Kültür
Kültür kelimesinin çeşitli anlamları vardır bu sebepten dolayı “kültür” kelimesinin tam manası ile açıklamak mümkün gözükmemektedir. Kültür üzerine yazılan yazılar aralarında bir seçim yapmayı olanaksız kılacak kadar çoktur. Bu konuda birçok görüş ve açıklama mevcuttur. Başta sosyologlar ve sosyal psikologlar olmak üzere, umumiyetle kültür tarihçilerince “kültür” kelimesinin ilmi yönden ifade ettiği kavramı ele almaya çalışacağım. Sosyal antropolojinin kurucusu olarak kabul edilen Edward Burnett Tlor “kültür” kelimesini “Bilgiyi, imanı, sanatı, ahlakı, hukuku, örf-âdeti ve insanın cemiyetin bir üyesi olması dolayısıyla kazandığı diğer bütün maharet ve itiyatları ihtiva eden mürekkep bir bütün” şekline ifade eder. C. Wiesler ise kültürü “Bir topluluğun yaşayış tarzı” olarak açıklar. Avusturyalı bir antropolog ve sosyolog olan Richard Thurnwald’da kültür kelimesini “Bir toplulukta örf ve adaletlerden, davranış tarzlarından, teşkilat ve tesislerden kurulu ahenkli bütün” olarak açıklar. Bu tariflerde dikkat çeken ortak noktalardan biri kültürün bir topluluğun ortak yaşayış ve davranış tarzı olmasıdır.
O halde bu tanımlardan hareket ile her toplumun kendine mahsus yaşayış ve davranış ve tarzına o toplumun kültürüdür diyebiliriz. Bu açıklamalar doğrultusunda aynı zamanda da bir toplumun içeresindeki ortak yaşayız ve davranış tarzlarının toplumun kültürünün oluşumundaki payından da bahsedebiliriz. Pe ki bu topluluklardaki ortak yaşayış ve davranış tarzları nasıl oluşuyor ve bu oluşumdaki belirleyici faktörler nelerdir?
Kültürü Oluşturan Faktörler
İbrahim Kafesoğlu Türk Milli Kültürü kitabında medeniyeti meydana getiren kültür değerlerinin doğuşunda insan ve cemiyet faktörünün dışında birde coğrafya faktöründen bahseder.[1] Toplumsal yaşamın belirleyicisi olan kültürlerin ortaya çıkmasında birçok unsurdan söz etsek de iki önemli etki çıkmaktadır. Birbirinin sebebi ve sonucu olarak sınıflandıra bileceğimiz bu olguların ilki fiziki doğal ortam ve buna bağlı olarak şekillenen toplumsal insani çevredir. Zira birey ve toplum yaşadığı mekânın fiziki şartlarından birebir etkilenmektedir.[2] Hiç şüphesiz ki coğrafya bu ortak yaşayış, davranış tarzının ve medeniyetlerin kültürünü oluşturan en önemli faktörlerinden biridir. İbn Haldun’unda dediği gibi coğrafya insanın hatta medeniyetlerin bu noktada kaderi olabilir.
Kültürleri oluşturan ve ona şekil veren en alt birim bireyin kendisidir. Bireyin yaşadığı yer ve mekânla olan ilişkisi onun fiziksel özelliklerini etkilediği gibi, sosyal ve
kültürel hayatına da yön vermektedir. İnsan topluluklarının temel davranışlarında o toplumun kültürünün şartladığı davranışlar vardır ve bu davranışlarda kültürü oluşturan faktörlerin izleri vardır.[3] Jeopolitik Tarih anlayışına göre, coğrafya ve iklim, kültürlerin doğuşunda ve gelişmesinde başlıca rol oynar. Her kültür içinde doğmuş olduğu coğrafyanın ve iklimin etkisini taşır.[4] Bir coğrafi bölgenin iklimsel ve fiziki şartları bölgedeki toplumların hayat tarzını, insan karakterini, inancından, sanat anlayışına kadar her şeyini etkilemektedir.
Coğrafya Faktörü
Coğrafyanın insan hayatı üzerinde doğrudan veya dolaylı olarak çok çeşitli etkileri vardır. İnsan ve insan toplulukları yaşadıkları yerin fiziksel ve iklimsel yapısının etkisi altındadır. Coğrafyanın en önemli elamanlarından biri iklimdir. İklim ise insan, çevre ve ekonomi başta olmak üzere birçok etki alanı vardır.[5] Kısaca coğrafya kültürün oluşumundaki bir faktör olarak toplumun kültürünün oluşumunda belirleyici bir rol oynar. İnsan sosyal bir varlıktır, topluluk halinde yaşayarak doğayı, hayatı ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde değiştirme özelliğine sahiptir.[6]
Toplumlar hayatlarını sürdürebilmek için yaşadıkları coğrafyanın tabiatına karşı direnir ve yaşadıkları coğrafyanın doğal süreci ile mücadele ederler. Toplumlar veyahut bireyler doğanın, yaşamayı güçleştiren etmenlerine karşı giyeceğinden beslenmesine barınacağı mekânlardan ve davranış biçimlerine kadar bir takım önlemler alır ve yaşayış ve davranış biçimlerini buna göre şekillendirirler. Montesquieu, Kanunların Ruhu Üzerine adlı eserinde “çeşitli iklimlerde ruh nitelikleriyle insan tutkularının aşırı derecede değişik olduğu doğru ise, kanunların bu tutkularla bu nitelikler arasındaki ayrıcalıklara göre düzenlenmesi gerekir” fikrini ortaya atarak insan ve iklim etkileşimini ele almış ve kanunların buna göre ele alınması gerektiğini söylemiştir.[7] Coğrafya ve insan ile alakalı olarak Ferrand Braudel de coğrafi ögeler ile sosyal yapılar arasında analojiler kurmak suretiyle açıklamalarda bulunmuştur. Özellikle Akdeniz’e özgü ünlü eserinde çevreyi ön plana çıkararak insan davranışlarını ve iklim arasında bağlar kurmuştur. Ayrıca o, dünya tarihi ve uygarlıkları incelerken de coğrafyaya ve içinde bulunulan iklim koşullarına ayrıcalık tanımış.
İnsanalar doğa ile mücadelesini verirken tabiatın insan bedeni ve mizacı üzerinde olan etkilerini İslam tıbbını belli oranda etkileyen Antik Romanın en önemli hekimlerinden ve filozoflarından biri olan Galen’in insan ve tabiat ilişkisine yönelik düşünceleri bu konu itibari ile önemlidir. Galen’in tabiat anlayışında büyük ölçüde
Aristo’nun görüşleri hâkimdir. Galen, dört unsur (ateş, hava, su ve toprak) ile dört keyfiyetin (soğukluk, sıcaklık, kuruluk ve yaşlılık) ahlât-ı erbaayı (kan, balgam, sarı
safra, kara safra) meydana getirdiğini söylemektedir. Ona göre dört ahlât hayat faaliyetinin temelini teşkil eden, yani her şahıs bedeni yapısının temelini teşkil eden
ahlâtın o veya bu şekilde karışmış olmasına göre özel bir mizaca sahip olur. Galen aslında insanların hayatlarını sürdürdükleri coğrafyanın doğası ile olan mücadelelerinde kazanmış oldukları karakterlerden bahseder.
Bazı İslam âlimleri eserlerinde, yeryüzünün bölgelerinin ve havasının insanları ve diğer canlıları etkilediği konusunda yer yer görüş bildirmişlerdir. Arap Tarihçi,
coğrafyacı ve gezgin olan Mesûdî tabiatın insan mizacı üzerindeki tesiri hususundaki görüşlerini temellendirirken kendinden önceki bazı filozoflardan alıntılar yapmaktadır. Mesûdî, Hipokrat’ın konuyla ilgili şöyle dediğini nakletmektedir: Hava durumundaki değişiklik, insanlarda da değişikliklere yol açar. Bu yüzden bazen öfkeli, bazen sakin, bazen de kederli, bazen neşeli olurlar. Hava durumu normal seyrinde gittiğinde insanların halleri ve ahlakları da normaldir. Ruhun gücü vücudun mizacına, bedenin mizacı hava şartlarına bağlıdır. Bir soğuyup bir ısınırsa ekinlerde bir olgunlaşır, bir ham kalır. Bazen çok olur bazen az. Bazen sıcak olur, bazen soğuk işte insanların yüz şekilleri ve karakterleri de bunlara göre değişir hava mutedil olduğunda ekinde mutedildir, insanların suretleri ve karakterleri de.[8] Mesûdî’nin Hipokrat’dan naklettiğine göre insanların mizacı ile doğa olaylarının arasında bir ilişki vardır. Bu ilişki sadece insan mizacında değil insanın fiziki özelliklerinde de vardır. Mesûdî Murûc Ez-Zeheb kitabında Türklerin fiziksel ve karakteristik özellikleri ile iklim arasında ilişki kurarak kendince bir değerlendirmede bulunmuştur: Türklerin yüz şekillerinin birbirine benzemesinin sebebine gelince, ülkelerinde hava soğukluğu aynı seviyede olduğu zaman, yüz şekillerinde aynı olur ve birbirine benzer. Türk ülkeleri daha çok soğuk olduğu ve güneş vücutlarındaki nemi kurutmadığı için, Türklerin bedenleri yağlanır, yumuşar ve karakterleri genel olarak kadınlara benzer. Seks istekleri azalır ve tabi çoluk çocukları da. Mizaçlarının soğuk olması nemin çok olmasından kaynaklanmaktadır. Seks gücünün azalması binek atlarının çoğalmasına yol açar. Türklerin kadınları da, bedenleri kilolu ve nemli olduğu için, rahimleri dölü çekmek konusunda zayıflar. Renklerinin kızıl olmasının sebebi, daha önce belirttiğimiz gibi, soğuktan kaynaklanmaktadır. Çünkü beyaz insan sürekli soğuğa maruz kalırsa rengi kızıllaşır.
Nitekim parmak uçları, dudak, burun da soğukta kalınca kızarır.[9]İbnü’n Nefis de içinde için de bulunulan coğrafyanın iklim şartlarının insanların yaşamını olumlu, olumsuz etkilediğini bunun da onların mizaçlarına doğrudan etki ettiğini düşünmektedir ve yeryüzü şekillerinin insan mizacı üzerindeki etkisi ile ilgili olarak göçebe Türkler hakkında bilgiler vermiştir.[10] Mesela özellikle kuzeyde yaşayanların, soğuğun şiddetinden dolayı cesaretli ve kalplerin katı, acımasız olduklarını belirtir. Bunun nedeninin ise beyinlerinin aşırı nemli olması ve soğuğun şiddeti dolayısıyla bu nemde dağılmanın meydana gelmesidir. Onların savaşçı bir niteliğe sahip olması da iklimin bedenlerini savaşa uygun bir şekilde evrimleşmesinden kaynaklanmaktadır. Bunun aksine o, şehirlerin yaşadıkları bölgenin iklimi itibariyle yerleşik hayata daha uygun, medenileşmeye daha yetkin ve savaşa karşı hem bedensel hem de ruhsal meyilli olduklarını da vurgular.
[11] İbn Haldun da Mukaddime adlı eserinde, Türklerin yaşadığı bölgenin fiziki görünümlerini etkilediğini şu şekilde anlatır: Türk toprakları buradaki
insanların yüz şekillerini etkilemiş, gözlerinin küçülmesine yol açmıştır. Hatta develerin de aynı etkiye maruz kalmış; bacaklarının kısalmasına boyunlarının kısalmasına ve tüylerinin beyazlamasına yol açmıştır. Yaşanılan coğrafyanın doğal koşulları insanlar üzerindeki bu etkisi toplumlarda gözlemlenmektedir. Yaşanılan coğrafyaların doğal koşulları insan hayatını her yönden etkilemektedir bunu en güzel örnekse farklı coğrafyalarda yaşamak ta olan insanların aynı sorunlara farklı çözümler getirmiş olmalarıdır. Bir Orta Asya bozkırında yaşayan topluluklarının doğanın kendilerine çıkarmış olduğu sorunlara verdiği cevap ile kendisinden farklı bir coğrafyada yaşayan Avrupa toplulukların vermiş olduğu cevap birbirinden farklı olmaktadır. Ama her iki toplulukta doğanın bu engelleri yine doğanın kendilerine vermiş olduğu materyaller ile cevap verirler. Örneğin Romalılar ilk defa keten gömleği Hunlarda görmüşlerdi. Ayrıca Bozkırın tipik elbisesi olan ceket ve pantolon süvarilere en uygun bu şekilde giyilebileceğinden tercih ediliyordu.[12] Romalılar aynı dönemde iki parça halindeki dikdörtgen kumaşların birbirine dikilmesi, dikim sırasında baş ve kollar için üstten ve yanlardan boşluklar bırakılması suretiyle elde edilen, geniş ve rahat kullanımlı bir giysi olan Tunika giyerken Bozkırda Hunlar ceket ve pantolon kullanılıyordu.[13] Modern giyinmenin ilk tipi olan bu Bozkır tarzı Çin’de M.Ö. 4. asırda, Avrupa’da M.S. 5. Asırdan Bizans’ta 6. asırdan itibaren Türk usulüne usulüne göre ıslahatlar yapılmıştı.[14]
İslamiyet öncesi dönemlerde Türkler fiziki şartların meydan okumasına başarıyla cevap vererek kendi bozkır kültürlerini yaratmışlardı. Bu kültürün en önemli bir özelliği ise göçebelik idi.[15] İbrahim Kafesoğlu Türk Milli Kültürü kitabında yaşanılan bölgenin hayat tarzına yön verici bir faktör olduğunu ve tarım yapılmayan, fakat geniş otlaklar bulunan bölge insanlarının zaruri olarak hayvancılık yoluna gideceğini söyler. (Kafesoğlu 2017) Bu zorunlu tercihte de görüleceği üzere coğrafya hayat tarzında belirleyici oluyor. Türklerin göç sebeplerin başında iklimsel sıkıntılar gelir. Yani toprakların geçim bakımından yetersiz kalması bu göçlerin en önemli sebebidir. Bunun dışında uzun mesafeli kitlesel göçlerde söz konusu olabiliyor bunun sebebi daha ziyade siyasi olabilir. İklimsel sıkıntıların dışında olan bu göçleri tetikleyen nedenler ise Türklerin bazen bağımsızlıkları uğruna yurtlarını terk etmek zorunda kalmalarıdır. XI. Asırdaki Moğol Ki-tan hücumuna benzer bağımsızlıkları uğruna yurtlarını erk etmek zorunda kalmıştır. Oğuz göçü için nüfus fazlalığı ve otlak darlığı da bu göçlerin sebebidir.[16] Faruk Sümer Eski Türklerde Şehircilik adlı eserinin ön sözünde Doğu Sibirya’da avcılık ile geçinen orman halkı nasıl bozkırdaki yaşayışa tahammül edemiyorsa göçebe hayat tarzı benimsemiş toplulukların yerleşik hayata tahammül edemeyeceğinden bahseder.
Toplumlar yaşadıkları coğrafyanın tabiatına direnip kendilerine has yaşam tarzları ortaya koyarlar ve bu yaşam tarzından da kopmaları zor olabilir. Yine Faruk Sümer bu eserinde araştırmalara göre, Türklerin şehir kurmaları ile ilgili bilgilerin VII. Yüzyıldan geriye gitmediğini söyler. Hatta Bilge Kağan ve Ki-min kağan gibi kağanların şehir hayatına geçiş denemeleri başarısız olmuştur. Bilge Kağan’ın Buda dinini kabul etmek suretiyle şehir kurmak düşüncesinde olduğu bilinmektedir. Bumin Kağanın bu düşüncesine Vezir Tonyukuk “ biz Çinlilerin yüzde biri kadarız bir şehir kurup oturursak orada düşman bizi yok eder. Hâlbuki eski hayatımızı sürdürürsek zayıf olduğumuz anlarda çekilir, güçlü olduğumuz zamanlarda ilerleriz. Buda dinine gelince, bu din insan alçak gönüllülük, yumuşaklık telkin etmekle savaşçıların ( Türker’in) mizaç ve karakterine uymaz” diyerek mani olmuştur. Vezir Tonyukuk bu sözünden istinaden eski hayat tarzlarının yani göçebe hayat tarzlarından ötürü kendilerinin savaşçı bir millet olduğundan bahseder. Aynı zamanda eski hayat tarzlarının Çinlilere karşı stratejik öneminden de bahseder. Nitekim bu hayat tarzına alışmışlar ve değişmekte pek mümkün gözükmemektedir en azından o denemden bunu anlaya biliriz. Bilge Kağa’nın ölümünden (734) 13 yıl sonra hükümdar olan Bayan Çur Kağan ( Uygur Tengri’de Bolmış İl İtmiş Bilge Kağan) Orhun Irmağı kıyısında Ordu Balık’ı kurmuştur. Böylece şehir kurma şerefi Uygurlar’a nail olmuş. Göçebe Türklerin şehir kurarak ve bu şehirde oturmak suretiyle geçişi, Türk tarihinin başlangıcından, aşağı yukarı bin sene sonra olmuştur. Bu geçişin bu kadar geç olmasının sebebi ancak Türk kültürü ve buna bağlı olarak yaşam tarzı ile açıklanabilir.[17]
İbn Haldun’a göre insanlar Bedevi (göçebe) Hazari (medeni) olmak üzere iki topluluk halinde yaşarlar. Ve yine İbn Haldun’a göre insanlar başlangıçta göçebelik hayatı yaşamıştır. Göçebelik hayatı ile alakalı bir takım görüşler öne sürmüştür. Onun bedevilik yani göçebelik ile ilişkin fikirleri Türklerdeki göçebelik ile karıştırılmıştır ve göçebelik medeniyetsizlik olarak görülmüştür. İbn Haldun’un bahsettiği bedevilikte (çölde) ikamet etmek ancak asabiyet sahibi kimselerin güç yetirebileceği bir
durumdur[18]. Zira insan tabiatında kötülükte iyilik kadar yer etmiştir. Huzur ve bir arada meskûn bir şekilde yaşayan insanlar kendilerine gelebilecek saldırılara karşı kanunlarla polis teşkilatıyla, şehir duvarlarıyla, profesyonel askerlerle koruna bilmekte iken badiyede (çölde) bu tür yapılara rastlanmaz. İbn Haldun’a göre göçebe hayat tarzını benimsemiş insan toplulukların da devlet teşkilat bulunmamaktadır. Göçebelik daha öncede anlatıldığı üzere yaşanılan bölgenin şartlarından dolayı zaruridir. İklimsel koşullara bakıldığında çöl ve bozkırlar benzerlik göstermektedir ama aynı değildir. İbn Haldun göçebelerin devlet teşkilatlarının olmadığından bahsetmekteki Türkler bozkırlarda birçok devlet kurmuş ve yine askeri teşkilatlar meydana getirmişlerdir.İbrahim Kafesoğlu, İbn Haldun’un çöl ve bozkır iklimini ayıramamasını ve bundan ötürü Türklerin de göçebeler (Bedeviler, Berberiler, Moğollar) arasına katılma fikrini hazırlayan büyük hatası zamanı aşarak bir takım tarihçileri de etkilemiştir. (Kafesoğlu 2017)
Sonuç
Görüldüğü üzere içtimaı yaşantıda toplumlar coğrafyanın, tabiatın güçleştirici etmenlerine karşı direnir ve kendine has çözümler meydana getirirler. Bu çözümler kültürün oluşmasında son derece öneme sahip olabilir. Toplumların yaşam biçiminde, karakteristik özelliklerinde, giyimlerinde, beslenmelerinde ve hatta dillerinde dahi coğrafyanın bu etkisini görebiliriz. İslamiyet Öncesi Türk Topluluklarında olan Hun, Ugur ve Göktürklerin kültürünü anlamak o coğrafyayı anlamak, bilmekten geçebilir.
Sefa Akyazıcı
Dipnotlar
- 1 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul, Ötüken yayınevi, 2017, s.26
- 2 Yusuf Okşar, “Din Ve Coğrafya İlişkisi: Şemsü’d-Din es-Semerkandî ve İbn Haldun’un Yedi İklim Anlayışlarının Karşılaştırmalı Analizi”, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 18/2 (2018):1036
- 3 Zafer İlbars, “Kişiliğin Oluşmasındaki Kültürel Etmenler”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 31/1-2 (1987):201
- 4 Salim Koca, “Eski Orta Asya’da Tabiat, İklim Ve İnsan Unsuru”, Asya Araştırmaları Dergisi 1/1 (Güz 2017):1
- 5 Okşar, “Din ve Coğrafya ilişkisi: Şemsü’d-Din es-Semerkandî ve İbn Haldun’un Yedi İklim Anlayışlarının Karşılaştırmalı Analizi”, 1038
- 6 Teoman Duralı, Biyoloji Felsefesi, Ankara, Akçağ Yayınları, 1992,s.198-202
- 7 Montesquieu, Charles Louis De Secondat Kanunların Ruhu Üzerine, çev. Fehmi Baldaş, Hiperlink Yayınları, İstanbul 2015, s.219
- 8 Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyin el-Mesûdî, Mürûc Ez-Zeheb, Çev.:D.Ahsen Batur, Selenge Yay., İstanbul 2004, s.194
- 9 Mesûdî, a.g.e, s.195
- 10 Turgut, Ali Kürşat, “İbn Haldun Felsefesinde Tabiat-İnsan İlişkisi” Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,, 31/2, (2013):179
- 11 Turgut, Ali Kürşat, “İbn Nefis’te İnsanın Zihinsel Tekâmülü”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2010, s. 45-46, 288-28
- 12 Kafesoğlu, a.g.e, s.306
- 13 Alexandra Croom, Roman Clothing anf Fashion, Gloucestershire, Amberley limited, 2013, s.175
- 14 Kafesoğlu a.g.e, s.306
- 15 Abdülkadir İlgen, “Bozkır Göçebelerinde Sosyo-Ekonomik Yapı”, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi,49 (2005): 817-819
- 16Cemil Öztürk vd., Türk Tarihi Ve Kültürü, Ankara, Pagem Akademi, 2013, s.7
- 17 Faruk Sümer, Eski Türklerde Şehircilik, İstanbul: Türk Dünyası Vakfı Araştırmaları, 1984, s.1-10
- 18 İbn Haldun, Mukaddime, çev. Arslan tekin, İstanbul: İlgi kültür sanat, 2013, s.25-32
Kaynakça
- Akyazıcı, S. İSLAMİYİET ÖNCESİ DÖNEM TÜRK KÜLTÜRÜNDE COĞRAFYA FAKTÖRÜ
- Akçora, E. (2020). Türk Tarihinde Göçler Ve Önemli Sonuçları. Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, 2(96), 241-246.
chinadaily.com.cn. (2015, 12 28). The Greater Khingan range in winter. 06 20, 2020 tarihinde http://usa.chinadaily.com: http://usa.chinadaily.com adresinden alındı
Duralı, T. (1992). Biyoloji Felsefesi. Ankara: Akçağ Yayınları.
Gömeç, S. Y. (2016). Kök Türk Tarihi. Ankara: Berikan.
Haldun, İ. (2013). Mukaddime. (A. Tekin, Dü.) İstanbul: İlgi Kültür Sanat Yayıncılık.
İLBARS, Z. (1987). Kişiliğin Oluşmasında Kültürel Etmenler. Ankara Üniversitesi Dil Ve TarihCoğrafya Fakültesi Dergisi, 31(2), 201-211.
İLGEN, A. (2005). Bozkır Göçebelerinde Sosyo-Ekonomik Yapı. Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, 0(49), 817-840.
Kafesoğlu, İ. (1998). Türk Milli Kültürü. İstanbul: Ötüken.
KOCA, S. (2017). Eski Orta Asya'da Tabiat, İklim Ve İnsan Unsuru. Asya Araştırmaları Dergisi, 1(1), 1-18.
Kurat, A. N. (2013). Türk Tarihinin Karanlık Devri. Tarih İncelemeleri Dergisi, 417-428.
KÜRŞAT ALİ, T. (2010). İbn-Nefis'te İnsanın Zihinsel Tekamülü. Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları.
KÜRŞAT ALİ, T. (2013). İbn Haldun Felsefesinde Tabiat-İnsan İlişkisi. Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2(31), 173-190.
Mesudı. (2004). Muruc Ez-Zeheb. (A. Batur, Çev.) İstanbul: Selenge.
Montesquıeu. (2015). Kanunların Ruhu Üzerine. (F. Baldaş, Çev.) İstanbul: Hiperlink Yayınları.
OKŞAR, Y. (2018). Din Ve Coğrafya İlişkisi: Şemsü'd-Din es -Semerkandı ve Ibn Haldun'un Yedi İklim Anlayışının Analizi. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 18(2), 1035-1069.
Oktan, P. (2018). Tarihçinin Kayıtları’na (Shi Ji) göre Hunlar. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Orsoy, S. (2002). Çin’in Resmi Hanedanlık Kayıtlarında Türk Kavimlerine Ait Monografiler. Türkler, 1. Ankara.
Ögel, B. (1984). İslamiyet Öncesi Türk Kültür Tarihi. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.29
Sümer, F. (1984). Eski Türklerde Şehircilik. İstanbul: Türk Dünyası Vakfı Araştırmaları.
Yasin, Y. (2015). Divanü Lugat-it-Türk’te Geçen Uygurlar İle İlgili Bilgiler Üzerine. Uluslar Arsı Uygur Araştırmaları Dergisi, 67-97.
Yücel, F. (2017). Kadim Turan Ekonomisi’nin Kodalrı: İlkçağlarda Doğu Turan Ekonomisinin Yükselişi. IV. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu. Niğde - Tartars playing polo and hunting, one of a pair Kanō SōshūMomoyama period (1573-1615)
- Metin içi 1. resim: Ak Bure (White Wolf).Frida Shagimardanovna Khasyanova1998/1998
Yorum Bırakın