Gettoların Sesi: Protesto (La Haine)

Gettoların Sesi: Protesto (La Haine)
  • 1
    0
    0
    1
  • La Haine (Protesto) , 1995 , Mathieu Kassovitz
       

       Nefret duygusu, sınırlarını kaybettiği zaman çok tehlikeli durumlar ortaya çıkarabilir. Çok güçlüdür ve kendisini farklı şekillerde gösterebilir. Bununla birlikte kontrolsüz bir öfkeye dönüşmeyip bilinçli bir şekilde yontulduğunda son derece pozitif sonuçlara da yol açabilir nefret. Eğer bireysellikten çıkıp, daha toplumsal bir ifade aracına dönerse yaşanan büyük değişimlerin fitilini ateşleyen güç olarak kullanılabilir. Tarihte de bunun örnekleri görülmüştür. Bir şeylerin yanlış gittiğini düşünen ve bunun farkında olan her insan belli otoritelere karşı doğal bir nefret duygusu geliştirir. Bir değişim yaşanması gerektiğini düşünürler. Bu filmde de yönetmen (aynı zamanda yazar) Mathieu Kassovitz, bu duygunun değişimlerin ana aracı olarak kullanılabileceğini gösteriyor bizlere..

       Filmdeki üç ana karakterimiz de her ne kadar Fransa'nın herhangi bir mahallesinde yaşayan ve içinde bulundukları durumdan memnun olmayan kişiler olsalar da, aslında bütün dünyada benzer sorunlarla yüzleşen insanların birer yansıması olarak ifade ediliyorlar. Vinz, Said ve Hubert, hayatları boyunca kendilerini hayatın ücra bir köşesine atan sisteme karşı büyük nefret beslemektedirler. Gettolarda çıkan bir isyanda Abdel adında genç bir adam polis tarafından vurularak öldürülür. Karakterlerimizin ana motivasyonu bu olayla iyice kendini gösterir. Arkadaşları Abdel, halihazırda karşı oldukları sistem tarafından öldürülmüştür. Üç arkadaşın fiziksel özellikleri kadar karakterleri de birbirinden oldukça farklıdır. Vinz, öfkesini belli etmekten çekinmeyen saldırgan; Said, daha çocuksu ve yumuşak; Hubert ise daha olgun,mantıklı kararlar veren, sorumluluk sahibi kişi konumundadır. Bu sayede ekip olarak bakıldığında birbirini tamamlıyorlar diyebiliriz. Filmin devamı ise az önce de bahsettiğim gibi karakterlerimizin sistem karşıtı duruşu üzerinden gelişiyor.

       Filmin benim için en çarpıcı yanı, sanki kameranın dördüncü bir kişi tarafından kullanılıyormuşcasına yönlendirilmesi. Her ne kadar izleyici konumunda olsak da, gettonun bir parçası olarak buluyoruz kendimizi. Belki de bu "isyankar" karakterlere sempati beslememizin nedenlerinden biri de budur kim bilir. Siyah beyaz çekilen film, kesintisiz uzun planlardan oluşmaktadır. Kameranın neredeyse sürekli hareketli olması da bizi her an bir olay yaşanacakmış gibi hazır tutuyor. Keyif aldığımız kadar tedirgin de oluyoruz. Film aynı zamanda Fransa'da yaşanan ırkçı saldırılara da bolca atıfta bulunuyor.

    "Tanrı’ya inanıyor musunuz? Aslında bu çok yanlış bir soru.. Acaba Tanrı bize inanıyor mu?"

    "Kırk katlı bir binadan düşen adamın hikayesini biliyor musun? Düşüş anında her katta kendisini rahatlatmak için şunu söylermiş içinden: Şimdiye kadar her şey yolunda, şimdiye kadar her şey yolunda, şimdiye kadar her şey yolunda.... Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır."

       Kısaca toparlamak gerekirse, La Haine filmi, Fransa gettoları üzerinden bütün dışlanmış ve ayrımcılığa uğramış insanların sesini duyurmaya çalışıyor. Bu ve bu tarz filmlerde, her zaman kendimizden bir parça buluruz. Hayatta her zaman değişmesi gereken bir takım düzenler mevcuttur. Filmin sonlarına doğru bize söylediği gibi "Dünya birimizin değil, hepimizindir."

       İzlerken çok keyif aldım. Özellikle filmin başlarında Vinz'in ayna karşısında Robert de Niro'nun başrolünde oynadığı "Taksi Şoförü" filmine gönderme yaptığı sahneyi izlerken suratımda kocaman bir tebessüm belirdi. Umarım sizler de filmi izledikten sonra benimle benzer fikirlere sahip olursunuz. Filmin siyah beyaz olmasına takılmayın son derece sürükleyici. 98 dakikalık bu harika eleştiriyi mutlaka izleyin ve izlettirin efendim. İyi seyirler..


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.