Afro-Amerikan Gettolaşması Ve Bunun Sanata Yansımaları

Afro-Amerikan Gettolaşması Ve Bunun Sanata Yansımaları
  • 4
    0
    1
    1
  • Uzun bir aradan sonra, bu aralar Afro-Amerikan draması üzerine fazlaca kafa yormuş olmamın da verdiği gazla bu yazıyı yazmaya karar verdim. 

    Şunu başlangıç olarak belirtmek isterim ki bu yazıda bir etnik kökenin özellikle belirtiliyor olması, bu topluluğun zaten içinde bulunduğu toplum tarafından bir şekilde ötekileştirilmesi nedeniyle, bu marjinalleştirilmeye karşı sanat aracılığıyla verdiği reaksiyonu göstermek ve nasıl karşıt bir akım oluşturduklarını bir nebze de olsa sizlerle paylaşmak içindir. Kuşkusuz ki kendini sanata adamış bütün sanatçılar gibi, siyahi sanatçıların da sanatlarına şekil verirken amaçladıkları, aktarmak istedikleri bir şeyler vardı ve hala var. İçlerinde bulundukları şartlar konusunda ''beyaz'' farkındalığı yaratmak kadar kendi topluluklarının bilincini arttırmak, onları bu konuda eğitmek, bedenen veya zihnen özgürleşme süreçlerinde batılı beyazların çizdiği sınırların dışına çıkıp özgürleşmelerinde kendilerini pasif rolden aktif hale geçirmek ve daha nice farklı sebep...

    Afro-Amerikan bireyler için hemen hemen her dönem, günümüz şartları dahi, sosyal yaşam ya da iş yaşamı farketmeksizin bir ötekileştirmenin olduğunu söyleyebiliriz; restoranlarda, marketlerde, okullarda veya hastane gibi günlük yaşamın akışını sağlayacak birçok alanda ya ayrı yerlerde hizmet almak zorundalardı ya da eşit şartlar altında olmayan haksız bir muameleyle karşılaşmak. Öyle ki ünlü oyun yazarı August Wilson'ın Fences oyununda da günlük yaşam gerçekliklerine yer verildiği üzere, sırf bir insan muamelesi görebilmek adına daha pahalı olan bir süpermarketten alışveriş yaptıklarını belirtirler. Fakat bütün marjinalleştirme yöntemlerini göz önüne alırsak, bu yazıda, benim daha çok ilgimi çeken siyahileri şehir merkezlerinden ziyade kasabaların gettolarında yaşamaya mahkum bırakmaları üzerine bir şeyler okuyacaksınız. 

    Bu konuya belki de en çok dikkat çeken siyahi yazarlardan biri de Lorraine Hansberry'dir. Hansberry'nin estetik anlayışına yön veren en önemli etkenlerden biri, ailesinin geçmişte yaşadığı bir olayla bağdaştırılır. Hansberry ailesi, beyazların oturduğu bir mahalleden ev alır, eve yerleştiklerinde ise öfkeli beyaz bir kalabalıkla karşılaşırlar. İstenmedikleri bu mahalleyi terk etmek yerine mahkemeye giderler ve uzun, sancılı bir dönemin ardından haklılıkları ispatlanır; bu sayede ev de kendilerinde kalır. Lorraine Hansberry bu dönemi To Be Young (1970) kitabında oldukça zorlu bir süreç olarak tanımlar; babası Washington'da mahkemelerde bu savaşı sürdürürken, annesi de elinde dolu bir silahla gece gündüz dört çocuğunu korumak için evin içinde nöbet tutmuştur.

    Bu sebeple Hansberry 1959 yılında yayımlanan kendi yaşadıklarına benzer bir olay yaşayan Youngers ailesinin hikayesini izleyicilerle buluşturur. Hikayede sigortadan ellerine geçen para ile beyazların oturduğu bir mahalleden ev alırlar, fakat daha taşınmadan mahallenin konsey temsilcisi onları taşınmamaları ve evi kendilerine satmaları için ikna etmeye gelmiştir. Oyunun sonunda aile getto hayatı ile beyaz bir mahallede var olma savaşının tehlikelerini kıyasladığında, gettoda hayatın çok daha tehlikeli olduğuna karar vererek beyaz mahallesine taşınmak için yola çıkarlar. 

    Peki ama niçin kendi toplulukları varken kavga gürültüyü göze alarak beyazların içerisinde hayatta kalma savaşına girerler? 

    Bu sorunun cevabı için tarihte biraz geriye gitmek gerekli. 1920'lerde başlayan Büyük Göç -Amerikan'ın güneyindeki köle kanunlarının ve şartlarının giderek ağırlaşması üzerine güneyden kuzeye doğru siyahi göçlerinin başlaması- ile kuzeye gelen Afro-Amerikan nüfusunun büyük bir ölçüde artmasına neden olur. Büyük umutlarla kuzeye göç eden siyahiler maalesef vaad edilen Amerikan Rüyası'nın kendileri için olmadığını fark ederler. Köle olmasalar bile bu kez de barınma ve istihdam gibi farklı problemlerle karşılaşırlar. Bu da nehir yataklarına kurulmuş uzun kilometreler boyunca çadır kentlerinin oluşmasına neden olur. Yine bu çadır kentlerin, orada yaşayan insanları suça itmesi üzerine August Wilson'ın Fences oyununda bazı göndermeler gözümüze çarpabilir; baş karakterimiz Walter burada yaşarken aç kalmamak için önceleri yemek çaldığını, sonra da para çalıp yemek, ayakkabı ya da istediği diğer şeyleri alabileceğini fark ettiğini belirtir (2.1). Yani gettolardaki çevresel faktörler ve imkansızlıklardan kaynaklı suç oranı artışı gözlemlenebilir ve dahası buralarda yetişen insanların çevre kurbanı sayılabileceği de söylenebilir. 

    Gettolar tahmin edilebileceği üzere eğitim, hastane, temizlik gibi hizmetlerden yoksun bırakılmış bölgeler. Bunlara dair imgeleri birçok siyahi yazarın eserlerinde bulabiliriz; Hansberry'nin A Raisin in the Sun oyununda da bol bol bu imgelere yer verilmiş. Oyunda hamile gelin Ruth'un kürtaj yaptırmak için bir hastaneye gitmektense, operasyona gideceği yer için ''lady down the street'' dediğini görürüz. Bu merdiven altı illegal bir yöntemle çocuk aldırmak için siyahilerin sık sık başvurduğu yerlerden birisi ve büyük ihtimalle bir ebe, hastanede çalışan hemşire ya da bir hademe tarafından bu işlemin yapılacağını anlıyoruz. Bu yöntemler yüzünden hayatını kaybeden kadın sayısının da azımsanmayacak ölçüde kayıtlara geçtiğini de Ross'un (2016) African-American Women and Abortion yazısından da teyit edebiliriz. Yine aynı oyun içinde, bu bölgelerin temizlik hizmetlerinden yoksun bırakıldıklarına dair küçük de olsa ipuçları olarak serpiştirilmiş göndermeler bulunur; evin genç kızı Beneatha evde bulunan hamam böceklerine böcek ilacı sıkarken onların kedi büyüklüğünde olduğunu ve kurtulmak için binayı komple ateşe vermeleri gerektiğini belirtir. Burda aslında Hansberry'nin alegorik yaklaşımını görmemiz mümkün; gettolardan kurtulmak için geçici bir çözüm değil, kökten bir çözüm arayışında olduğunu ve ciddiyetini görebiliriz. 

    Eğitim olanaklarının da buralarda sınırlı olduğunu yine Hansberry'nin Scars adlı kitabından alıntılarda bulabiliriz. Kendisinin de Chicago'nun ayrımcı okul sisteminden geldiğini ve bu nedenle hala düzgün sayamadığını, markette değişim yaparken basit bir işlemi yapamadığını belirtir. Bunu da gettolarda kapatılmış ve unutulmuş olmakla bağdaştırır.

    Hansberry gettoların kendilerini yalnızca zihnen değil aynı zamanda bedenen de öldürdüğünü To Be Young (1970) kitabında açıkça ifade eder. Ortalama bir siyahi yaşam süresinin, ortalama bir beyazınkine oranla 10 yıl daha az olduğunu öne sürer ve bunu da gettoların onları hasta ettiğini, hizmette eşitliğin olmadığını, ve bunun o gettolardan çıkılmadığı sürece kısır döngü halinde devam edeceğini savunur. Fakat maalesef gettolardan çıkmak da siyahiler için ne manevi ne de maddi olarak o kadar kolay değildi. Gordon'a (2008) göre, Afro-Amerikanlar o sıkıştıkları gettolardaki dairelere beyazların yaşadıkları mahallelere oranla çok daha fazla kira ödüyorlardı. Örneğin; ortalama bir beyaz aile 5 odalık bir apartman dairesine aylık 60 dolar ödüyorken, ortalama 4 kişilik bir siyahi aile 1.5 veya 2 odalık dairelere sıcak su veya elektrik olmadan 56 dolar ödemek zorundalardı ve üstüne bu daireyi sıçanlar ve hamam böcekleriyle paylaşmaları gerekiyordu. 

    Özetlemek gerekirse, gettolar günümüzde de siyahilere tanı(ma)dıkları imkanlar nedeniyle, hem bu topluluğun durumunu, hem çoğunluğun bakış açısını, hem de geleceğe dair umutları kısır bir döngüye soktuğunu söylemek yanlış olmaz. Bu döngüden kendilerini ve topluluklarını çıkarmak adına sanatçıların estetik anlayışlarının ne yönde şekillendiğini görmek mümkün.

    Siyahilerin haklı olarak gettolarda kalmak istememe nedenleri benim okuduklarıma göre bu şekilde, peki beyazların onları kendi mahallelerinde istememe nedenleri neler? Eğer buraya kadar okuduysanız, bunu da bir sonraki yazıma bırakıyorum. :)

    Referanslar

    August Wilson: The ground on which he stood. (2007). In 1147801105 863353133 C. Bigsby (Ed.), The Cambridge Companion to August Wilson. Cambridge.

    Baharvand, P. (2017). The Failure of the American Dream in August Wilson's Fences. International Journal of English Language & Translation Studies. 5(4). 69-75.

    Bellamy, L. (1997). The Colonization of Black Theatre. African American Review, 31(4), 587-590. doi:10.2307/3042323

    Cetin, I. (2012, September 7). Urban Segregation And Spatial Clustering Forms. Dergi Park Akademik, 160-166.

    Gordon, M. (2008). "Somewhat like War": The Aesthetics of Segregation, Black Liberation, and "A Raisin in the Sun". African American Review, 42(1), 121-133. Retrieved January 9, 2021, from http://www.jstor.org/stable/40301308

    Gantt, P. (2009). Putting Black Culture on Stage: August Wilson's Pittsburgh Cycle. College Literature, 36(2), 1-25. Retrieved January 9, 2021, from http://www.jstor.org/stable/20642019

    Hansberry, Lorraine, 1930-1965;Nemiroff, Robert. “To be young, gifted and Black : Lorraine Hansberry in her own words”. IBooks.

    Hansberry, L. A Raisin in the Sun. Plays and Playwrights.

    Ross, L. J. (2016). African-American Women and Abortion. In Using Informational Text to Teach A Raisin In the Sun (pp. 12-26).

    Rudds, C. T. (2016). Invisible Men: Space, Race, and Housing in African American Literature (Master's thesis, University of Illinois, 2016). Urbana.

    Wilson, A. (2016). Fences, 6. Penguin.


    Yorumlar (1)
    • Amerika Birleşik Devletleri. İnsanlığın, ırk,din dil ve en önemlisi Renk ayrımının kalesi. Afro Amerikan insanların mücadelesi geçmişten günümüze sözle, şarkıyla,filmle ve bir sürü yolla bizlere aktarıldı. Sayacak o kadar çok şey var ki, hangisini saydam bilemedim. Lakin bu konuyla alakalı hiçbir bilgisi olmayan birisi bile en basitinden Just mercy filmini izlerse belki yaşanan dramı, adaletsizliği ve zulümü görür ve bir nebze de olsa oturup düşünür. Afro Amerikan toplumunun simgesi haline gelen Malcolm X,in dediği gibi uyuyanlari uyandırmaya tek bir kişi yeterlidir.

      Yorum Bırakın

      Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.