Eskiden Selfie Mi Vardı? İşte Ünlü Ressamların Otoportreleri

Eskiden Selfie Mi Vardı? İşte Ünlü Ressamların Otoportreleri
  • 6
    0
    0
    1
  • Neden bu kadar selfie çekiyoruz, acaba bu içgüdüsel bir durum mu? Merakımı gidermek için geçmişe şöyle bir göz attım. Araştırmalarım sonucunda eski insanların da böyle bir eğilimi olduğunu fark ettim. Tabi yaşadıkları çağın koşulları doğrultusunda. Zenginlerin ve ressamların portre ve oto-portre düşkünlükleri bize bu konuda ışık tutabilir.

    Rönesans’tan önce sanatçılar oto-portre konusunda oldukça utangaçlardı. Bir ressam, en fazla kalabalık bir grup sahnesinin arka planına küçük bir kendi benzerini resmedebilirdi. Ancak 15. yüzyılda Alman ressam Albrecht Dürer, yüzünün ve gövdesinin ayrıntılı görüntülerini resmetmeye başladığında, otoportre bir resim türü haline geldi.

    O zamandan beri, Rembrandt’tan Frida Kahlo’ya ressamlar oto-portreyi çalışmalarının ana teması haline getirdiler. Burada sizler için oto-portreleri olan büyük ustaların eserlerini derledim.

    Albrecht Dürer

    Alman Rönesans ustası ilk oto portresini çizdiğinde sadece 13 yaşındaydı. Bu resmin sağ üst köşesine şu metni eklemişti: “Bu suretimi 1484 yılında aynaya bakarak çizdiğimde Albrecht Dürer hâlâ bir çocuktu”.  22 yaşında, sanat eğitimini tamamladıktan sonra, Portrait of the Artist Holding a Thistle -1493 (Devedikeni Tutan Sanatçının Portresi) adlı çalışmasında,  yenilikçi bir kariyerin eşiğine gelen genç bir adam olarak kendini resmetti. Dürer, yirmili yaşları boyunca birkaç oto portre daha çizmeye devam etti. Bunların neredeyse tamamı, usta ressamı üç farklı açıyla gösteriyordu. Bu çalışmaların her biriyle, sanatçı daha özgüvenli bir şekilde büyüyor gibiydi. Dürer 28 yaşında en ünlü oto portresini yaptı. Siyah bir arka planın önünde poz veren sanatçı, özellikle anlamlı bir el hareketi ile kapattığı kürklü bir ceketin üzerinden akan kıvırcık bukleli saçlarıyla görülür: Kürklü Oto portre. Kendisi ve Hz. İsa arasında bir paralellik kuran Dürer’in bu oto portresi, günümüzde izleyicilerini büyülemeye devam etmektedir.

     

    Frida Kahlo

    Meksikalı sanatçı, gençlik yıllarından itibaren düzinelerce oto portre yaptı. Ressamın belirgin siyah kaşları, hafif bıyıkları ve pembe yanakları ve dudakları; yüzünü kültürel bilinçle pekiştiren görüntüler oluşturdu. Kendisini sık sık ülkesinin tropikal bitkileri ve hayvanları arasında resmetti. Kahlo ayrıca acısını dışa vurmak için de oto portrelerini kullandı. 18 yaşında neredeyse ölümcül bir otobüs kazası geçirmesi nedeniyle ömür boyu sürecek kronik ağrılara mahkum olmuştu.

    1954’teki ölümünden bu yana geçen yıllarda Kahlo’nun imajı ticari bir ürüne dönüştürüldü. Pullardan, bez çantalara, oje ve ev terliklerine kadar her şeyde Frida’nın imajı yer buldu. Kahlo’nun bu küresel şöhreti benimseyip benimsemeyeceğini asla bilemeyeceğiz, ancak görülme arzusunun olduğunu biliyoruz. Kendisini tam olarak başkalarının görmesini istediği gibi sunduğu 50’den fazla eseri geride bıraktı: Meksika’nın yerel kültürlerini savunan, cesur, kendine özgü ve kederli bir sanatçı oldu.

     

    Barkley L. Hendricks

    72 yaşında ölen ressam Barkley L. Hendricks, çoğunlukla Afro-Amerikan meslektaşlarının tüm vücut portrelerini yapmakla tanınıyordu, ancak bazen kendisini de cesur, sinsi, esprili oto portrelerinde resmediyordu. Hendricks bir keresinde, “Kendimden Rembrandt kadar etkilenmedim veya Van Gogh kadar depresyonda değildim” demişti. “Ancak bazen özne olarak kendime karşı koyamadım.” Oto-portrelerinin ilk örneği, Icon for My Man Superman’dir (Superman hiçbir zaman siyahları kurtarmadı – 1969) Ortaçağ ipuçları veren portrede, Hendricks kendisini tuvalin ortasında afro tarzda ve sportif güneş gözlüğüyle resmetmiştir. Modernist sanatçı, süper kahraman logosunu taşıyan tişörtünün üzerinden rastgele kollarını çaprazlıyor. 1977’de Hendricks ‘Brilliantly Endowed‘ otoportresini yaptı . Zifiri karanlık bir arka planın önünde neredeyse tamamen çıplak görünen Hendricks, ağzında kürdanı ve Contrapposto’da gururla ayakta dururken cinsel organına dokunuyor. O yılın başka bir otoportresinde Hendricks, Afrika’da erkek modasının geleneksel bir parçası olan çok renkli bir şapka ile kombinlediği beyaz bir takım elbiseyle de benzer bir poz veriyor.

     

    Vincent van Gogh

    Hollandalı ressam Vincent Van Gogh’u hayal etmeye çalışın muhtemelen onu sağ kulağında büyük beyaz bir bandajla düşüneceksiniz. Bu durum ustanın sadece dört yıl içinde yaptığı 30’dan fazla oto-portreden biri olan Bandaged Ear with Self-Portrait with Bandaged Ear’dan (1889) kaynaklanıyor. Van Gogh, ilk oto-portrelerine başlamadan önce, çoğunlukla yerel halktan insanların portreleri ve manzara resimleri yaptı. 1886’da sanatçı portre sanatında kendini geliştirmek istiyordu, ancak modeller için gereken maddi kaynaktan yoksundu. O da çözümü kendisini resmetmekte buldu. 

    1888’de “Başımın rengini tutturmayı başarırsam, ki bu oldukça zordur” diye yazmıştı. Van Gogh kendisini, otururken veya çalışırken, sık sık hasır şapka takarken ve pipo içerken gösterdi, kızıl saçlarını ve karakteristik yüzünü öne çıkardı. Yine de Aralık 1888’deki kulak kesme olayından sonra, Van Gogh yaralı tarafını gösteren yalnızca iki otoportre daha yarattı ki bunlar da yüzünün sol tarafının aynadaki yansımasını gösterdiği eserlerdi. Ertesi yıl, Van Gogh otoportre yapmayı tamamen bıraktı. 1890’da yaşamına son verdi. Tam bir yüzyıl sonra, 1998’de, Sakalsız Sanatçının Portresi (1889) isimli eseri bir müzayedede 71,5 milyon dolara satın alındı ​​ve şimdiye kadar satılan en pahalı oto-portrelerden biri oldu.

     

    Pablo Picasso

    Pablo Picasso, yetmiş yılı aşkın kariyerinde yaptığı deneyler ve icatlarıyla tanınır. Geride bıraktığı oto-portrelerinin dağınıklığı, değişime açık birisi olduğunun kanıtı olabilir. 15 yaşındaki benliğinin romantikleştirilmiş versiyonundan 90 yaşında tamamladığı parçalanmış otoportrelerine kadar uzun bir yaşam yolculuğunu eserlerinde gözler önüne seriyor. Aslında, en eski Otoportresi (1896), Picasso’nun tarzı hakkında bize ipucu vermektedir. Ancak 1901’deki Mavi Dönem’in şafağında, genç Picasso’nun yaratıcılığı çiçek açar. O yılki unutulmaz otoportresinde de görüldüğü gibi, 20 yaşındaki ressam, beş yıl içinde sadece fiziksel olarak değil, aynı zamanda sanatsal olarak da önemli ölçüde olgunlaşmıştır. 

    Altı yıllık yaratıcı gelişimin ardından, yaptığı Kübist oto-portreler ile Picasso’nun görünüşü gittikçe geometrik bir şekil halini alır. Akademisyenler, 1907 otoportresini, o yıl yaptığı bir başka eserde, ünlü Les Demoiselles d’Avignon’da görülen köşeli yüzlerle karşılaştırırlar .1907 yılından sonra Picasso kendisini çok az resmetmiştir. 1972 yazında mum boya ve kurşun kalemle bir kaç resmini daha çizdi. Bunlardan biri de Ölümle Yüzleşen OtoPortre‘ dir. Bu eserde yenilmez Picasso, yorgun ve savunmasız görünüyor ve kendisini tanrının kollarına bırakamaya hazır olan bir sanatçı imgesi olarak ortaya konuyor.

     

    Rembrandt

    Barok usta Rembrandt van Rijn, üretken kariyeri boyunca pek çok oto-portre yarattı. Sanatçı olduğu ilk günlerinden öldüğü yıla kadar kendisini yaklaşık 100 kez resmetti. Rembrandt kendisini her zaman basit bir arka planın önünde ve genellikle gövdeden yukarısı görünür bir biçimde eserlerine aktardı. 1620’lerin sonlarından kalma eserlerinin ilk örneklerinde ressam, yüzünü kısmen gizleyen pürüzsüz, porselen ten ve hacimli bukleleri ile görülmektedir. Sonraki on yıl içinde, birden fazla resminde ise siyah kadife bir şapka gibi şapkalar içinde kendini göstermeyi tercih etti. Orta yaşa geldiğinde Rembrandt kendini doğal ve dürüst bir şekilde, kırışıklıklar ve gri saçlarla tasvir etti. Bu gerçekçilik, sanatçının psikolojik durumlarını resmetmesine kadar uzanıyordu. Şu anda Washington DC’nin Ulusal Sanat Galerisi’nde bulunan 1659’dan çarpıcı bir eserinde, büyük mali kayıplar yaşadıktan sonra çizdiği oto-portresinde stresi yüzüne yansımış gibi görünüyor. 1669’da, 63 yaşında ölümüne kadar geçen aylarda, en az dört otoportre daha yarattı.

     

    Andy Warhol

    Andy Warhol, “kendisine hala ortalıkta olduğunu hatırlatmak için” otoportreler yaptığını söylerdi.  Warhol’un otoportreleri yapay bir yapı olarak benlik kavramı etrafında dönüyordu. Warhol’un 1963 tarihli ilk otoportresi, sanatçıyı, fotoğrafını çektiği film yıldızları gibi teatral pozlar veren, yağmurluk giyen ve güneş gözlüğü takan ucuz bir fotoğraf kabininde gösteriyor.  1966’da, serigrafi ile dokuz kez tekrarlanan ve renkli bloklarla boyanmış yeni bir otoportre, Warhol’a büyük bir şöhret kazandırdı. Yine de renk ve gölgeden etkilenen yüz hatları ile Warhol hala etkin bir şekilde izleyiciden gizleniyor. Bir Polaroid ile çekilen 1981 serisi otoportrelerinde, Warhol bu kez birkaç uydurma, sarışın peruklu bir karakter olarak kendini daha da gizler. Ancak Warhol, Altı Otoportre’de (1986) son derece doğal görünür . Parlak bir şekilde aydınlatılmış kafası, neredeyse bir kafatası gibi, arkasındaki siyah bir uçurumun karşısında korkmuş görünüyor. Picasso’nun son otoportreleri gibi, Warhol da ölümlülüğünün farkında gibi görünüyor. Sonunda, kendimizi nasıl şekillendirirsek şekillendirelim, sadece etten ve kemikten olduğumuz gerçeğini değiştiremeyiz.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.