2020 hepimiz için zor bir seneydi, bütün dünya olarak ölümcül bir virüsle savaştık. Önceliklerimiz değişti, insan sağlığının önemini bir kez daha kavradık. Bu kadar zor bir dönemde genç siyahi bir adamın polis tarafından zalimce canına kastedilirken "NEFES ALAMIYORUM" çığılığını büyük bir üzüntü ve öfkeyle izledik. Bir insan canının ne kadar kıymetli olduğunu gördüğümüz bu zamanda, sadece siyahi olduğu için bir gencin yaşama hakkının elinden alınması hepimizin canını yaktı. Irkçılığın hala bitmediği gerçeği bir kez daha gözler önüne serildi.
Irkçılık, Amerika'nın kuruluş dönemlerinden beri var olan çok büyük bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. 17. yüzyıldan itibaren siyahiler köle olarak alınıp satılmış, beyaz insanlardan farklı yerlerde yaşamışlar, onlarla aynı tuvaleti ve aynı yemeği paylaşamadıkları kötü zamanlardan geçmişler. 1960'larda ırkçılığın yasaklanması ve her ten renginin kanun önünde eşit olması anayasaya konulmasına rağmen görüyoruz ki hala daha ırkçılık ile mücadele etmek zorundayız.
Siyahiler ırkçılık ve maddi zorluklarla mücadele ederken içlerine kapanıp küçük semtlerde birlikte yaşamaya başladıklarında yeni bir kültür oluşturmaya başlıyorlar aslında. Kökenleri olan Afrika'nın da ruhunu koruyarak oluşturdukları yeni müzik türleri R&B ve Hip-Hop aralarında yaygınlaşmaya başlıyor. Yaşadıkları sokaklarda break dans yapan gençlere, boş sokak duvarları yerine kendi fikir ve yaratıcıklarından oluşan grafitilere daha çok rastlanıyor. Böylelikle ne kadar işsizlik ve ayrımcılıkla da mücadele etseler kendilerini Amerikalı ve birlikte hissedebiliyorlardı.
Bu kültür beyazlar arasında da ufak ufak yaygınlaşmaya başlamışken ilk Michael Jackson ile birlikte bütün Amerika'yla tam anlamıyla tanışıyor. O dönemde siyahi sanatçılar kent radyolarından başka bir yerde bulunamazken Michael ile birlikte ulusal radyolarda çalınmaya başlamışlar. Bir çok yeni siyahi sanatçılara da kapıları açan Michael, bizleri klipleri ve dans figürleriyle siyahilerin büyülü ve gizemli dünyasıyla tanıştırmıştır. O dönemde yaptığı şarkılarla ırkçılığa olan nefretini her zaman göstermiş olmasına rağmen yaşadığı vitiligo hastalığı yüzünden ten renginin açılmasıyla "Siyahi olmaktan utanıyor, ten rengini açtırıyor." gibi siyahi olmayı utanç verici bir durum gibi göstermeye çalışan ırkçı söylentiler çıkmış. O ise bu söylentilere "Ben derimin rengini değiştirmedim, hastalığım nedeniyle derim beyazladı. Siyahi olmaktan her zaman gurur duyuyorum." diyerek karşı çıkmıştır. Michael Jackson bütün bu siyahi kültürün değerini tüm dünyaya göstermiş büyük bir efsanedir.
90'lara geldiğimizde ise siyahi kültür, Amerikan kültürü ile eş anlama gelmeye başladı bile diyebilirim. Snoop Dogg, 2Pac, Jay-Z, Dr Dre gibi bir çok yeni isim Hip-Hop'ı çok büyük kitlelere ulaşmasını sağlarken Whitney Houston, Mary J Blidge ve Beyonce gibi R&B'nin güçlü kadın sesleri tüm dünyada hayranlıkla dinlenmiştir. Bu dönemde çekilen klipler, giyilen kıyafetler en başta Amerika olmak üzere dünya artık bu kültürün etkisine girmiştir.
Eskiden beyazların hakimiyetinde oynanan ve çok popüler olmayan basketbol, bu dönemde Michael Jordan ve Magic Johnson gibi birçok siyahi yıldız ile birlikte beyzbol ve Amerikan futbolunu geçerek Amerika'nın en popüler sporu haline gelmiştir. Michael Jordan'nın spor ayakkabıları, oversize stili modayı belirlemiştir. Maçlarında giydiği Nike Air ayakkabılar satış rekorları kırarken herkes siyahiler gibi taşlı büyük aksesuarlar, bucket şapkalar takıp büyük marka logolu oversize ve rahat kıyafetler giyinmeye başlamıştır.
Ben 90'ların sonunda doğdum ve çocukluğumda yaşadığım yer çok fazla dışarı oyun oynamaya uygun olmadığı için o zamanlar televizyon benim en iyi arkadaşlarımdan biriydi diyebilirim. Bir sürü çizgi film izlemenin yanı sıra çok fazla Amerikan kanalları izlerdim. Amerikan çocuk-gençlik dizileri, talk şovlar, ve müzik kanalları... Amerikan kültürüyle çok iç içe büyüdüm diyebilirim kendim için. Evet Türkiye'de yaşadığım için etrafımda hiç siyahi biri yoktu ama onlar hep benim televizyonumdaydı.
Televizyonda harika sesleri olan çok fazla siyahi şarkıcı izlerdim. Afro saçları, ten renkleri, kıyafetleri beni çok etkiliyordu. Onlara hayrandım, siyahi olmak bana hep havalı ve çekici geliyordu. İzlediğim hiçbir dizide ayrımcılığa, ırkçı söyleme rastlamamıştım. Bu yüzden Amerika benim için birçok farklı insanı ve kültürü bir araya getiren zengin bir toplumu çağrıştırıyordu ama bu güzel görüntüler arkasındaki acı gerçekle tanıştık.
Amerika'da beyazların üstünlüğü savunan azımsanmayacak kadar çok fazla insan var, birçok siyahi hiçbir suçu olmadığında bile polis tarafından aranıp gece sokakta yürüdüğü için tutuklanabiliyor. Siyahi mahallelerde hala daha çok büyük fakirlikler yaşanıyor, çok fazla siyahi evsiz insan var. Ülkedeki siyahi genç erkeklerin üçte biri hapiste ve dışarıya çıktıklarında onlara kimse iş vermiyor.
"Siyahi kültürü tüm dünya olarak bu kadar benimsemişken, bu kültürün temelindeki insanlar neden hala ırkçılıkla savaşıyorlar?"
George Floyd'un öldürülüşü ve daha çok yeni olan 6 Ocak 2021 senato saldırısındaki eylemcilerin pankartlarındaki ırkçı yazıları gördüğümde kendime bu soruyu sordum ve bu yazıyı yazmaya karar verdim. Bir yandan onların müziklerini dinlerken, kıyafetlerine özenirken, birçok siyahi starın hayranı olurken bir yandan onların yaşam hakkını ellerinden alacak kadar nasıl nefret edebiliyorlar? Bu zihniyet nasıl sona erdirilebilir? Bu soruların cevaplarını arayacağım.
Keşke hala ırkçılık konusunda hiçbir fikre sahip olmayan bir kız çocuğu olarak kalsaydım. Keşke Amerika'yı dizilerinde izlediğim gibi siyahilerle beyazların eşit ve birbirine her zaman sevgiyle yaklaştığı gibi hayal etmeye devam etseydim. Umarım tüm dünyada bu zihniyet son bulur ve ten renginden, inancından ve fikirlerinden dolayı hiç kimse bir daha ölmez !
Daha iyi nasıl ifade edilebilirdi bilemiyorum. Harika bir yazı olmuş..