İnsan ruhu, fıtratından gelen özelliklerden dolayıdır ki mücadele ettiği, emek verdiği, uğruna çalışıp didindiği idealler veya olgular karşılığında herhangi bir şey elde edemediğinde isyan eder ya da en azından isyan etmelidir. Taa insanlığın ilk günlerinden, Adem'den günümüze bu böyle olmuştur ve böyle de olacaktır. Âdem ki kendi özgürlüğünü kısıtlayan Tanrı'ya karşı gelerek bizzat Tanrı tarafından yasaklanmış bir meyveyi yediği için bizler şu an dünya üzerinde değil miyiz? İnsanlık tarihinin en büyük imparatorluklarından birisi olan Roma İmparatorluğu da Roma şehir devletinde yaşayan Lucretia adlı asil bir kadının, kralın oğlu olan Sextus Tarquinius'un tecavüzüne uğraması ve bu asil kadının intihar etmesi üzerine şehirde kral aleyhinde oluşan bir isyanın sonucunda gelişen birtakım olayların sonucunda kuruldu. İmparatorluğun kurulmasından yüzyıllar sonra Trakya dağlarından koparılıp Roma arenalarına gönderilen Spartacus adlı bir gladyatör, olan bütün zulümlere, haksız ölümlere isyan ederek binlerce insanı peşinden sürüklemiş ve bir devleti sarsmayı bilmiştir. İnsan ölümleriyle eğlenen, halkı kontrol altına almak için düzenli olarak oyun adı altında katliam düzenleyenlere bir isyan böylece dur dedi. Dünya fatihi İskender'i de emelinden vazgeçiren kendi ordusunun isyanıdır. Sonraki bin yıllar içinde kurulan bütün imparatorlukların dibine dinamit koyup burjuvazinin yükselişiyle aristokrasinin çöküşüne sebep olan Fransız Devrimi de Parislilerin Bastille Hapishanesi'ne saldırısıyla doğan bir isyanın sonucu oluştu. Bütün bunlar ve geri kalan birçok örnek haksızlığın karşısında feryadın sesidir.
Yaşadığımız coğrafya da tarih boyunca bir isyan silsilesinin izlerini taşır. Balkanlardan, Kafkaslardan, Kırım'dan akın akın isyan akar gönüllerimize, evlerimize. Acının, isyanın toprakları bununla sınırlı kalmaz tabii. Babaîler, Şahkulu, Şeyh Bedrettin, Celaliler gibi tabanında fakirlik ve din olan büyük toplumsal isyanların yanı sıra bireysel olarak âdeta destan niteliği taşıyan şahsi isyanlar da vardır. Siyasi küçüklüğe ve devletsizliğe isyan edip örgütlenmenin kurallarını baştan yazan Osman Bey; babasının durağanlığına dayanamayıp kilometreleri fetheden Sultan Selim; işgale, gericiliğe, yobazlığa karşı olup bileklerimize takılan zincirleri kıran Mustafa Kemal gibi siyasi emsallerin yanı sıra kültürümüzün ve edebiyatımızın da çok büyük isyancıları vardır. Bolu'da babasının beyin seyisi iken gördüğü haksız eziyet sonrasında beyine isyan eden Hızır dostu; üç köpüğün içicisi Köroğlu olarak bildiğimiz Ruşen Ali; Çukurova'nın ve Torosların yiğidi, varsağı şairi Dadaloğlu; Yedi Ulu Ozan'dan birisi olan, halk şiirimizin berrak nefesi Pir Sultan Abdal bu şahsiyetlere en güzel örneklerdir. Yakın tarihimizde ise unutmamamız gereken Yaşar Kemal gibi bir büyük isyancımız var. Kendisi ömrü boyunca haksızlığa karşı gelişiyle şahsi destanını yazarken Ağrı Dağı'ndan Ege Denizi'ne, Binboğalardan Çukurova'ya bu topraklarda yaşanan her haksızlığı, her kaybedişi ve her isyanı yazmaya çalışmış. Köroğlu'nu yazmış, aşkının acısını ve isyanını içinde yaşayan Karacaoğlan'ı yazmış, zorla düze inmeyi kabul etmeyen yörüklerin acısını, çektiği eziyeti bitirmeye kendince diyar diyar dolaşıp bitirmeye çalışan yörük Demirci Haydar Usta'yı yazmış. Dedesinden mesleği olarak miras kalan kılıç yapma ustalığıyla insan gözünün o güne kadar gördüğü en güzel kılıcı yapıp, o kılıcı yöre beylerine onlardan bir yardım bulamayınca İsmet Paşa'ya hediye ederek yörüklerin eziyetini bitirmek isteyen, kendi isyanını bu şekilde haykıran Hayder Usta'yı... Ege'nin yörüklerini, Çakırcalı Mehmet Efe'yi yazmış. Efe ki düze inen babası kahpece öldürülünce dağa çıkmış ve dillerden dillere yayılan isyanının destanını garibana yardımla ve silahının taze barut kokusuyla yazmış. Zorla göç ettirilen, mübadeleye uğrayan Rumları yazmış. Binlerce yıllık toprağından koparılan bu insanların teknelerde batışını, ardında bıraktığı Türk komşularının hasretini düzene isyan ederek yazmış. Hepimizin gönlünde yer eden, köyüne, annesine, sevdiğine yapılan eziyetleri içine sindiremeyen, isyanın ve yiğitliğin timsali İnce Memed'i yazmış. Yazmış ki bu toprakların insanı acıyı, sevgiyi bilsin. Dürüstlüğü, saflığı kaybetmesin. Daha güzel günlerde yaşamak için ettiğimiz isyanı unutmasın.
Tüm bu tarihimizi ve onun getirisi olan insanlarımızı, yazarlarımızı, şairlerimizi, baskılarımızı, ozanlarımızı, sultanlarımızı, devlet adamlarımızı örnek olarak artırılması gerekirse artırabiliriz. Hepsi de karşımıza iyiliği, insan olma onurunu korumamız gerektiğini getirir. Anlarız ki eğer isyan etmezsek ruhumuzun var olma sebebi yavaş yavaş silinecek. Haksızlığa ve kıyıma alışarak tüm varlık değerlerimiz yitip gidecek ve adalet yeryüzünden kalkacak. Bu yüzden kültürümüzün, edebiyatımızın, insanımızın isyan şarkısını biz de dillerden dillere okutmak için çabalayalım. Tıpkı onların bizlere miras bıraktığı gibi...
Bir Şiir:
Evet, İsyan
Demirden sağnaklar altında uyur sevdiğim
göğsünde hazin ayak izleri eski Şubatların
onu yaralar kıpırdatıyor
ve o sertelmektedir yaralardan
kasıklarına boşalmaktadır nal sesleri
saçları bukleli bir çocuğu öperek uyandıran
içimize güneşler bırakan nal sesleri.
Keserle yontulmuş bir ağzı var sabahın
varınca bayrakları, marşları duyuyorum
başım çılgınca sarsılan dallarla uğraşıyor
durup dineliyorum bütün taframla
bütün taframla, bütün yumruklarım, bütün
hantal yüreklerin olduğu orda.
Kesik kolları var aşkın
döl ve inat barındıran.
Hırpanî bir okşayışla akşam
yanaşınca çocuklara
ben karakavruk yüzümün arkasında
kırbaçlayarak büyüttüğüm ağrıyı bırakıyorum
bana ne çerçilerden, çerilerden, kullardan
halksa kal’am onu kal’a kılan benim
boşanır damarlarıma yılların kahraman gürültüsü
çünkü kavganın göbeğidir benim yerim.
Ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri
çünkü kavganın göbeğidir benim yerim
canlarım, kollarında Parti pazubentleri
dik başlar, erkek haykırışlarla
göndere, en yukarlara çekiyorlar
en yukarlara çatlıycak kadar aşkî yüreklerini.
Yıllardır çocuk başları akıyor yamacımızdan
yıllardır balçıklı bir hayvan çeperlerimizde
kentlimiz cebinde cinayet fotoğraflarıyla sofraya oturuyor
köylü -biraz sessizlik- ne tuhaf bir kelime?
Asfalt yakıyor genzimi
asfalt adamlarını topluyor aramızdan
yıkılıp omuzdaşlarının seslerine
yıkılıp bir boran içinde toplayarak çiçeklerimi.
Ben merd-i meydan
yani toprağın ve kanın gürzü
güllerin bin yıllık mezarı bendedir
yukardan bakarım efendilerin pusatlarına
insanların bütün sabahlarını merak ederim
gök hırpalanmaktadır merakımdan
ıtır kokan benim yumruklarımdır
benim kavgamdır o, aşk diye tanınan.
Alanlara çok bilenmiş yüreğim alanlara
vurulsun kösleri şu gâvur sevdamızın
vursun isyanın bacısı olan kanım karanlığa
Zülküf de vursun.
Yüzüne ay kırıkları çarpıp uyansın sevdiğim.
İsmet Özel
Kaleminize sağlık. Haklısınız Bazı isyanlara ve bazı kavgalara ihtiyaç var hayatta..