Dünyanın Sonu: Kar Fırtınası Ve Su İçen Geyik

Dünyanın Sonu: Kar Fırtınası Ve Su İçen Geyik
  • 5
    0
    3
    0
  • DORA BUDOR, ORIGIN I, ORIGIN III ESER İNCELEMESİ

    Eserin yaratıcısı Dora Budor, New York'ta yaşamakta olup sinematik ekosistemlerde yer alan heykel ve yerleştirme çalışmalarıyla uğraşmaktadır. Kendisi ABD/Kanada Yaratıcı Sanatlar Bursu ödülüne layık görülmüş bir sanatçıdır. İncelemiş olduğumuz bu eserlerinin adları ise Kar Fırtınası ve Su İçen Geyik olarak tanımlanmıştır. Eseri oluştururken kullandığı materyaller, özel bir iklim odası ve doğal sentetik pigmentlerden oluşmaktadır.

    Dora Budor'un eserine ilk baktığımızda fanusun içinde volkan dağlarını anımsatan yapılar görülmektedir. Söz konusu yapılar gürültüden etkilenerek ele alınmıştır. Atalli'nin de söylediği gibi; gürültü var ise yaşam vardır. Ancak yaşamın artmasıyla gürültü de haddini aşacak seviyede artmaktadır. Dora Budor, eserde tam olarak bunu eleştirmek istemiştir. 

    Budor'un eserindeki sistem, yenilenen bir binanın inşaat seslerinin yani ses frekanslarının kaydedilerek iklim odasına iletilmesiyle ilgilidir. Artan ses titreşimleri -gürültü de diyebiliriz- iklim odasının içinde yer alan pigmentlerin havaya kalkmasına sebep olmaktadır. Havada uçuşan toz bulutlarına baktığımızda kullandığı renkler dolayısıyla kirli atmosferin izlerine rastlamak mümkündür. Daha çok kırmızı,kahve,gri tonlarını kullanarak eserine renk katmıştır. 

    Doğu Batı Flora'ya Ağıt Dergisi'nde yer alan Fatma Aykanat'ın Antroposenik Amnezya adlı makalesinde de Dora Budor'un eleştirmek istediği konuya değinilmektedir. Antroposenik Amnezya'da geçene göre; yaşadığımız bu çağ, son çağ yani Antroposenik Çağ olarak adlandırılmaktadır. Bunun nedeni ise, 20.yüzyılda gerçekleşen küresel değişimlerin önceki çağlara oranla daha hızlı ve etkili gerçekleşiyor olmasıdır. Eski çağlardaki küresel değişimler daha doğal bir süreçten geçtiği için canlı formlarının yaşamasına fırsat sağlamaktaydı. Bu sebeple gerçekleşen küresel değişimlere adapte olmaları mümkündü. Ancak günümüzdeki küresel değişimler, doğal denecek bir süreçten son derece uzak olduğu için canlı formlarının adaptasyon sağlaması imkansız görünmektedir. İnsan faktörlü etmenler gerekçesiyle gerçekleşen küresel ısınma ve iklim değişikliği sorunu ile buzulların erimesi, kuraklık, susuzluk gibi başlıca faktörlerin yanı sıra; sınırlı doğal kaynakların sınırsızmışcasına kullanımıyla ve doğal gaz, petrol gibi fosil yakıtların kullanımıyla, termik santrallerle kısacası insan etmenleriyle yol açtığımız kirlilik; dünyamızın sonunu insanlık olarak beraber hazırladığımızın önemli bir kanıtıdır. 

    Tekrardan Dora Budor'a dönecek olursak, eserinde anlatmak istediği kirliliğe sebep olan ses frekansları yukarıda bahsi geçen faktörlerin sembolize edilmiş halidir diyebiliriz. Her frekans artan kentleşmenin, modernleşmenin, teknolojinin kısacası insanın doğaya tahakkümünün gürültüsüdür aslında. Bu gürültü arttıkça da Ulrich Beck'in bahsettiği riskler artmaktadır. Ulrich Beck'e göre; modernleşme, risk toplumunun oluşmasında en büyük etkendir; risk herkes için, her daim vardır ve risklerden kimse muaf değildir. Bu riski oluşturan baş etmen de atmosferdeki sera gazı oranının değişmesidir. Yani artan karbondioksit salınımı sera gazlarının yapısını değiştirmektedir. Eski çağlarda, sera gazları arasındaki karbondioksit oranını dengeleyen, karbondioksiti doğal süreçlerle ortaya çıkaran; volkanik patlamalar, insan-hayvan solunumu gibi durumlardı. Ancak Sanayi Devrimi'nden itibaren insan etmenli gelişen kent, teknoloji, modernleşme gibi faktörler bahsi geçen doğal süreçlerin yapay bir sürece dönüşmesinde oldukça etkili bir rol oynamaktadır.

    Levi Bryant, düzenli ve dengeli doğanın düzenini ve dengesini; modern bilim, teknoloji, kapitalist ekonomi ile bozduğumuzu, doğayı tahribata uğrattığımızı söylemiştir. Benzer bir yorum da Bill McKibben tarafından yapılmıştır: Endüstri Devrimi çağından itibaren artan çevresel kirliliğin insan kaynaklı etmenler sonucu ortaya çıkan iklim değişikliğinin dünyanın sonunu getirdiğini savunur. Timothy Luke da, çevrenin antropojenik bozunumunun doğayı doğasızlaştrıdığının altını çizer. Doğanın artık kontrol edilemeyen bir alan olmadığını belirtir ve kirliliğin atmosferi tamamen değiştirdiğini, şehirleşmenin hava koşullarını belirlediğini söyler.

    Dora Budor'da söz konusu eserleriyle bu tezleri desteklemektedir. Budor, volkanik patlamaların ötesine inşaatı, sanayiyi, fosil yakıtları, modern bilimi, teknolojiyi, endüstriyi, diğer insan etmenli zararları koyarak, sembolize ettiği volkan yapılarıyla eleştirel ve insanlığa mesaj olması gereken bir çalışma ortaya çıkarmıştır. Eseri, Su İçen Geyik olarak adlandırmasının altında yatan mesaj ise, zihnimizde canlandırdığımız bu geyiğe artık ulaşamıyor oluşumuzdur. Oturduğumuz kentte camlarımızdan baktığımızda bu geyiği akarsudan su içerken görmek oldukça ütopik bir hayal haline gelmiştir. Hayvan seslerinin, doğanın sesinin yerine arabaların gaz fren sesleri, korna sesi, inşaat halindeki binaların inşaat sesleri, taşınan kimselerin taşınma sesleri vb sesleri işitmekteyiz. Geyiğin, yeşilliklerin, doğanın yerini büyük gri binalar almıştır. İnşaat halindeki binanın ses titreşimlerinin Budor'un eserindeki pigmentleri havaya kaldırarak atmosferdeki kirliliği anımsatması da tam olarak bu nedenlerle bağdaşmaktadır. Dora Budor'un da bizlere anlatmak istediği; modernleşmenin her türlü yaşam formunu tehdit ediyor olması durumudur. Nüfusun artmasıyla birlikte artan gürültü, gelecekte dipsiz bir sessizliğe düşmemize neden olabilir. Tüm bu nedenler dolayısıyla doğayı daha fazla tahrip etmememiz gerekmektedir.

    KAYNAKLAR:

    Doğu Batı Düşünce Dergisi, Flora'ya Ağıt, 2017-18, sayı:83, syf: 35-52, syf:67-85.

    Yedinci Kıta Dergisi, syf: 71-72.


    Yorumlar (3)
    • Cok basarili bir yazi. Herkesin dikkatini cekmesi gereken bir gundem. Umarim herkes okuma listesinde onceligine alir!

      • Bir diğer muhteşem yazı.

        • Çok üzücü..

          Yorum Bırakın

          Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.