Varoluş Sancısı İçinde Bir Şair: Nilgün Marmara

Varoluş Sancısı İçinde Bir Şair: Nilgün Marmara
  • 11
    0
    0
    0
  • NİLGÜN MARMARA (13 Şubat 1958, İstanbul/13 Ekim 1987,İstanbul)

    Nilgün, 13 Şubat 1958’de İstanbul Moda’da dünyaya geldi. Nilgün, ortaokul ve liseyi Kadıköy Maarif Koleji ve Anadolu Lisesi’nde bitirdi. Daha sonra da Boğaziçi Üniversitesi Sanat ve Bilim Fakültesi Batı Dilleri ve Edebiyatları okuluna girdi. 

    Bu dönemde şiir yazmaya başladı ama yazdıklarını kimseye göstermedi.

    "Hiç katılmadan sende yaşıyorum,

    Dirimimsin benim,

    Doğarken öldüğüm."

    Boğaziçi Üniversitesinde öğrenciyken derslere pek fazla girmeyen Nilgün, arkadaşlarının anlatımına göre sık sık "umutsuzlar merdiveni"de denen üniversitenin merdivenlerinde tek başına otururmuş.Bir gün bir fotoğraf şeridinde en çok da kendisine benzettiği Plath'in fotoğrafında donakalır: "Pek çoğu/ Yaralarıyla dilendiler,/ unutuş duvarına çektirdikleri fotoğraflarıyla." 

    Çalkantılı yaşamı, şiirleri ve intiharıyla Nilgün için bir imge haline gelecek olan Plath, o dönemden sonra hayatının sonuna kadar kendisine eşlik edecektir. Öyle ki bitirmek tezini "Slyvia Plath'in Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi" üzerine yapmıştır.

    O zamanlar da ülkesiyle birlikte içinden geçeceği bir dönem vardı; 12 Eylül 1980 darbesi. Üniversitenin kırmızı salonundaki edebiyat, şiir tartışmaları sona ermiş; yerini gizli ev toplantılarına bırakmıştı. Bohem bir hayat tarzını yaşıyorlardı. Bu toplantılarda dostluk kurduğu İlhan Berk, Nilgün'ü Turgut Uyar, Fazıl H. Dağlarca, Cemal Süreya , Edip Cansever gibi önemli isimlerle tanıştırır. Yine bu toplantıların birinde evleneceği adam Kağan Önal'la tanıştı. 1982 yılında evlendiler.

    "Ödünç aldım kokunu kendi tenimde,

    Sen kokuyor yüzeyi bedenimin,

    Her gözeneği."

    Sonra bir süreliğine kocasının işi nedeniyle Libya’ya taşındılar. Ülkenin baskıcı yaklaşımı, Nilgün’ün hiç sebepsiz yer bile boğulan ruhunu daha da boğmaya başlamıştı. Hemen Türkiye’ye döndüler.
    Ama çok geçti; Nilgün geri dönüşü olmadığını hissettiği o yola girmişti. Psikolojisi günden güne kötüleşti. Psikiyatr yollarını aşındırmaya başladı. Teşhisi manik depresyondu. 

    "Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp dönüp kendime yerleşemiyorum, kendime bir yer edinemiyorum, kendime bir yer... Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben. Oyuncağı panik olan sayrı yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir."

    Son günlerde Nilgün, yazıyor ve yine yazdıklarını Kağan dahil kimselere göstermiyordu. Her zaman olduğu gibi konusu bireyin düşle gerçek arasında sıkışıp kalmış kırgınlıklarıydı. Tüm yaşayanlardan habersiz, yaşamı ve ölümü irdeliyordu…Sürekli düşünmek fazlaydı ve sonunda düşünmekten vazgeçti Nilgün. 13 Ekim 1987’de, henüz 29 yaşındayken, kendini altıncı kattaki evlerinden aşağı bıraktı. Bir çığlık bile atmamıştı… Geride sevgilisine ve ailesine bir mektup bırakarak.

    "Burada daha ne kadar öleceğim? 

    Yeryüzüyle gökyüzünün aracısı olarak

    Bulutu haraca kestiğiniz yerde?"

     

    Ölmeden kısa bir süre önce yazdığı ne varsa kocasına vermişti. Ölümünün hemen ardından metinleri ve şiirleri ayrılıp düzenlendi. “Daktiloya Çekilmiş Şiirler” ve “Metinler”olarak iki ayrı kitap halinde yayımlandı.Daha sonra annesinin isteğiyle günlükleri, “Kırmızı Kahverengi Defter” adıyla yayımlandı.

    Cemal Süreya, Nilgün'le şiir üzerine çok tartıştıklarını, şiiri gerçek anlamıyla bildiğini ama kendisinin yazdığıklarından pek söz etmediğini söyler. Ece Ayhan ise "Gerçek marjinaller, evet, kendi şiirlerinden söz etmezlermiş." diye yanıtlar. 

    "Pek az zamanı kaldı bu zora koşulmuş bedenimin,

    Olduğu gibi ölmeliyim, olduğum gibi...

    Tüy, kan ve hiçbir salgıyı düşünmeden,

    Kesmeliyim soluğunu doğmuş olmanın!"

    Şiirlerinde şuramıza işleyen bir şey var Nilgün'ün... Adı gibi güzel, adı gibi dolu dolu... Sevilmeyi, sevmeyi yaşayan ama içinde bunları konumlandıramayan. Herkesin içindeki bir parçada Nilgün'ün anlattıkları var. Ama biz ya anlatamıyoruz ya da yaşayamıyoruz onun gibi derinden...

    Yalnızlık

    güzdü sonsuz bir çöle takılan bakışımız,
    ilkyaz derken -kışı gözden kaçıran
    yüzlerce eller yukarı, saygı duruşlarımız
    en güçsüz kollarla-

    çözüldü aşkın zarif ilmeği
    bulandı aynalar duruluğu.
    çok gizli bir doğru gecenin toyluğunda
    bilmedik çekenin yanlış bir uzaklık
    olduğunu...

    yabancıların en yakınıydın sen! "

    ey iki adımlık yerküre
    senin bütün arka bahçelerini gördüm ben!

     

     

    KAYNAKÇA:

    https://www.biyografya.com/

    Kafkaokur Dergisi Sayı:20 Ekim 2017 

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.