Tolstoy’un yayınlandığı dönemde büyük skandallara ve tartışmalara yol açan eseri Kreutzer Sonat, ismini Beethoven’ın bir türlü kavuşamadığı aşkına ithaf ettiği bestesinden alır. Tolstoy da eserini kaleme alırken tıpkı Beethoven gibi insanlığın kavuşamadığı erdemli ve kutsal aşkın arayışı ve sancısı içerisindedir. Rus toplumunun ahlak anlayışı ve evlilik ilişkileri üzerine ağır eleştiriler getiren bu eser, toplumu ahlaksızlığa yöneltmekle suçlandı ve Tolstoy’un 1901’de Rus Ortodoks Kilisesi tarafından aforoz edilme sürecinde de etkili oldu. Eser, Rusya’nın yanı sıra Amerika ve bazı ülkelerde sansüre uğradı.
Bu sıra dışı ve evrensel başyapıt değerlendirilirken iki yönlü düşünmek eseri irdelememiz açısından bizlere aydınlatıcı bir yol çizebilir. Eser bir yanıyla insan psikolojisini ve davranışlarını ayrıntılı bir şekilde kaleme alan Tolstoy’un edebi gücünün etkileyici bir örneğini yansıtırken; diğer yanıyla da felsefi olarak evlilik, aile, cinsellik ve kadın erkek ilişkilerini her yönüyle sorgulamaktadır.
Hikaye bir tren yolculuğu sırasında aynı vagondaki yolcular arasında geleneksel evlilik ve aşk evliliği kavramları üzerinden gelişen bir tartışma ile başlar. Kıskançlık nedeniyle karısını öldürdüğü için bir süre hapishanede yatmış olan Pozdnişev’in de dâhil olmasıyla tartışmalar alevlenir. Onun kadınlar, evlilik, sadakat ve aşk üzerine dillendirdiği sıra dışı ve saldırgan fikirleri yolcuları oldukça rahatsız etmiş ve ortamı terk etmelerine sebep olmuştur. Yanında oturan adamla vagonda baş başa kalan Pozdnişev, bütün hayat hikâyesini ve yıllarca içinde sakladığı iç hesaplaşmalarını, sanki bir vicdan sağaltması yaşar gibi yol arkadaşına tüm çıplaklığıyla aktarır.
Tolstoy, yarattığı bu ana karakter üzerinden yola çıkarak; dönemin Rus aristokrat aileleri arasında süregelen aşk ve evlilik hayatının açık bir panoramasını bizlere sunar. Eşlerin birbirine azalan ilgisi, duyduğu güvensizlik, birbirlerini aldatma eğilimi ve bu çarpık ilişkiler iklimde yetişen çocuklarıyla beraber aile hayatı tam bir karmaşa içerisindedir.
Eşler ilişki içerisinde birbirlerini nasıl algılar?
Bu konuyu düşündüğümüzde her iki cins açısından da birbirlerini anlamanın ne denli güç olduğunu kolayca fark edebiliriz. Kadın erkek ilişkisi medeniyetimizin temelidir. Bu ilişki, evrimsel altyapısı itibariyle cinsellik üzerinden gelecek nesilleri var ederken, sosyal yanıyla da insanlığın tüm birikiminin özeti olan kültürel zenginliğimizin merkezini oluşturmaktadır. Doğal akışı içerisinde başlayan kadın erkek ilişkisi, tarım devrimi ve gelişen sosyoekonomik süreçle beraber toplumsal yaşama egemen olan erklerin amaçları doğrultusunda yönlendirdiği kavramsal bir hale bürünmüştür.
19. yüzyıl, Avrupa’da ve Rusya’da büyük değişimlere neden olmuştur. Sanayi devrimi ve etkileri tüm toplumu dönüştürürken aile ve onunla birlikte kadın erkek ilişkileri de bu dönüşümden üzerine düşen payı alır. Öncelikle toplum, aristokrat sınıf üzerinden değişim gösterirken; kendini yeni yeni var etmeye başlayan ve günden güne etkisini arttıran burjuvazi de bu değişimde öncü rol almaya başlamaktadır. Meta ekonomisine geçilmesi ve üretimin daha önce hayal edilemeyecek hızlara ulaşması, bu yaşam biçiminin makbul bir hal almasına neden olmuştur. Kültür üzerindeki bu değişim, aşk ilişkilerini de zaman içerisinde dönüştürecektir.
Tolstoy’a göre tarihin bu noktasında kadın, bir seks nesnesi olarak kendisini ortaya sunabilecek ‘güzel’ bir bedenden ibarettir. Genç kadın ‘güzel’ olmak için gönüllüdür. Kimse onu buna zorlamaz. Erkek ise doğru ifade etmek gerekirse ‘şehvet düşkünüdür’. Yaşam amacı yalnızca kadındır. Onunla olmak yahut kadını etkilemek için uğraşmak, tüm zamanı bununla geçer. Tabi ki bu süreçler aristokrat sınıf içerisinde yaşanmaktadır. Aynı zaman diliminde geniş halk yığınları hayatta kalma mücadelesinden başka pek bir şeyle ilgilenecek durumda değildir.
Basit Bir Pazar İlişkine Dönüşen Kadın Erkek İlişkisi
Erkek arzularının peşinde bir müşteri, kadın ise hak ettiği değeri verebilecek erkeği arayan bir satıcıdır. Erkek aşık olur. Arzu nesnesi olan kadının bedeni, onun gözlerini kamaştırır. Eğer erkek tecrübesiz ise aşk bir perdedir. Altında yatan şehveti gizler. Erkek, cinselliği yok sayarcasına kutsal bir aşk yaşar. Fakat bu durum gelip geçicidir. Zaman erkeğin kutsal aşkını parçalar. Onun parçaları ardından geride kalan yalnızca şehvettir. Artık kadının kişiliğinin herhangi bir önemi kalmamıştır. O bir seks nesnesidir ve arzularını tatmin etmek isteyen erkeğin oyuncağıdır. Etrafını ve kendisini her fırsatta zehirleyen bir aşk makinasına dönüşmüştür erkek…
Kadına gelirsek onu tanımlamak biraz daha karmaşıktır. Genç kadın aşka aşıktır. Onun için duygularının ve hissettiklerinin önemi tarifsizdir. Arzularını yaşamak ve değerli bir erkeğin eşi olmak için mücadele eder. Ayrıca genç kadın bir anne namzetidir. O yüzden bir yandan da gözler hep onun üzerindedir. Birçok erkeğin beğenisini arzular. Ama doğru erkeği de seçmesi gerekir. O erkeğin üstün niteliklerini elde edebilmek için ortaya koyabileceği tek sermayesi ise güzelliğidir. Onun da bütün derdi tasası bu nedenle bedeni olmuştur.
Bu güzelliği; vücudun cinsel olarak çekici noktaları, yumuşak bir ten, hoş saçlar ve kışkırtıcı bakışlar olarak tanımlayabiliriz. Eserin kaleme alındığı dönemde ise bu tarifsiz güzelliğin yegâne sahibi fahişelerdi. Tolstoy’a göre aristokrat kadınlar da görünümlerini fahişelere benzetmeye çalışıyorlardı. Bu fikirlerin yanı sıra yazar, kadın erkek ilişkisinin düzen tarafından yönlendirilerek karşılıklı bir fuhuş ilişkisine dönüştürüldüğünü düşünmektedir. Bu durum içerisinde ‘’fahişelik rolü’’ erkek ve kadının payına eşit oranda düşmektedir. Düzen, adeta fabrikadan çıkıp pazara sürülen bir ürün gibi genç oğlan ve kızları bu roller için hazırlar. Onlar da belli bir yaşa gelince ‘’fahişe’’ rolünü büyük bir arzuyla oynamaya başlarlar. Sıra evliliğe geldiğinde ise birleşip kendilerine ait bir genelev kurgusu yaratacaklardır. Burada bütün eleştiri aile üzerine odaklanır. Onu var eden koşullar ve yarattığı sonuçlar Tolstoy’da derin bir tiksinti uyandırır.
Yaşamını Sorgula!
Son olarak unutulmamalıdır ki cinsellik, insan hayatının doğal bir parçasıdır. Tolstoy açısından rahatsız edici olan nokta cinselliğin düzen tarafından acı verici şekilde bağlamından koparılıp bir ucube haline getirilmesidir. Eserin kaleme alındığı günden bugüne geldiğimizde de yazarın altını çizmeye çalıştığı cinsel sömürü katlanarak artmıştır.
Kendi arzularımız ve bu arzuların nasıl, ne koşullarla ortaya çıktığı üzerine düşünüp beğenilerimizi ve yaşam tarzımızı kökten sorgulamayı başarabildiğimiz günlerin gelmesi umuduyla…
Beni bana anlatmış sanki ne desem bilemedim.