Genç Yönetmen Buğra Mert Alkayalar İle Röportaj

Genç Yönetmen Buğra Mert Alkayalar İle Röportaj
  • 1
    0
    0
    0
  • Son dönemde uluslararası festivallerde de daha çok ilgi görmeye başlayan sinemamızda her geçen gün genç ve yetenekli sinemacılar ortaya çıkmaya devam ediyor. Bunlardan biri de korku ve gerilim türlerinde çektiği kısa filmleriyle umut veren Buğra Mert Alkayalar. Bu röportajda genç yönetmenle çektiği filmler ve genel olarak sinema hakkında konuştum.

    Okuyuculara kendini kısaca nasıl tanıtırsın, sinemaya ve korku türüne ilgin nasıl başladı? 

    Hayatının büyük bir çoğunluğunda filmlere yer veren ve bu alanda yaratmayı seven birisiyim. Sinemaya olan ilgim küçük yaşta babam sayesinde başladı. Kendisi lisede matematik öğretmeni ancak o da küçük yaştan beri bir sinema tutkunu. 3-4 yaşlarımdan itibaren beni sık sık sinemaya götürmeye başladı. Ben de bu sayede sıkı bir sinema sever oldum. Korkuya olan ilgim de tabii ki korku filmleriyle tanışmamla birlikte başladı. A Nightmare on Elm Street serisi oldukça etkili oldu diyebilirim. Hala da etkili olmaya devam ediyor.

    Yönetmen olmaya nasıl karar verdin?

    Sinemaya olan büyük ilgim sebebiyle sinema-tv alanında çalışmayı da büyüleyici bulurdum. Liseye kadar birçok farklı meslek düşüncem vardı ve kafam da biraz karışıktı. O zamana dek bolca film izleyip kısa hikayeler yazdım. Ancak lisedeyken bu alan dışında çalışabileceğim tek alanın gastronomi olduğunu fark edince yönetmenlik isteğim kafamda kesinleşti. Üniversitede bu yönde yolumu çizmeye çalıştım elimden geldiğince.

    Sinema tarzlarından ilham aldığın yönetmenler kimler?

    Aslında birçok isim sayabilirim; çünkü farkında olmadan farklı yönetmenlerden ve onların eserlerinden ilham alıyorum. Ancak tabii ki özellikle örnek verecek olursam: Wes Craven, Steven Spielberg, Tim Burton, John Carpenter, Ari Aster, Jordan Peele vb. korku/gizem/fantastik türlerinde başarılı eserler veren yönetmenlerden ilham alıyorum bolca.

    Korku sinemasının alt türleri arasında kendini daha yakın hissettiklerin hangileri?

    Korku sinemasında daha çok doğaüstü, folk, psikolojik, lovecraftian ve slasher alt türleri ilgimi çekiyor. Eserlerim de bu alt türler çerçevesinde şekilleniyor. Slasher türünde de bolca kan yerine yaratıcılık ve estetikten yanayım. O yüzden slasher alt türünde de seçici davranıyorum.

    Gerek üniversitede okurken, gerek mezun olduktan sonra kısa filmlerinle festivallerde yarıştığını biliyorum. Bu süreçte nasıl bir yol izledin?

    Bu konuda kendi bildiğimi okuyup bolca şansımı denedim diyebilirim. Ki hala da aynı yolu izliyorum. Genelde çevrenizdekiler eserlerinizi festivallere uygun görmeyebiliyor veya bunun için daha çok çalışmak gerektiğini söyleyebiliyor. Ben ise denemekten bir zarar gelmeyeceğini düşünüyorum ve tercihi gönderdiğim festivallere bırakıyorum. Sinema oldukça sübjektif beğeniye ve yoruma dayalı bir sanat dalı. Bu yüzden de ne olacağı hiç belli olmuyor. Yarattığım eser kafamda canlanan düşünceye yakınsa şansımı denemekten çekinmiyorum.

    Sinema ve TV bölümünden mezun olan ya da bölümü okuyan öğrencilere kendi sürecinden yola çıkarak neler önerirsin?

    Bir önceki soruda da dediğim gibi öncelikle kendilerine güvenmelerini ve bolca şanslarını denemelerini öneririm. Ayrıca bol bol yazmak ve çekmek en öğretici yol kesinlikle. Her yazım süreci ve çekim süreci yeni bir şey öğrettiği gibi hatalarınızdan ders çıkarmanızı da sağlıyor. Böylece her seferinde biraz daha iyisini yapmayı başarmış oluyorsunuz teknik bakımdan. Bir de yine dediğim gibi sadece sizi geliştirmeye yardımcı olacak ve nitelikli eleştirileri dikkate almanız iyi olur diye düşünüyorum. Her yorumu ve eleştiriyi dikkate almak hem mental anlamda çok yoruyor hem de çalışmalarınızı olumsuz etkiliyor.

    Bağımsız bir sinemacı olarak düşük maddi imkanlarla film çekerken nasıl zorluklarla karşılaşıyorsun?

    Öncelikle senarist ve yönetmen olmanız yetmiyor. Yapımcı da olup her şeyle tek tek ilgilenip gerektiğinde kendi bütçenizden harcama yapmanız gerekiyor. Bu yüzden de çekim öncesi hazırlık süreci hep sancılı, stresli ve zorlayıcı geçiyor. Bir yandan bütçesiz ve yapımcısız bir filme ekip ayarlamaya çalışmak diğer yandan da mekân, eşya, ekipman vs. ayarlamaya çalışmak çekim için olan heyecanınızı ve enerjinizi biraz olumsuz etkileyebiliyor ne yazık ki.

    Senaryo yazım sürecin nasıl ilerliyor?  

    Destek ve yapımcı eksikliği zorunlu olarak senaryolarıma da etki ediyor. Genellikle elimden geldiğince hikâyeyi olumsuz etkilemeden elimdeki imkanlara göre senaryolarımı şekillendiriyorum. Ancak tabii bir destek yarışmasına başvuracaksam verilecek desteğe göre sınırlarımı zorluyorum ve daha rahat bir yazım süreci geçiriyorum. Kısacası oldukça değişken bir süreç oluyor benim için. Tamamen imkanlarım ve ihtimallere bağlı bir şekilde oluyor.

    Üretim sürecindeyken engel gibi görülen bazı zorlukların yaratıcılığını tetiklediği durumlar da oluyor mu?

    Evet, bir önceki soruda da dediğim gibi imkanlar istemesem de senaryolarımı etkiliyor bolca. İmkanlara göre mekanlar değişiyor, efektler değişiyor, bazen de olaylar değişiyor. Ancak yine de elimden geldiğince ana hikayeyi etkilememesi için uğraşıyorum.

    Pandemi sürecinde aile evinde, ebeveynlerin ve kardeşinle beraber Dostundum Ben Senin’i (2020) çektin. Avantajları ve dezavantajlarıyla beraber ailenle film çekmek nasıl bir deneyimdi?

    Ailemle ilk olarak 2019’da “Peri” adlı kısa korku-gerilim filmimizi çekmiştik. Yurt dışındaki korku festivallerinden beklemediğim kadar seçki elde edince ailemle daha fazla film üretebileceğime karar verdim. Pandemi döneminde de hep birlikte evde olduğumuz için şu ana kadar dört kısa film çektim. Dostundum Ben Senin de onlardan ikincisiydi. Açıkçası hem eğlenceli hem de biraz zor bir süreç oluyor. Çekim konusunda kameradan ışığa, devamlılıktan sanata hepsiyle tek tek kendim uğraştığım için bazen istediğimi elde edemediğimi düşünüyorum. Oyunculuk konusunda ise küçük kız kardeşim Derin başarılı bir performans sergiliyor ve bu sebeple de evde çekeceğim hikayelerimi genelde onun üzerinden yaratıyorum. Annemle babam ise doğal olarak oyunculuk kısımlarında çekim sürecini zorluyor. Komik atışmalarımız oluyor yer yer. Ancak son noktada kafamdakine yakın bir iş ortaya çıkıyor. Ayrıca evde çektiğim filmleri filmografimde ayrı bir yerde tutuyorum. Çünkü imkanlar daha kısıtlı ve genel olarak bütün süreçle ben ilgileniyorum. Elimden geldiğince kısa ve tematik filmler çekmeye çalışıyorum.

    Korku türünde filmler çektiğin için festivallerde önyargıyla karşılaştığını düşünüyor musun?

    Ne yazık ki böyle düşünüyorum. Ülkemizdeki festivallerin kurmaca bölümlerinde kısa veya uzun metraj fark etmeksizin dram ve kara mizah türlerindeki filmler daha çok seçiliyor ve yer alıyor. Dört sene içinde pek çok kısa film yönettim ve bu filmlerin hepsi aynı seviyede olmasa da birçok uluslararası festivalde seçki elde etti. Ancak bunların çok küçük bir kısmı ülkemizdeki festival seçkilerini içeriyor. Bu önyargının 2021 yılında bile neden devam ettiğini bilmiyorum ancak önyargı dışında da pek çok tatsız etkenin olduğunu dört senelik maceramda öğrenmiş oldum.

    Aslında sosyal medya hesaplarında çektiğin filmlerin çok dışında yapımları da övdüğünü görüyorum. İleride farklı türlerde filmler yönetmeyi planlıyor musun?

    Sevdiğim bir senaryo olduğu sürece neden olmasın? Aslında şu ana kadar gerçekten istediğim şekilde bir korku filmi olarak “Söylediklerine Dikkat Et”i gerçekleştirebildim. Filmografim ağırlıklı olarak (biraz da imkanlardan dolayı) daha çok gerilim ve gizem filmlerinden oluşuyor. Hatta pandemi döneminde çektiğim ilk film olan “Evde” korku ögelerini kullanan bir komedi filmi. Kısacası sevdiğim bir fikir veya senaryo olduğu sürece kendi tarzımı yansıtarak başka türlerde de film yönetmeyi isterim.

    Birbirinden bağımsız kısa bölümlerden oluşan antolojik bir korku filminde hangi yönetmenlerle beraber çalışmak isterdin?

    Sayacağım isimlerle birlikte çalışmam imkansız gözükecek şu anda ancak mümkün olsaydı eğer: John Carpenter, James Wan, Ari Aster, Jordan Peele, Mike Flanagan, Robert Eggers, Steven Spielberg, Tom Holland, David Cronenberg, Brian Yuzna ve aklıma şu an aklıma gelmeyen başka başarılı korku-gerilim yönetmenleriyle çalışmak isterdim.

    Film dışında dizi ve kitap gibi projelerin de var mı?

    Platform dizisi fikirlerim uzun zamandır var ancak şu ana kadar senaryolaştırmaya başlamadım. Ancak korku hikayelerimden oluşan bir kitap çıkartma isteğim var. Mümkün olursa birkaç ay sonra bu isteğim gerçekleşebilir. Şu aralar üzerinde çalışıyorum.

    Yönetmenlik dışında aynı zamanda sinema eleştirmenisin. Bir yönetmen olarak yazılarını yazarken neleri göz önüne alıyorsun? 

    Uzun bir süredir kısa tweetler dışında bir inceleme veya eleştiri yazmadım ne yazık ki. Ancak bir filmi izlerken ve değerlendirirken hem teknik hem de hikaye bazında inceliyorum. Sadece senaryoya/hikayeye odaklanmak bana doğru gelmiyor. 

    Teknik anlamda sinematografisine, çekim açılarına ve tekniğine, kurgusuna, oyuncu yönetimine ve müzik kullanımına bakıyorum. İçerik anlamında ise hikayesine, akıcılığına, anlatmak istediğine, diyaloglara ve senaryosunun iç dinamiklerine bakıyorum. Ancak bunların haricinde dikkat edilmesi gerektiğini düşünüp dikkat ettiğim ancak pek çok eleştirmenin göz ardı ettiği bir diğer husus da filmleri kendi türleri içerisinde değerlendirmek oluyor. Bir dram filmi 10 üzerinden 7-8 gibi iyi puanları hak ediyorken iyi bir korku filmi bile 7’nin üstünü zor görebiliyor veya absürt bir komedi filmi absürtlüğü nedeniyle başarısız sayılabiliyor. Bir filmi eleştirirken hem ana türüne hem de alt türüne dikkat etmek ve bunlar içerisinde eleştirmek gerektiğini düşünüyorum.

    Twitter’da da oldukça aktifsin ve sinema sohbetlerine sık sık dahil oluyorsun. Orada dönen tartışmalar, film yorumları vs hakkında genç bir yönetmen olarak ne düşünüyorsun?

    Bu konuda saatlerce tartışabiliriz diye düşünüyorum. Neler düşündüğümü merak edenleri profilime bekliyorum :) Ancak kısaca buna da değinecek olursam, Twitter’daki sinema ortamı beş senede çok değişti. İlk katıldığım zamanlar daha çok zevk alıp sohbet etmek üzerineyken özellikle son iki senedir kavga ve linç üzerine dönüyor. İnsanların kişisel beğenileri veya yorumları bir yanlış veya suç gibi gösteriliyor. Bir de ilginç bir şekilde eleştiriyi veya beğeniyi “uçlarda yaşama” sorunu oluştu. Bir film ya göklere çıkartılıyor ya da yerin dibine sokuluyor. Bunun nedenini anlamış değilim ancak hiçbir şekilde doğru ve adaletli görmüyorum. 

    İnternetin yaygınlaşması ve ücretli film stream platformlarının yaygınlaşmasıyla beraber değişen film izleme alışkanlıkları sence nasıl bir seyirci profili oluşturdu?

    İnsanlar doğal olarak filmlere daha kolay erişebilmeye başladılar. Hem korsan içerik kullanımını azalttı hem de her yaştan ve kesimden insana film izleme alışkanlığı kazandırdı diye düşünüyorum. Ancak evde film izlemek birçok ev ortamı etkeninden dolayı ne yazık ki filme olan odağı da olumsuz etkiliyor ve uzun filmlerin izlenme oranları düşüyor. Birkaç senedir ben bile 2 saat ve üzeri olan bir filmi açacaksam iki kere düşünür oldum. Bir yandan da sinema sevmeyen insanların işine yaradı ancak diğer yandan sinemaları da olumsuz etkiledi. Aslında bu da oldukça uzun tartışılabilecek bir başka önemli konu.

    Okurlarımıza yeterince göz önünde olmadığını düşündüğün korku türünde hangi eserleri (film, dizi, kitap) önerirsin?

    Böyle sorulunca genelde zorlanıyorum ne yazık ki. Ancak her alandan aklıma gelen sevdiğim bir eseri önermek isterim. Ayrıca bu güzel röportaj için de çok teşekkür ederim.

    Insidious (2010) – Film

    Penny Dreadful (2014-2016) – Dizi

    Yitik Oğlan Yitik Kız (Peter Straub) – Kitap


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.