Duyulmayan Çığlıkların Ardından, Sevginin Gücünü Fısıldayan Bir Film; So-Won

Duyulmayan Çığlıkların Ardından, Sevginin Gücünü Fısıldayan Bir Film; So-Won
  • 3
    0
    1
    0
  • Acının tanımı sizce nedir? Bana sorarsanız belli bir tanımı yoktur aslında. Yaşadıklarımıza yüklediğimiz anlamlardan çıkartırız sonucu; acı mı, mutluluk mu, hüsran mı..Ama bazen öyle yaşanmışlıklar uğrar ki insanın hayatına; "acının tanımı işte bu" diyecek kadar sarsar kalbini. Hatta acının tanımını bile aşacak kadar, bir isim koyulamayacak kadar. Nutku tutulur insanın, söyleyecek sözler kifayetsiz kalır. Gözlerden akan yaş bile farklı gelir, bir sudan ziyade; alev damlacıklarına dönüşür. İzlerken bana empati kurduran, yaşattığı empatiyle bile bana bunları hissettirebilen; duyulmayan çığlıkların ardından bizlere insanlığı fısıldayan bir film hakkında konuşmak istiyorum; So-Won.

    2013 yapımı bir Güney Kore filmi olan So-won'un yönetmen koltuğunda ise Lee Jun-ik oturuyor. Filmin orjinal adı So-won; korecede "umut" anlamına gelen bir kelime aslında. Filmin isim çevirisi de zaten bozulmadan, uluslararası alanda Hope adıyla da bilinmekte. İsmini bu şekilde açıklamamın nedeni var elbette. Çünkü film boyunca bu küçücük kelimeye o kadar çok hasret kalıyoruz ki..İnsanı derinden sarsan bir film olmasının yanında, gerçek bir hayat hikayesi olmasıyla içinizden bir parçayı daha koparmayı başarıyor. Daha konusunu okurken bile etkilenmeye başlıyorsunuz zaten. Konusu aslında tüm dünyanın en büyük utancı ve yarası olan; çocuk istismarı hakkında. 8 yaşındaki So-won adındaki bir kız çocuğunun, isminin anlamı olan"umut"un elinden alınış öyküsü de diyebiliriz. Yağmurlu bir günün sabahında, okula giderken; bir caninin saldırısı sonucunda hem darp ediliyor, hem de tecavüze uğruyor. Bedeni ölümden dönüyor, ruhu ise yaşamdan. Bağırsaklarının yırtılması sonucu ömrünün sonuna kadar beline sarılmış yapay bir bağırsak torbasıyla yaşamak zorunda bırakılıyor. Başına gelen bunca şeyi, o küçücük bedeniyle kaldırmaya çalışıyor.

    Adı üstünde, o sadece bir "çocuk". Dünya denilen bu cehenneme; gelmek isteyip, istemediği sorulmadan, zorla sürüklenen bir "çocuk". Sahi, bu cehennemde yaşamaya daha ne kadar devam edeceğiz? Adaletin olmadığı, çocukların gülmesi gerekirken her gün acıdan, sıkıntıdan, savaştan, açlıktan ağladığı bu cehenneme daha ne kadar katlanabileceğiz? Bana sorarsanız, hayata karşı en ufak tahammülüm ve umudum kalmadı bile diyebilirim. Her gün duyduğumuz bu haberlere, yaşanılan her bir kedere rağmen bir umut kalması mümkün mü sanki? Belki adalet sisteminin doğru işlenebildiği bir dünya yaratabildiğimiz zaman, bu yaşananlara engel olabilecek gücü bulabileceğiz kendimizde. Ama görün ki; her suç, bu şekilde cezasız kaldığı sürece, dünya çocukların gözyaşlarının yağmuruyla ıslanmaya devam edecek.

    Filmi izlerken sinirlerinize ve gözyaşlarınıza asla engel olamıyorsunuz. Normalde fazla duygusal bir insan değilimdir, film izlerken nadiren gözyaşı dökerim. Ama bu filmde; jeneriği dışında her bir dakikasında ağladığımı itiraf etmek istiyorum. Film ana konusundan daha çok, So-won'ın yaşadığı psikolojik sürece odaklanıyor. Aslında izleyiciyinin kalbini yakalayan nokta da bu. Filmi belli bölümlere ayırırsak; iyileşme sürecinde yaşadığı zorluklar, ailesiyle kurduğu bağ ve suçluyla yüzleşmesi şeklinde olabilir. Ama kesinlikle üzerinde en çok durulan konu ise; baba-kız ilişkisinin sarsıcılığı. Bir babanın sevgisinin; bu denli naif ve gerçekçi işlenmesi en sarsıcı noktalardan biriydi. So-won yaşadıklarından sonra hiçbir erkeğin ona yaklaşmasına izin vermiyor, buna babası da dahil. Yaşadığı travmadan dolayı bunun çok normal bir durum olduğunu anlayabilsek de, babayla kurulan empati duygusu seyirciyle film arasındaki bağı güçlendiriyor. Kızını incitmeden onunla iletişim kurmak için çabalayan, hatta savaşan bir baba figürü izliyoruz. Sabah-akşam çocuk psikolojisi hakkında araştırmalar yapıyor, parası yetmese de bir şekilde bulduğu; kızının en sevdiği çizgi filmin karakterinin kostümüne bürünüp, onun gülümsemesini sağlıyor.

    Filmin başlarında izleyiciyi aslında tam tersi bir baba figürü karşılıyor. Durmadan çalışan, eve geldiğinde de çocuğuyla ilgilenmeyip devamlı televizyon izleyen ilgisiz bir baba figürü. Dışardan görüldüğünde ilgisiz ve sevgisiz duran bir babadan, bu fedakarlıkları izleyince aslında insanın sevgisini, dışarıdan ölçülemeyeceğini bir kez daha anlıyoruz. Öyle saçma bir algı oluşmuş ki insanın aklında; gösterilmediği sürece sanki bir sevginin varlığı olamazmış gibi. Bir insan, bir sevgiyi içinde narin bir çiçek yetiştirir gibi, yavaş yavaş büyütemezmiş gibi..Kızı okula giderken, dönerken hatta iş yerindeki öğle aralarında bile koşa koşa kızının okuluna o kostümle gidip, onun gülümsemesini gördüğünde tekrar işine dönmesi, So-won'un bağırsaklarının gördüğü hasar nedeniyle kullanmak zorunda kaldığı torbasının çıkardığı sesinden utanmasıyla; onun sesini baskılaması için her gün bir sürü şekerlerle doldurduğu çantasını, sessizce yastığının başına bırakması. Ve birçok ayrıntı daha, sevginin iyileştirici gücünü bir kez daha bizlere hissettirmeyi başarıyor; So-won.

    Sevginin iyileştirici gücü; filmin vermek istediği en önemli mesajlardan biri. Baba sevgisini ön planda izlememize rağmen, arka planda işlenen birçok fedakarlık ve sevgi de izleyiciyi bekliyor. Kardeş sevgisi mesela. Tüm bunlar yaşanırken So-won'un annesinin hamile olduğunu öğreniyoruz. Bu acıların ardında, yeni bir "umut"un oluşumunu izliyoruz. Bebek doğduktan sonra, So-won'un onunla hayata tutunması, bu sevgiye gösterilecek en güzel örneklerden biriydi. Arkadaş sevgisi de dikkat çeken bir konuydu aslında. Aile dostları olan arkadaşlarının, bu süreçte onları hiç yalnız bırakmamaları. Verdikleri maddi ve manevi destekle aslında bu süreçte daha güçlü durabilen bir aile yaratmalarına tanık oluyoruz. Diğer bir arkadaşlık örneği ise; So-won'un okul arkadaşlarının, o hastanede yatarken, ailesinin dükkanının camına, her gün gelip yapıştırdıkları resimler, okul ödevleri, mektuplar..So-won'un hastaneden çıktıktan sonra bütün bunları gördükten sonra yaşadığı sevinç, hala isminin ardından parıldayan o güzel "umut"u görmeye yeterliydi kesinlikle. Bütün bu olaylar yaşanmadan önce hiç anlaşamadığı arkadaşının; onun ardından döktüğü gözyaşları, okul yolunda onu yalnız bıraktığı için o küçücük kalbinde yaşadığı vicdan azabı; arkadaşlığın ve sevginin en saf halini göstermeyi başardı bizlere. Tekerlekli sandalyesiyle, So-won'un iyileşmesini ve tekrar gülümsemesini sağlayan terapisti unutulmaması gerekilen bir karakterdi kesinlikle. Tekerlekli sandalyesinin ardındaki hikayeyi, filmin ilerleyen dakikalarında öğreniyoruz. Kendisi, kızının yaşadıkları nedeniyle istismara uğrayan çocukları iyileştirmek için gönül veren bir kadın. Hikayesinden oldukça etkilendim, filmin en sarsıcı hislerinden birini de yaşattı.

    Adalet nasıl olur da, bir çocuğu görmezden gelebilir ki? Bir çocuğun yaşadığı fiziksel ve psikolojik bu travma nasıl yok sayılır? Bir sapığın ifadesine göre, kanıtlar bir kenara atılıp, nasıl karar verilebilir? Filmin son kısmında ise, suçluyla yüzleşilmesine tanıklık ediyoruz. Sözde verdiği "sarhoş olması nedeniyle bilincinin olmadığını savunup, o günü hatırlamadığını" söylediği ifade nedeniyle, 15 yıla bile gelmeyen bir ceza hükmünün verilmesi, utanç değil de nedir? So-Won'un babası hükmün verildiği bu sahnede savcının adının yazdığı tableti alıp, o caniye saldırmaya çalışıyor. Tam o anda; So-won babasını bacağını tutuyor. Çünkü hissediyor ki; o caniye zarar verse belki de, babası ondan daha fazla ceza alacak. Savcının isminin yazdığı tabletle saldırması ise, yönetmenin adalet sistemine verdiği en iyi mesajlardan biriydi. Hep tanıdık gelen hikayeler değil mi aslında bu duyduklarımız, izlediklerimiz. Mahkemede pişmanmış gibi gözüken, hakimin önünde saygıyla eğildiği için "iyi hal" indirimi alan "yaratıkları" her gün gazetelerde okumuyor muyuz sanki? Bu filmde yaşanan her şey gerçek, bir hayal ürünü değil. Hatta bazı ayrıntıların, film için fazla gelebileceği nedeniyle anlatılmadığını da okudum bir yazıda. Film için fazla gelen bu "ayrıntılar"ı, 8 yaşındaki bir çocuğun yaşamasının ardında bıraktığı o his, ruhuma öyle bir karanlık çöktürdü ki, izlediğimden beri kendime gelemedim. Aklım almıyor, kalbim kaldırmıyor; gülümsemekten mahrum kalan her çocuğu düşündükçe. Onlar hayata aslında o kadar renkli, iyiliklerle dolu, kötülüklerden haberleri olmadan bakıyorlar ki, onların bu bakışlarını karartmak, yüreklerindeki umutları yok etmek kimin hakkı olabilir? Filmde So-won'un o minik kalbiyle söylediği söz aslında her şeyi anlatıyor bizlere; "Benim suçum olduğunu söylüyorlar ama yaptığım iyiliği söylemiyorlar."Küçücük bir çocuğa bile okula gittiği yol yüzünden suçlayacak derecede kararmış olan bir insan kalbini, aydınlatmak mümkün mü, hiç sanmıyorum.

    Gelecekte yaşanılacak acıların son bulması aslında bizlerin elinde. Sevgi verilerek yetiştirilen, doğru eğitim verilen ve insanlığın, adaletin önemi aşılanan her çocuğun; gelecekte sağlam bir birey olarak hayata atılacağını düşünüyorum. İyi bir insanı da bir aile yetiştiriyor, insanların hayatlarını yok eden bir caniyi de. Şiddetin değil, sevginin aşılandığı bir çocukkuğun, mutlu yarınlara açılan bir kapı olduğunu hissediyorum. Çünkü; çocukların ağlamadığı, istismara ve şiddette uğramadığı bir dünyaya uyanmak çok zor olmamalı. Adaletin ve umudun olduğu, insanlığın unutulmadığı bir dünya da. Hayalleri ellerinden alınmadan, neşeyle, umutla her bir güne uyanan çocukların olduğu, güzel bir geleceğe ulaşmak dileğiyle..

    Hoşçakalın!


    Yorumlar (1)
    • Şu incelemeyi okurken bile kalbim acıdı. Hemen izleyeceğim filmi

      Yorum Bırakın

      Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.