Roberto Rosellini Sineması’Ndan “Sıfır Yılı” Üzerine Düşünceler

Roberto Rosellini Sineması’Ndan “Sıfır Yılı” Üzerine Düşünceler
  • 2
    0
    0
    1
  • Almanya Sıfır Yılı, Rosellini’nin savaş üçlemesinin bir parçası ve İtalyan yeni gerçekçiliğin önde gelen örneklerinden. Savaşın zorluğu altında ezilen İtalyan halkının yaşadığı acıları, müttefik Alman toplumu üzerinden anlatıyor.


    “Bu film 1947 yazında Berlin’de çekildi. Sadece objektif olmayı ve gerçeği göstermeyi amaçlıyor. Bu harabeye dönmüş koca şehir, 3,5 milyon kişinin sefil bir hayat sürdüğü yer. Neredeyse unutulmuş olan… Onlar bu trajediyi sıradan bir olay gibi yaşadılar. Bunun sebebi güçleri veya inançları değildi. Artık tükenmiş olmalarıydı. Bu ne bir suçlama ne de bir Alman savunmasıdır. Gerçeğin ta kendisidir.”  

                                                                                                                                                                                               Roberto Rosellini

    Sinema, sanatsal kimliğini düşünce temelinde somutlaştırarak; beğenmeye zorlandığımız kuru estetiğe maruz kalmadan renkli dünyalar yaratır. Dünya sinemasının klasikleri arasında yerini alan 1948 yapımı Almanya Sıfır Yılı filmi, Rosellini’nin savaş üçlemesinin bir parçası ve İtalyan yeni gerçekçiliğin önde gelen örneklerinden…

    Filmin ilk sahnesinde olduğu gibi, her birimiz kaygılarımızın başladığı yerdeyiz. Yani ‘Sıfır Yılında!’ İnsanlık tarihinin en yıkıcı savaşının hemen ardından, kötülüğün her türlüsünü acımasızca deneyimlemiş insanların hayatlarıyla yüzleşiyoruz. Böylesine keskin bir zaman – mekân denklemi içerisinde yer almak her ne kadar heyecan verici gözüküyor olsa da; ölümün yaşam, yaşamın ise ölüm demek olduğu korkunç bir anlam bunalımıyla bizleri karşı karşıya bırakıyor.

    Film, savaşın zorluğu altında ezilen İtalyan halkının yaşadığı acıları, müttefik Alman toplumu üzerinden anlatıyor. Atmosfer, savaşın bir parçası olan insanlar için fazlasıyla gerçekçi. Savaş sonrası Berlin’deyiz. Darmadağın olmuş bu yaşlı kentte, ayakta kalabilmeyi başarabilmiş çok az sayıda yapı var. Tarihin en verimli kültür sahalarından olan Almanya can çekişiyor! Bu yıkıntı içerisinde aklı göz ardı ederek kurgulanan sanayi imparatorluğunun yüzlerce yıla yayılmış gururunu savunmak ise kendi halinde tıkırdayan tramvay sistemine kalmış durumda. Peki, başka ne var derseniz? Onlarca insanın bir arada yaşadığı evler, kısıtlanmış elektrik ve biraz da su. Açlık da Berlin halkını yalnız bırakmıyor. Ailelerini kaybettikten sonra sokaklara dağılmış çocuklar, üstün ırkın sonunun geldiğinin habercisi gibi gözüküyor. Tarihin en büyük felaketini yaşayıp hayatta kalmayı başarmış bu çocuklardan birisi olmak… Hikâyemiz işte böyle başlıyor.

    Savaşın kötülüklerinden ya da toplumun nasıl böyle bir yanlışa düştüğünün nedenlerinden bahsetmek istemiyorum. Bana kalırsa savaş hali, canlılığın özünü dışa yansıttığı en saf hallerinden birisi. Film bu özü, yarattığı atmosfer ile somutlaştırıyor. Yaşamaya mahkûm edilmiş insanlar ölümle yüz yüzeler. Ama hayat devam etmeli, bu yüzden de her şey kolayca göz ardı edilmek zorunda. Bu travmatik süreç, dönemi yaşayan insanlar için oldukça anlaşılabilir fakat günümüzden geriye dönüp bakıldığında fazlasıyla dehşet verici. Biz ise istersek küçük bir çocuğun bedeninde, büyük savaşın ardıl hikâyelerinden birisinin parçası olabilir ya da onun gözlerinden yaşamın ne denli vahşi olabileceğine bakarak hem onun hem de hastalık ve korku karşısında ezilen ailesinin hayatını seyredebiliriz.

    Tüm bu curcuna hali, koşullar ne olursa olsun bir çocuğun masumiyetiyle farklı anlamlara yöneliyor. Bu masum yüz üzerinden kurgulanan dikkate değer bir başka nokta ise; henüz filizlenme aşamasında olan kültürel yozlaşmanın etkilerinin toplum üzerinde kendini belli etmeye başlamasıdır. Anlamlı olan her şeyi olabildiğince parçalara ayrılıp, her bireyin kendi zihninde farklı anlamlarla yeniden kurgulanabilmesinin sinemadaki ilkel örneklerinden birisiyle karşılaşıyoruz. Eski ile yeni arasındaki alışagelmiş savaş devam ediyor. Somut faydacı kötülüğün, soyut ve iyi niyet kisvesi ardına gizlenmiş kötülükle olan mücadelesi, arka planda kalmış imgeler arasında güçlü bir şekilde yaşanıyor. Film sahip olduğu yan karakterler ve ara hikâyeler üzerinden farklı düşünce biçimlerine imkân vererek yalın anlatımıyla etkileyici bir dram ortaya koyuyor.

    Günümüzde ise sinema sektörü, Amerikan endüstri sineması ile sınırlı kalmaksızın ticari ve statüsel başarı amacıyla filmler üretiyor. Bu nedenle klasikler, yapımları üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen hâlâ bizlere nefes alabilme imkânı sağlıyor. Sanatsal iyinin fikirle yoğrularak üretilebileceğine olan inancımızı tazeliyor. Almanya Sıfır Yılı filmi, Berlin’in harabeleri arasından çıkarak her fırsatta hayatımızı enkaza çeviren köhne düşüncelere karşı farkındalığımızı güçlü tutabilmek adına tekrar tekrar izlenmesi gereken filmlerin de başında geliyor. Hem bireysel hem toplumsal olarak üzerine düşünülmesi gereken fikirlerle dolu tarifsiz bir sanat deneyimi sunuyor.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.