Korku Ve Korku Folkloru Üzerine Söyleşi : Gerisi Hikaye Röportajı

Korku Ve Korku Folkloru Üzerine Söyleşi : Gerisi Hikaye Röportajı
  • 1
    0
    0
    0
  • Bütün okurlara iyi günler dilerim. Bu söyleşimi büyük ihtimalle üzerinde en çok emek verdiğim ve yazım aşamasındayken en çok heyecanlandığım projem olarak hatırlayacağım. İnsanın var olduğu zamandan itibaren insanla beraber olmasına karşın yeterince ilgi ve rağbet görmediğini düşündüğüm bir konu hakkında, korku ve korku folkloru üzerine klavyemi çalıştırmak istiyorum.

    Küçüklüğümden bu yana korku sineması ve edebiyatı üzerine büyük bir ilgim mevcut. Aslına bakarsak hangimizin olmadı ki ? Elm Sokağında Kabus, 13.Cuma, Cadılar Bayramı gibi korku sinemasının kült yapımları; Stephen King, Agathe Christie gibi usta kalemlerin roman ve öyküleri… Beğeniyle tadımladığım bu eserlerin temelini esas aldığı “korku” duygusu üzerine düşünmemi sağlayan şey ise bu çalışmada bizlere kıymetli vakitlerini ayıran ve yıllardır gerek podcast yayınlarını gerekse yazılarını takip ettiğim bir ekibin muhteşem çalışmaları oldu. Gerisi Hikaye ekibi …

    Bu yazımda ekiple çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Umarım ki yazımın sonunda bu kültüre merak salmış genç yaşlı fark etmeksizin bütün dimağlara yol gösterici bir proje gerçekleştirmiş olmanın haklı gururunu yaşarım. Şimdiden iyi okumalar diliyorum.

    1)Öncelikle bu röportaj için sizlere çok teşekkür ederek başlamak istiyorum. Ben sizleri tanıdığımı düşünüyorum ama sizler de okurlarımıza kendinizi kısaca tanıtmak ister misiniz?

    Galip Dursun : Ben Galip Dursun, korku yazarıyım. İstanbul’da yaşıyorum. 1990ların son yıllarında yazmaya başladım. 2000ler boyunca da arkadaşlarımla birlikte birçok proje hazırladım. Türkiye’de korku edebiyatı diye bir tür olduğunu ispat ve gelişimine katkı sunmak manasında öykü seçkileri, matbu ya da çevrimiçi dergiler çıkardım. Korku sanatlarını merkeze alan internet portalları ve topluluklar kurdum; yazar grupları ve derneklerin kuruluşunda bulundum. Pusova adında bir öykü kitabım var. Uzun bir zamandır birlikte çalıştığım suç ortaklarım Beril ve Demokan’la beraber yaptığımız Kan Güncesi, Anadolu Korku Öyküleri ve Gerisi Hikaye en sevdiğim çalışmalarım. Halen yazıyorum, anlatıyorum, film gösterimleri yapıyorum. Korku edebiyatı başta olmak üzere sanatın ucuz, derin ve karanlık tarafı için üretmeye devam ediyorum.

    Işın Beril Tetik : Biz teşekkür ederiz. Ben Işın Beril Tetik. Moda tasarımcısı olarak mezun olmama rağmen tekstil dahil senelerce pek çok farklı işte çalıştım. Seneler sonra oluşturduğum kendi markamı taşıyan  alternatif giyim tasarımını uzun süre yazın serüveniyle beraber götürsem de birkaç senedir sadece yazmaya odaklandım. Uzun bir süre sıkı bir korku okuyucusu olmakla birlikte, yazmaya epey geç sayılabilecek bir yaşta, fantastik kurgu ile başladım.  Korku türüyle ilgili özellikle de doğaüstü konuları araştırmaya başlamam da aynı döneme denk gelir. İlk FK türü ile başlasam da kısa sürede, beni daha çok heyecanlandıran korku türüne yöneldim. Sanırım bunda da tür açısından daha donanımlı olmamın etkisi büyük. O gün bugündür, nerdeyse yirmi senedir korku başta olmak üzere çoğunlukla spekülatif kurgu ağırlıklı yazıyorum. Elbette polisiye türünün de hayatımda büyük yeri olduğunu eklemem lazım. Pek çok ortak projelerde hikayelerim yayınlanmasının ardından önce kendi korku öykü seçkim ve sonrasında da polisiye gerilim romanım yayımlandı. Şimdilerde ise ikinci polisiye gerilim romanını ve yeni bir korku seçkisi hazırlamakla meşgulüm.  Bunu yanı sıra podcast yayımcılığı da hayatımda büyük yer tutuyor. Yazar dostlarım Galip Dursun ve Demokan Atasoy ile de yazmaya başladığım ilk senelerde tanıştım. Farklı tarzlara, farklı ilgi alanlarına ve farklı bakış açılarına sahip olsak da üçümüzün ortak ilgisi olan korku türü bizi bir araya getirdi. Seneler içinde seçkiler olmak üzere beraber pek çok proje ürettik. Gerisi Hikâye de bu projelerin zirvesi diyebiliriz. Yıllarca usanmadan yaptığımız saatler süren sohbetleri nihayet herkesle paylaşmaya karar verdik. Geldiğimiz noktada bunu gayet isabetli bir karar olduğunu anlıyoruz.

    Demokan Atasoy: Merhaba, ben Demokan Atasoy. Turizmden tezgahtarlığa, sinemadan tiyatroya, televizyondan Iphone uygulaması yapımcılığına kadar pek çok işi deneyimledikten sonra kendime uygun mesleği bulup kendimi yazmaya verdim. Bu sırada bu röportajı yapmamıza sebep olan podcast yapımcılığını da son altı yıldır zevkle sürdürüyorum. Pek çok ortak projede öyküler yayımladıktan sonra son iki yıldır da ilk romanımı ve kendi öykülerimden oluşan bir seçki yayımladım. Haldır haldır yeni bir öykü kitabı üzerinde çalışmayı sürdürüyorum.

     2)Bir podcastinizde (Galip Dursun’du sanırım) çok güzel bir söyleminize denk gelmiştim. Aynen aktarıyorum :

    “Biz korkunun sadece sinemasıyla değil, kültürüyle de ilgileniyoruz, edebiyatıyla da ilgileniyoruz, folkloruyla da ilgileniyoruz”

    Bu deyişten yola çıkarak şöyle genel bir soru sormak isterim. Nedir bu korku kültürü? Yani bir duygu durum halinin bu kadar köklü bir anlatıma, bir yapıya dönüşmesinin sebepleri nelerdir?

    Galip Dursun :Bu soruya cevap vermek için yola çıkıp 175 bölümlük devasa bir podcast yayını hazırladık, sanırım :) 

    Bir sanat dalının ne kadar etraflı ve derin olduğunu diğer dallardaki etkisine bakarak anlayabilirsiniz. Korku sadece edebiyatın konusu olan bir sanat türü değildir. Anlatı, insanın varsayarak anlatmaya, ifade etmeye başladığı her sanat dalında korkunun izi görülebilir. Resimde, heykelde, müzikte, tiyatroda, sinemada ve belki de modada, daha henüz ortaya çıkmamış sanat türlerinde… Korku her yerde vardır. Zira çok temel bir duygudur. İlginç bir şekilde neyin içine katarsanız katın kendine benzetir. İnsanın temas ettiği her yerde diğer temel duygular gibi korkuyu da hemen görür, seçersiniz. En az insanın hikayesi kadar eski bir anlatı türü kaçınılmaz olarak hem sanatçıları kendine çeker hem de bir birikim yaratır. Korkuyu bu yüzden kültür olarak adlandırmak daha doğru. Her sanat dalı üzerinden ayrı ayrı ele alıp anlatmak mümkün ve çok da köklü bir kültür. 

    Işın Beril Tetik: Korku... Basit bir duygu durumu gibi görünse de aslında bizi hayatta tutan en önemli duygudur. Korkmazsak yaşayamayız. Yani yaşamak için ona ihtiyacımız var. İlkel çağlardaki ilk anlatılar korku hikayeleridir. İnsanı dışarıdaki tehlikelere karşı uyaran, bilinmeyene temkinli yaklaşmasını, tetikte olmasını ve kendini korumasını öğütleyen hikayelerdir. Söylenceler, mitler, destanlar, masallar… Hepsi korku öğeleriyle doludur. Korku türünün temelini bunlar atar. Zaman içinde mirasa, geleneğe, hatta bir çeşit reflekse dönüşür. O zamandan günümüze insan korktuğu her şeyi anlatmaya, yazmaya, canlandırmaya meyillidir. Aslında bunu genlerimize işlemiş bir kod gibi görebiliriz. Nitekim bugün bilimin geldiği noktada hala hayalet ve canavar hikayeleri anlatıyor oluşumuzun yegâne sebebi bu gibi görünüyor. Hayatı ve içinde bulunduğumuz evreni henüz tam manasıyla anlayabilmiş değiliz. Hala pek çok bilinmeyen var. Bilinmeyense zaten korkunun çekirdeği. Bilmediğimiz sürece korkmaya devam edeceğiz, korktuğumuz sürece de hayal edip kendimize eski-yeni pek çok canavar yaratacağız. Bu da sanırım korku türünün neden bu kadar köklü ve geniş bir anlatım olduğunu açıklamaya biraz olsun yardım edecektir.

    Demokan Atasoy: Bence anlatı sanatının doğma sebebidir korku. Anlatılan ilk öykünün, tıpkı Dreamworks’ün The Croods animasyonunda canlandırdıkları gibi karanlık bir mağarada aile bireylerini bir arada tutup, tehlikelerden korumak için uydurulan basit bir korku öyküsü olduğuna inanıyorum. Gerçek korkularla baş etmek için başlayan bu anlatı türünün, kültür ve sonrasında sanatın ilk örnekleriyle beraber geliştiğini de rahatça gözlemleyebiliyoruz. İlk yazılı efsaneden tut, tüm mitolojik anlatıların kökeninde korku unsurlarını bulmak mümkündür. Dolayısıyla sadece anlatının değil tüm sanatların içine işlemiş temel duygunun korku olduğu ve bunun binlerce yılın ardından kendi başına reddedilemez kültürel bir altyapısının olduğunu da düşünüyorum.

    3) Korku sinemasıyla devam etmek istiyorum. Bilinen ilk kısa metraj korku filmi Le Manouir de Diable (hatalıysam affola)  ile başlayan korku sinemasında birçok fantastik unsur üzerinden bir görsel anlatım gerçekleştiriliyor. Bu sinematografik tarihçe ve korku sinemasındaki fantastik unsurlar konusunda bizleri bir nebze de olsa aydınlatabilir misiniz?

    Galip Dursun: Korku ile sinema arasında organik bir bağ olduğunu düşünüyorum. Beceriksizce yapılmış, cidden kötü filmleri saymazsak sinemanın imkanlarının korku anlatısına değer kattığını söyleyebiliriz. Aynı şekilde korku klasikleri ve folklorik hayalet hikayeleri de sinemanın ilk zamanlarında çok ses getiren filmlerin çekilmesini, sinemanın yaygınlaşmasını mümkün kılmıştır denebilir. Korku sinemasının başlangıcı ve şok / korku tiyatrolarından sinemaya geçiş gibi faktörleri de düşünmek gerekir. Georges Méliès gibi dâhilerin beyaz perdede mucizeler, lanetli şatolar, şeytanlar, uzay maceraları göstermesi ise başlı başına bir olay. Sinema ile korku anlatılarının arası her zaman iyi olmuştur. 

    Sizi yine Gerisi Hikaye’nin karanlık dehlizlerine davet ediyorum. Uyarlamalar üzerine güzel bir bölüm yapmıştık. Özellikle vampir, zombi filmleri üzerine çektiğimiz bölümlerde ve teen slasher gibi korku sineması özel bölümlerinde bu konuları detaylıca anlattık. Bu konuda daha fazla bilgi için ilgili bölümleri dinleyebilirsiniz.

    Işın Beril Tetik: 1896 La Manouir du Diable – Şeytanın Evi, Melies’in kısa filmi, diğer pek çok filmi gibi korku türünün atası sayılabilir. Bu filmde şeytanın bir hayalet gibi davrandığını görebiliriz. Korku türünün iki önemli unsurunun bir gibidir. Mutlaka ki, hikayelerin söylence, mit, inanışlar, gelenekler, masallar ve antik araştırmalardan esinlendiğini düşünürsek, ilk başta kullanılan öğeler antik anlatılardaki düşmanlar olacaktır. Yani şeytan, iblis, hayalet, bilinmeyen- tanımlanamayan yaratık. Sinema daha en baştan zamanın araştırmalarına, incelemelerine el attığı gibi edebiyata da hemen kullanmaya başlar. Özellikle bilimi korku unsuru olarak kullanmış gotik yazının şaheserlerinden beslenir.  Bunların arasında Stevenson’un Dr.Jekyll Mr.Hyde’ı Shelley’in Frankenstein’ı da vardır. Günümüzde evirildiği nokta ise zombi anlatımıdır. Virüs, deney, mutasyon vb. gibi unsurlar da bunun uzantısıdır. Mutlaka Polidori, Gautier’in, Stocker’ın, Poe’nın vampirlerini de unutmamak lazım. Zaman içinde daha romantik bir karaktere bürünse de vampir hala en popüler korku unsuru olarak gümüş perdeyi meşgul ediyor. Dünya dışı varlıklar söz konusu olduğunda H.P Lovecraft’ın sonrasında da Wells’in etkisi tartışılmaz. Tartışmasız, onları anlamaya çalıştığımız iyimser örnekleri bir kenara bırakırsak haricinde çoğunlukla uzaylılarla savaşımız hala devam ediyor. Elbette bu saydıklarımız buz dağının görünen kısmı. Gerisi Hikâye işte hem bu görünen hem de görünmeyen kısmı inceliyor.

    Demokan Atasoy: Senin de örneklediğin gibi zaten sinema sanatının kurucu isimlerinden ve en üretken yönetmenlerden Melies’nin çoğu filmi korku ve fantazya unsurları barındırır. Sinema sanatı da ilk gününden itibaren korku ile kolkola ilerlemiştir. Alman Dışavurumculuğu’nun en iyi örnekleri de, Hollywood’un onu takip eden Universal Canavarları da daha korkunun görsel sanatlardaki en önemli ateşleyicisi olan ‘ses’ sinemaya dahil olmadan dahi müthiş başarılara imza atmıştır. Fakat şu aşamada daha fazla detayı merak edenleri Gerisi Hikaye Korku Konuşmaları dinlemeye davet etmek isterim, sinemada korkuyu biz altı yıldır anlat anlat bitiremedik, daha da bitiremeyiz tahminen.

    4) Korku sinemasında birçok alt kültürün olduğu biliniyor ve bu türlerin her biri de öykünün temasından farklı olarak anlatılarında ayrı bir alt metin-bir mesaj taşıyor. Bizleri korku sinemasının türlerinden ve içinde barındırdığı temel göndermelerden bahsedebilir misiniz?

    Galip Dursun: Korku sineması, bir önceki soruda da dediğim gibi başlı başına bir tür olarak kabul edilmesini biraz da edebiyata borçlu. Başlarda epey merak uyandıran filmler genelde korku klasiklerinden uyarlamalardır. Fakat zamanla sinemaya özel yazılan hikayelerin öne çıktığını görüyoruz. Bu durum korku anlatısı için güçlü silahlara sahip olsa da sinemanın edebi bir anlatıdan farklı bir yapısı olmasından kaynaklanıyor. İyi bir edebiyat eserinin sinemaya sayfa sayfa, kare kare aktarılması onu iyi bir sinema filmi yapmıyor. Zaman içinde sinema, özellikle de korku sineması da kendine ait bir dile, sinema için yazılmış özgün öykülere, senaryolara sahip oluyor diyebiliriz. Sinemanın kendi başına yarattığı birtakım canavarlar var. Mesela zombiler. Edebiyatta kaynağı ya da benzeri, kökeni sayılabilecek ilk örnekleri var. Ancak bildiğimiz haliyle zombi yaratığını icat eden sinema sayılır. 

    Zaman içinde yeni türlerin ve temaların denendiğini de görüyoruz. Korku sineması 1930lardan 1950lere kadar epey güçlü, sonrasında biraz daha hafifliyor gibi görünse de bilimkurgu teması içinde derinlerde korku altyapısı olduğunu görüyoruz. Özellikle de soğuk savaş dönemi uzay temalı bilim kurgu filmlerinin birçoğu teknik olarak “Bilim-korku” sayılırlar. Sonraki yıllarda yaşanan TV devrimi ile aileler evlere çekilince sinema salonları daha çok gençlere kalıyor. Deneysel, daha uçuk ve de açık saçık filmler korku damarından besleniyorlar. Biraz da siyasi iklimin getirdiği, gündemlerin belirlediği bir ucuz – istismar sinemasının içinde korku filmleri epey önemli bir yer tutuyor. İtalyan Giallo, Fransız Fantastik, Amerikan B-Filmler gibi türlerin DNA’larında korku var. Video döneminde ise bu defa gençler evlere dönüyorlar ve arkadaşlarıyla izleyecek filmler ortaya çıkıyor denebilir. Başlarda TV filmleri olarak çekilen teen slasherlar video döneminin kralı / kraliçesi oluveriyorlar. Tam bu noktada en belirgin alt metni görebiliyoruz. Zira teen slasherlar, gençler için biraz da genç yönetmenler tarafından çekiliyor ama işin başında son derece olgun, siyasi kimliğe sahip ve ahlakçı tipler var. Bu nedenle ahlaki mesajların alttan alta yedirildiği filmler sıkça görülüyor. 

    Gördüğün gibi konu çok derin. Kısaca bahsettim ama daha söylenecek çok şey var. Önceki soruda bahsettiğim Gerisi Hikaye bölümlerinde uzun uzun bahsetmiştik. Daha fazla bilgi için o bölümleri dinleyebilirsiniz. 

    Işın Beril Tetik: Aslında burada listelemeye kalksak uzar gider ama birkaç örnekle sanırım genel fikri yansıtmak daha anlamlı olacaktır.

    Ölüm- Ölümsüzlük; sanırım korku türünün en çok kurcaladığı tema budur çünkü en çok korktuğumuz şey ölümdür.  Ölümün kesinliği, biçimi, ölüm sonrası, cennet- cehennem, ölümden sonrası diriliş ve ölümsüzlüğün sorumluluğu gibi pek çok soruyu inceler. Açıkçası ölüm insan için biyolojik olarak bir kesinlik taşısa da düşünce açısından hala muammadır. Bilinç düzeyinde geçemediğimiz bir eşik gibidir. Sonrasını hayal etmekten ve onu yenmeyi hayal etmekten kendimizi alamayız. Korku temalarının ana damarı budur. Şeytana satılan ruhlar, intikam için gezinen hayaletler, kan içerek hayatta kalanlar, ayin veya bilime ölümden geri dönenler hep bu damardan beslenir. 

    Cennet-Cehennem- Şeytan; yoğun olarak kullanılan bu temanın temeli de ölüme dayanır. Ölümden sonra ne olacağından korktuğumuzdan, iyi veya kötü olmayı seçtiğimizde bizi bekleyenleri irdeleriz. 

    Beden Korkusu; Mutasyon ve istismar. Bu temaların temeli bedenin ve benliğin deformasyonuna karşı duyulan korkudur. İnsan olmaktan çıkıp başka bir şeye dönüşe korkusudur. Vampir, kurtadam, zombi vb gibi mutasyonlara ek olarak işkence, gore, extremist gibi istismar filmlerinin de çıkış noktası budur.

    Fobi; İnsanın üst düzeyde hissettiği koru unsurlarını, fobileri ele alır. Örümcek, karanlık, timsah, kesici alet, kapalı kalma, dışarı çıkma vs. Fobileri say say bitmez ve bu kesinlikle korku türü için kurumayan bir kaynak gibidir. 

    Kıyamet; İnsan soyunu sürdürmeye kodalanmıştır ve en büyük korusu tamamen yok olmaktır. Eh gerisini siz düşünün. Korku anlatımında kıyamet senaryoları üretmek gibisi var mıdır? 

    Evet sanırım bu az çok bir fikir vermiştir. Gerisi Hikâye’de bunları sıklıkla ve daha detaylı ele alıyoruz.

    5) Açıkçası benim de çok noksan olduğum bir konuyla devam etmek istiyorum. İzleyiciler, okurlar ve tüm ilgililer içinde bulunduğumuz kültürün yeterli “korku” unsuru bulundurmadığını düşünüyor. Buna karşın “Anadolu Korku Öyküleri” adlı bir seriniz mevcut. Bunun gibi projelerinizi de göz önünde bulundurarak bu düşüncenin aslında bir yanılgı olduğunu söyleyebilir misiniz?

    Galip Dursun: Bu bir yanılgı, tabi. Yanılgıyı ispat için yüzlerce sayfa öykü yazdık sanırım :) 

    Tüm dünya küresel kültürün bombardımanı altında. O kültürün onayladığı ya da yayınladığı eserler genel olarak algıyı yaratıyor, ilgiyi şekillendiriyor. Haliyle çok iyi örneklerle karşımıza çıkan, oturmuş bir kültür endüstrisinin ürettiği eserler bizim gibi ülkelerdeki emekleme çağında sayılabilecek eserleri ezip geçiyorlar. Bu nedenle de bizim kültürde korku edebiyatına dönüşecek bir madde, nesne, mesele yoktur diye düşünmeye başlıyoruz. 

    Bizim, özellikle de bu küçücük grubun emeği sayesinde, bu algıyı kırmamız yaklaşık 20 yılımızı aldı. Çok uğraştık ama bizlerin ısrarla yazması, iyi öyküler üretip insanlara ulaştırması, yayınevlerini ikna etmesi, sinemacıları besleyecek hikayeler ortaya çıkarması neticesinde bugün yerel unsurlar, yerli korku edebiyatı gibi konular artık tartışmasız kabul ediliyor. 

    Bugün genç bir yazar arkadaşımız, korku türünde yazdığı eseri bir yayınevine götürdüğünde müstehzi kahkahalar eşliğinde reddedilmiyorsa abi ve ablalarına çok şey borçlu olduğunu bilmeli :) bunların hepsi yaşandı daha önceden. 

    Işın Beril Tetik: Bunun yanılgı olduğunu elbette kolayca söyleyebiliriz. Coğrafyamızın zenginliğini düşünürsek ve bu topraklardaki gelmiş geçmiş medeniyetlerin mirasına şöyle bir bakarsak bunu kolaylıkla görürüz. Pek çok farklı coğrafyadan halkın da burada buluştuğunu unutmayalım, bugün hayranlık duyduğumuz ve yabancı bellediğimiz o anlatıların çoğunun temelini hem kendi coğrafyamız hem yakın coğrafyanın anlatıları oluşturur. Biz boşuna neredeyse her bölümde Sümer’e gidelim, demiyoruz. Bu artık neredeyse bir şaka haline geldi ama gerçek bu.  Ayrıca, şunu da eklemek gerekir, dünyanın bir ucundaki bir efsanenin benzerini kendi coğrafyanızda bulmak çok mümkündür. Bu, coğrafya ne olursa olsun, insanın aynı şeylerden korkması yüzündendir. O sebeple her kültürün kendine has canavarları ve korku öyküleri bir başka kültürde de mutlaka anlatılıyordur. O yüzden Afrika’ya has antik bir anlatının izini rahatlıkla bizde de bulabiliriz. Ama şunu belirtmek lazım, bu anlatıların yaşaması sürekli hatırlatılmasına bağlıdır. Bunun en etkili yolu da araştırmalar ve edebiyattır. Ne yazık ki edebiyatımızın geçmiş yüzyıldaki ‘Gerçekçi’ tutumu özellikle spekülatif kurgunun yolunu kapadığından, ancak birkaç cesur yazar tarafından az sayıda eser üretilebilmiş. Fakat ciddiye alınmayan ve üvey evlat sayılan bu antik anlatı türü 21. Yüzyılda, hatta son 20 -25 senedir gittikçe hızlanan bir ivme kazandı. ‘A! sen korku mu yazıyorsun? Neden daha ciddi bir şeyler yazmıyorsun’ nidası giderek kayboluyor. Bu da ülkemizdeki korku türüne eser veren yazarların çoğalması ve oldukça güzel eserler vermelerinden kaynaklı. 

    Demokan Atasoy: Sadece son yirmi yılda Türk Edebiyatı’nda yazılmış korku eserlerini araştırıp, bulup okumaya çalışmak dahi tahminen en az iki-üç yıllık bir zaman harcamayı gerektirecektir. Korku geçen yüzyıl boyunca ülkemizde hor görüldüğü için yeterli ivmeyi kazanamasa da 21. Yüzyıl tam da korkunun canlanma dönemi oldu. Yeni ve denenmemiş olmasının ötesinde “ciddi” edebiyatçı ve eleştirmenlerin görmezden gelişleri dolayısıyla tehlikeli sularda gezmektir korku yazmak. Açıkçası bu bizi durdurmadı. Korku okumak isteyenleri de bu köhne ön yargılar durdurmasın ve araştırıp bulsunlar. Google diye enfes bir arama motoru var (şaka bir yana), çoğu insanın dünyanın bilgisine ulaşabilecekken araştırma yapmaya üşendiğini görüyorum. Tabii ki yazılanların hepsi iyi değil fakat ciddi bir üretim var ve bu işin başındayız. Seçici olmak için önce bütünden haberdar olmak gerekir. 

    6) Hayranı olduğunuz ya da sizlerde kuvvetli bir etki bırakmış olan eserleri merak etmekteyim. Hatta bu etkinin nedenlerini de açıklayabilirseniz gerçekten çok mutlu oluruz.

    Galip Dursun: İlk aklıma gelen isimler H.P. Lovecraft, Stephen King ve Clive Barker. Bu üç yazarı okumamış olsaydım aynı kişi olmazdım. Lovecraft külliyatını her iki senede bir tekrar okuyorum. Her okumamda ise ayrı bir keyif alıyorum, yeni bir şeyler keşfediyorum. Bizim Lovecraft sevgimizi biliyorsunuzdur. 

    Herkesin bir favori Stephen King kitabı vardır. Benimki sanırım Hayvan Mezarlığı. Clive Barker’ın 2000ler öncesi yazdığı öykü ve romanlarını çok severim. Her korkusever Kan Kitapları’nı okumak zorundadır. Bende iz bırakan diğer yazarlar ise Edgar Allan Poe, Spencer Holst, Agatha Christie, Herman Melville, Anne Rice, Bram Stoker. Steven Pressfield’a bayılırım. Richard Matheson’un bende yeri ayrıdır. Ben, Efsane’yi okumadıysanız eğer kesinlikle tavsiye ederim. Philip K. Dick’i okuduğum zaman kafamın içinde, daha önce kullanmadığım bir yerlerde ışıklar yanıp sönmeye başlar. Arthur C. Clarke’ı çok severim. Tom Holland’ın Çölde Uyuyan Sır’ı ise en çok etkilendiğim kitaplardandı. 

    Bu liste uzar gider. 

    Işın Beril Tetik: Pek çok korku klasiği okumakla ve bunlardan ilham almakla beraber, sanırım beni en çok etkileyen eserin çağdaş yazarlardan Stephen King’in Mahşer’i olduğunu söylemeliyim. Çok klasik bir yanıt tahminen ama King’in ve çağdaşı Koontz’un özellikle okuma serüvenimde yerleri büyük. Etkisine gelince, aslında bulunduğumuz dönemi etkileyen salgın düşünülünce neden her sene bir defa bu romana göz attığımı bugün daha iyi anlıyorum. O zaman böylesine korkunç bir salgını hayal etmek zordu. Şimdiyse bunu yaşıyoruz.

    Demokan Atasoy: Richard Matheson’un Ben Efsane’si okuduğum anda beni çarpan en önemli eserlerden biridir. Toplum içinde yaşayan insanın en büyük korkularından bir olan yabancılaşmayı en vurucu şekilde işlemiş romanlardandır bu. Ayrıca 64 ve 71 yıllarındaki sinema uyarlamaları da mutlaka görülmesi gereken eserlerdir. Orada anlatılan canavarlar biraz karmaşık vampirler olsa da sonuç itibariyle çocukken ölümü anlama çabalarım sırasında karşılaştığım ölüm korkusunu yenmenin en karizmatik yolu olan vampirlik ve vampirler özel olarak da Kont Dracula daimi kahramanlarım olmuştur.

    7) Son olarak korku folkloruna dair bir şeyler öğrenmek isteyen genç-yaşlı fark etmeksizin tüm okurlarımıza önerileriniz nelerdir?

    Galip Dursun: Anadolu Korku Öyküleri 1-2-3 :) 

    Korku folkloru çok derin bir konu ve tüm dünyayı kapsayacak kadar okumak istemeyebilirsiniz. Eğer korku türünün dahil olduğu kültürel bir araştırma / okuma yapacaksanız memoratları okumanızı tavsiye ederim. Halkbilimcilerin eserleri bu manada epey ilham verici oluyor. Prof. Özkul Çobanoğlu’nun kitapları önemli. Yine sevgili Seçkin Sarpkaya ve Mehmet Berk Yaltırık’ın bilimsel çalışmaları takip edilebilir. 

    Çevrimiçi yayın olarak Gerisi Hikaye ve Mehmet Berk Yaltırık’ın youtube yayınlarını takip etmelerini özellikle tavsiye ediyorum. 

    Işın Beril Tetik: İlgilerini çekiyorsa mitoloji ve masallardan başlayabilirler. Korku folkloru, global düşünülürse, sonu olmayan bir okyanus gibi ne araştırması ne okuması biter. Ama şöyle bir yol çizebilirler. Bir bölge seçip o bölgenin mitolojisini sonrasında da bu bölge yazarlarının mitolojiden esinlenen eserlerini okuyabilirler. Böylece hem anlatıyı hem de edebiyatta kullanışını karşılaştırma şansı bulurlar. Ayrıca bu epey eğlenceli bir yöntemdir. Bir başka yöntem ise bir bölgeye ait anlatının veya canavarın diğer coğrafyalarda benzerlerinin izini takip etmektir. Misal, vampir neredeyse tüm coğrafyalarda (şekli, mizacı değişse de) mevcuttur. Hayaletli ev hikayesi de aynı şekilde her kültürde vardır. Farklı anlatıları tecrübe etmek, özellikle ilgilenenlerin ufkunu açacaktır.  

    Demokan Atasoy: Masalların peşine düşün, dedeleriniz nenelerinizin onlar çocukken kendi büyüklerinden dinledikleri korku hikayelerinin izini sürün. Tabii Anadolu Korku Öyküleri kitaplarını da okuyup folklorun edebiyata olan etkisini de gözlemlemekten geri durmayın. Selamlar.

    Gerisi Hikaye ekibine bu keyifli sohbet için gerçekten çok teşekkür ediyor ve siz değerli okurları da ekibin kültür üzerine gerçekleştirdikleri keyifli ve bilgilendirici içeriklerine aşina olmaya davet ediyorum.

     

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.