze vuran bir filme odaklanmak istiyorum bugün; Funny Games.

    1997 yapımı Michael Haneke imzalı bir film Funny Games. Hatta Haneke bizzat kendi 2007 yılında ingilizce olarak tekrar sinemaya uyarladı bu filmi. Benim izleyip, bu denli etkilendiğim 1997 yapımı orijinal versiyonu. Almanca dilinde olan, kendi türü içerisinde bence eşi benzeri olmayan bir film. Filmi izlemeye başladığınız ilk anda aklınızda sorular oluşmaya başlıyor. Film bittikten sonra da bir daha korku filmi izlememeye and içirtiyor. Şahsen ben böyle hissettim. Çok fazla korktuğumdan oluşmadı bu durum. Verdiği rahatsızlık hissi ve aklınızın bir kenarında bıraktığı o sorular kümesi, böyle hissetmeye neden oluyor diyebilirim. Genel anlamda aslında, Hollywood'un korku sinemasına yönelik yapılmış hiciv niteliğinde bir film diyebiliriz Funny Games için. Çünkü konusu da dahil, her bir sahnesi, karakterlerin verdiği kararlar, hikayenin ilerleyişi ve daha nice noktası iğneleyici bir nitelik taşıyor. Şehrin uzak ve ıssız bir köşesine taşınan klasik bir aile figürüyle karşlıyor film bizi, en klasiğinden hani. Yine klasik bir etrafı gölle çevrilmiş müstakil bir ev. Sonra bu aileye musallat olan seri katiller. Her şey gördüğünüz gibi, her korku filminde izlediğimiz klasik ayrıntılar. Konusu çok fazla ayrıntı barındırmıyor, alışılmışın dışında bir senaryo beklemiyor bizi. Zaten asıl olayda bu durum. Klasik bir korku filmi görüntüsünün ardından, izleyiciye keskin bir ders vermek istiyor Haneke. Filmin her bir köşesine yerleştirdiği metaforlar ile izleyiciyi deli ediyor da diyebilirim. Kesinlikle kendisi, oldukça etkileyici olmasının yanı sıra korkusuz ve cesur bir yönetmen.

    Filmin ana odağında iki adet seri katil bulunuyor. Bu katiller; rahatsız edici bir şekilde beyaz giyinen, nispeten korkutucu bir ifadeye sahip olmayan, ilk gördüğümüz sahnede oldukça kibar ve nazik davranan, sıradan insanlar. Yani dışarıdan bakıldığında, katil sıfatını tam olarak oturtabildiğimiz türden insanlar değiller. İlk vuruş buradan geliyor işte. Hollywood sinemasında hakim olduğumuz, o korkutucu katil tiplemelerinden oldukça uzak bir şekilde tasarlanmışlar. Haneke burada bizlere gerçeğe odaklanmamız gerektiğini hissettiriyor. Gerçek hayatta katillerin; filmlerde bize gösterildiği gibi olmadığını. Herhangi bir gazetede veya bir haber bülteninde gördüğünüz cinayet haberini düşünün. Katil genelde sıradan, bir işi ve ailesi olan yani şüphelenmekten uzak olduğumuz kişilerden çıkıyor. Yani filmlerde gördüğümüz, dışarıdan bile belli olan "katil" betimlemesinden uzak, sıradan insanlar. Kulağa o kadar korkutucu geliyor ki, yolda yürürken karşılaştığımız herhangi bir insanın katil olma potansiyeline sahip olabileceği düşüncesi. Haneke bizlere bunu gösteriyor. Bir insana olan güvenin sorgulanması gerektiğini vurguluyor adeta; ne kadar kibar veya düzgün giyinen biri olursa olsun. Funny Games bizlere adeta katillerin aramızda olduğunu, günlük hayatlarının ardında sakladıkları maskeleri gösteriyor bizlere. Evet, insanlara daima bu güvensizlike yaklaşmak paranoyayı getirebilir elbette ama tam olarak gerçeği nereden bilebiliriz ki?

    Katillerin devamlı beyaz giyinmesinin ardında da bir mesaj bekliyor bizleri. Beyaz rengin güven veren o hissine bir kurşun atıyor da diyebiliriz Haneke için. Aslında beyaz rengin neden devamlı bir güven aşıladığı hissini sorgulamadan edemiyor insan filmi izlerken. Beyazın huzuru ve güvenliği temsil ederken, siyah rengin ise huzursuzluğu temsil etmesi..Bu anlamlar en başta nasıl oluşturulmuş ki? Haneke renklere yüklenen bu gereksiz anlamlara da bir savaş açıyor adeta. Beyaz giyinen bir insana, onun vermiş olduğu "temiz" imajının ardındaki kirliliğe odaklanmamızı istiyor. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığına. Bunun dışında ırkçılığa yönelik bir alt metnin olduğunu da görüyoruz. Beyaz rengin yüceltilmesi, siyah rengin hor görülmesi, ne yazık ki sadece renklere yüklenen anlamlarda kalmıyor, insanlık tarihinin en büyük utancı olan ırkçılığı getiriyor aklımıza. Beyaz renge yüklenen bu anlam, siyahi insanlara yapılan bu eşitsizliğin bir yansımasından başka bir şey değil kesinlikle. Sadece ırksal bir eşitsizlik değil, cinsiyet temelli bir eşitsizliğin yansımasını da veriyor bize renkler. Pembe rengin kadınlığı temsil etmesi gibi. Pembe renk giyen bir erkeğin yargılanması gibi. Yeni doğan çocuklara cinsiyetlerine göre renk kalıplarına sokmamız; kız çocuğuna asla alınmayan mavi tulumlar gibi..Renkler sadece bir ışığın yansımasıyken, onlara anlamlar yükleyen, kalıplara sokan bizleriz. Renklere yüklediğimiz her bir anlam, bilinçaltımızın bir yansıması. Doğduğumuz andan beri beynimize yüklenen bu yapısal baskılar, baktığımız her şeyden bir anlam çıkartmamız gerektiğini hissettiriyor bizlere. Haneke o kadar gerçekçi bir şekilde yansıtıyorki bu renk saçmalığını Funny Games ile izleyiciye, hayran kalmamak mümkün değil.

    Filmin diğer bir dikkat çeken özelliği ise izleyiciye istenilenin verilmemesi. Klasik bir korku filminde, yaşanan vahşetin ardından baş karakterlerin bir şekilde kurtulmasını umut ederiz. Ama Haneke, kurtulma umudunu yasaklıyor seyirciye. Hatta filmin ilerleyen dakikalarında katillerden kısa bir süre kurtulmuşuz gibi hissetmemizi istiyor. Ama o kısa sahnenin ardında yatan güvensizlik ve huzursuzluk hissi asla buna izin vermiyor, zaten bir süre sonra tekrar gerçeklerle yüzleştiriyor bizleri. Filmde hiçbir şekilde şiddet sahneleri gösterilmiyor. Yaşanan her bir şiddet sahnesinde kamera başka bir yöne odaklanıyor. O sahneleri zihnimizde yaşamamızı istiyor yönetmen; yıllarca izlemeye maruz kaldığımız onca şiddet içeren dizi ve filmlerden bunu kolayca yapabileceğimizi biliyor çünkü. Bilinçaltımız yadırgamıyor bu durumu, sahneyi kolayca tahmin edebiliyor. Haneke burada bizlere kendimizi sorgulatıyor. Yıllarca izlenen, biliçaltımızı kirleten bu yapımları neden izlediğimizi sorgulatıyor. Filmin içerisinde bir sahnede açıkça gösteriyor bizlere bu durumu. Cinayet işlenirken kan, açık kalmış bir televizyona sıçrıyor. Arkada geçen diyalogların inadına, sadece o kanlı televizyonu gösteriyor bizlere. Asıl şiddetin nedenini. Asıl suçlunun neyin olduğunu. Bu kadar korku filmi izlemeye hevesli olmamızın ardında yatan o nedeni, sadece birkaç saniyede yüzümüze vurmaktan asla çekinmiyor Haneke.

    Bir sahnede dikkatimi çeken sanatsal bir ayrıntıya da değinmek istiyorum. Çocuk karakterinin başına geçirilen beyaz örtünün olduğu sahneden bahsediyorum. Annesine karşı yapılacak kötülükleri görmemesi için başına geçiriliyor bu örtü. Bu beyaz örtü ile verilmek istenen bir mesaj var elbette. Şiddetin çocukluktan itibaren, algılarımıza aşılanmaya başlanan bir yapısal olgu olduğuna dair verilmek istenen mesajın yanı sıra benim aklıma ünlü ressam René Magritte'nin Aşıklar eserinde kullandığı beyaz örtü metaforu geliyor. Kendisinin eserleri zaten, ilk görüldüğü anda anlaşılmayan, insanı düşünmeye teşvik eden eserler. Ama beni filmle bağdaştırdığım ve en çok etkileyen yanı; doğruluğundan ne kadar emin olmasamda, okuduğum bir yazıda, Magritte'nin küçükken annesinin intiharı ardından, onun cesedini gördüğünde, yüzünü beyaz geceliğinin kapamasından etkilendiğini, bu nedenle genelde "sevgi" temalı eserlerinde beyaz örtü metaforu kullandığını okumuştum. Sevgi ile arasında kalan bu örtünün yarattığı o his beni çok etkilemişti. Funny Games'de de çocuğun başına bu örtü geçirildiğinde aklıma aniden bu hikaye ve Magritte geldi. Filmdeki çocuğun annesinin acısına şahit olmasını engelleyen o örtünün; Magritte'nin annesine son kez bakamamasına ve belki de annesinin yüzündeki ölümün verdiği acıyı görmesine engel olan o örtüye bir göndermedir, kim bilir?

    Yazının sonuna gelirken son bir ayrıntıdan daha bahsetmek istiyorum. Filmin son sahnesinde, teknenin içinde otururken iki katilin arasında geçen kısa bir diyalog dikkatimi çekmişti. Paralel evrenle alakalı birkaç ifade kullanmışlardı aralarında. Sahne kısa bir sahneydi. Haneke topu kucağımıza fırlatıp birden sıyrılıvermiş gibiydi. Bu sahneyi izledikten sonra filmin bütün sahneleri gözümün önünden geçti. Katillerden birinin devamlı seyirci ile etkileşim kurması, filmin en can alıcı noktalarından biri olan yine aynı kişinin elindeki kumandayla filmi kendi isteğiyle geriye sarması..Bütün bu olanlar aklıma geldikçe, birkaç saniye düşündüm. Neden filmi yarıda bırakıp gitmemiştim ki? Filmde yaşanan vahşeti bırakıp gidebilmek seyircinin elinde olan bir durumdu. Haneke bizlere korku filmlerinde yaşanan her şeyin sorumluluğunu yüklemek istiyordu adeta. O filmleri izlemesek, sanki içinde yaşanan olaylar olmayacak, şiddet yaşanmayacakmış gibi, filmin karakterleri paralel bir evrende hayatlarını sürdürmeye devam edecekmiş gibi hissettirmeye çalışıyor seyirciye. Belki de şiddet içeren bu yapımlarla bilinçaltımızı kirletmeye devam etmesek, dünyada her şey yavaş yavaş düzelecekmiş gibi gelen o hissi. İşte bu noktada, Haneke sayesinde bir daha korku filmi izlememeye karar verdim bile diyebilirim. En azından belli bir süre..Aynı vicdan azabını Netflix'in bir döneme damgasını vuran interaktif filmi Bandersnatch'de de hissetmiştim. Baş karakterin benim yönlendirmelerim yüzünden başından kötü olayların geçmesi, beni çok rahatsız etmişti. Teşekkürler Haneke, senin sayende korku sinemasından belli bir süre uzak kalacağım!

    Evet, farkındayım uzun bir yazı oldu. Ama Funny Games öyle bir film ki, ne kadar konuşulsa ardından o kadar çok mesaj bulunabilecek bir kapasitede. Daha yazmadığım birçok ayrıntı var, onları da izledikçe keşfetmenizi öneririm. Biraz dikkatli izlendiğinde, gerçekten insanı oturduğu yere kilitleyen ve belli bir süre duvara bakıp kendine gelme ihtiyacı hissettiren filmlerden. Hollywood sinemasına yaptığı bu büyük başkaldırı beni gerçekten etkiledi. Sinemanın sadece belli klişelerden ibaret olmadığını, çılgın bir sinema diliyle en iyi şekilde anlatıyor bizlere Haneke. Daima sinemayla kalın!

    Hoşçakalın!


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.