Eurovision Ve Lgbtqia+

Eurovision Ve Lgbtqia+
  • 2
    0
    1
    2
  • LGBTQIA+ bireyler çok uzun yıllardır özgür yaşam ve eşit haklar için mücadele veriyorlar. Bu mücadeleyi en rahat şekilde verebildekleri uluslararası platform ise Eurovision Şarkı Yarışması. Peki nasıl oluyor da diğer alanlarda verdikleri mücadelelerde zorlanırken Eurovision sahnesinde kolay bir şekilde seslerini duyurabiliyorlar?

     

    LGBTQIA+ nedir, kimleri temsil eder?

    LGBTQIA+; lezbiyen, gay, biseksüel, transseksüel, queer, interseks, aseksüel ve farklı çeşitli cinsel yönelimlere sahip bireylerin bir arada hak ve özgürlük mücadelesi verdikleri bir topluluktur. Kimi gruplara göre son yıllarda özellikle televizyon dizilerinden etkilenen insanlardan dolayı sayılarının arttığı söylense de durum böyle değildir. LGBTQIA+ bireyler tarih boyunca hep var oldular ancak toplum tarafından hasta olarak görüldükleri ve dışlandıkları için çoğu zaman cinsel kimliklerine aykırı bir şekilde yaşamak zorunda kaldılar. Bu durum 1960'larda yükselen ve 1968'de tüm dünyayı saran özgürlük hareketleri ve 28 Haziran 1969'da yaşanan Stonewall ayaklanmasından sonra etkisini kaybetmeye başladı. Bu olaylar zinciri ile beraber tıbbın ve özellikle de psikiyatrinin de ilerlemesiyle önce 1973'te Amerikan Psikiyatri Derneği tarafından ardından 1993'te Dünya Sağlık Örgütü tarafından eşcinsellik hastalık olarak tanımlanmamaya başladı. İşte tam olarak bu olaylar ile birlikte Eurovision sahnesinde LGBTQIA+ bireylerin temsiliyetinin önemli parallelliği bize Eurovision ve LBTQIA+'ın ortak tarihi hakkında ışık tutmakta.

     

    Eurovision ve LGBTQIA+'ın ortak tarihi

    60'lar ve 70'ler

    Avrupa genelinde eşcinsellik, 60'lar ve 70'ler boyunca hala hastalık olarak görülüyordu hatta çoğu ülkede suç olarak sayılıyordu. Buna rağmen 1961 yılında yarışmayı eşcinsel aşıklarla ilgili bir hikayeyi anlatan şarkı kazandı. Jean-Claude Pascal'ın ''Nous Les Amoureux''(Biz Aşıklar) adlı bu şarkısı Lüksemburg'a 5 birinciliğinden ilkini getirdi. Eurovision, yarışma formatının farklılıklara saygıyı içermesi, barışa açık olması ve 70'ler boyunca katılımcı ülke sayısının artmasıyla barış yanlısı ve hoşgörülü insanları televizyon başına çekmeye başardı. Müziğinden de birleştirici etkisiyle kitle her geçen gün büyümeye devam etti.

                                                                   

    80'ler

    80'ler büyük orkestranın, yerini sahne şovlarına bırakmaya başladığı bir dönem oldu bundan dolayı kimi çevrelere göre sahnede erotizm bir adım öne çıktı ve Eurovision sahnesi yarışmacıların cinsel kimliklerini daha rahat ifade edebilecekleri bir alana dönüştü. Ayrıca LGBT bağlantılı Eurovision topluluklarının bu dönemde toplu izleme partileri düzenlemesi de LGBTQİA+ bireylerin yarışmaya olan ilgisinin artmasını sağladı.

     

    90'lar

    İzleyici kitlesinin önemli bir bölümünü LGBTQIA+ bireylerin oluşturmaya başlamasının ardından sıra sahnede temsil edilmeye gelmişti. Ancak 1997 yılına kadar kendini LGBTQIA+ bir birey olarak tanımlayan hiç kimse yarışmada bir ülkeyi temsil etmemişti. Bu durum 1997 yılında bozuldu ve Paul Oscar İzlanda'yı temsil ederek bir ilki gerçekleştirmiş oldu. Şebnem Paker'in 3.olduğu yarışmada Oscar ancak 20.olabildi. Her ne kadar aldığı sonuç başarısızlık olarak kabul edilse de gerçekleştirdiği olay sayesinde adını tarihe yazdırdı. Oscar'ın katılımının ardından ondan cesaret alarak yarışmaya onlarca kişi katıldı bunlardan ilki ise İsrail'i temsil eden Dana International sahne adıyla bilinen Şaron Kohen'di ve o güne kadar görülmemiş bir başarıya imza atarak 1998'de Birmingham'da düzenlenen yarışmayı ''Diva'' şarkısıyla kazandı. Ayrıca o sene yarışmayı düzenleyen ekip, eşcinsel erkekleri kameraların daha net çektiği yerlere oturtarak Avrupa'ya bir mesaj göndermiş oldu. Ancak olaylar tamamen tozpembe bir şekilde gelişmedi. Dana, Ortodoks Yahudiler tarafından ölüm tehditleri aldı ve yarışma süreci boyunca kaldığı otele ekstra koruma sağlanmak zorunda kalındı.Bütün bu tehditlere rağmen Dana yılmadı ve hem yarışmayı kazandı hem de 2011 yılında ülkesini bir kere daha temsil etti.

     

    00'ler ve 10'lar                                                                                                  

    Bu dönemlerde LGBTQİA+ bireylerin temsiliyeti artarak onlara gelen tepkiler ise azalarak devam etti. Onlarca LGBTQIA+ birey veya grup ülkesini temsil etti ancak maalesef hepsinden bu yazıda bahsedemeyeceğiz yine de bazılarından ise bahsetmeden geçemeyiz. Bunlardan ilki Verka Serduchka 2007 yılında Ukrayna'yı temsil etmiş ve 2.olmuştu. Her ne kadar 2.olmuş olsa da Eurovision tarihinin en büyük ikonlarından birisi oldu. Yine aynı sene 1. olan kişi ise eşcinsel bir birey olan Marija Şerifoviç'ti. 2014 yılında ise yarışmayı ilk kez bir drag queen kazandı.Conchita Wurst sahne adıyla bilinen Tom Neuwirth ''Rise Like a Phoenix'' adlı şarkısıyla Avusturya'ya birincilik getirdi. Son zamanların en büyük hiti ve 2019 yılının kazananı olan ''Arcade'' adlı şarkının sahibi Duncan Laurance da bir LGBTQIA+ birey hatta geçtiğimiz sene erkek arkadaşı Jordan Garfield ile dünya evine girdi.

                                                                                           

    2021

    Bu seneki yarışmayı ise daha önce yazısını da yazmış olduğumuz ve içinde LGBTQIA+ bireylerin de bulunduğu Maneskin kazandı ve yaptıkları paylaşımlarla bu yarışmada LGBTQIA+ bireylere karşı ayrımcılığın yer almadığını net bir şekilde bir kez daha göstermiş oldular.

     

    Türkiye'nin Eurovision'un bu yönüne bakış açısı

    Maalesef ki ülkemizin LGBQTIA+ bireylerin yaşamaları için ideal bir yer olduğunu söyleyemeyiz ve her ne kadar Türkiye'nin Eurovision izleyici kitlesi LGBTQIA+ bireylere karşı dost canlısı olsa da TRT yönetimi aynı düşüncede değil. 2012 yılından sonra yarışmadan çekilmemizin en büyük etkeni olarak puanlamadaki adaletsizlikler gösterilse de, en büyük etkenin  Eurovision'a katılan LGBTQIA+ bireylerin kendilerini rahatça ifade edebiliyor olmaları aşikardır. 2013 yılında çekilmiş olsak da yarışmayı yayınlama kararı alan TRT, Finlandiya temsilcisi Krista Siegfrids'in şovunda 2 kadın dansçının öpüşüyor olmasından dolayı yarışmayı yayınlamaktan vazgeçmiştir. 2014 yılında da Conchita Wurst'un katılması işleri TRT adına daha da zorlaştırmış ve Türkiye'nin Eurovision defteri uzun bir süre açılmamak üzere kapanmıştır.

    Türkiye'de basın cephesinden en büyük tepki ise 2007 yılında gelmiştir. O sene eşi benzeri görülmemiş derecede bir LGBTQIA+ temsiliyeti olunca Burhan Ayeri''Bu sene fazlasıyla cins gördük.'' diyerek kırıcı bir yorumda bulunmuştur. O sene katılan sanatçımız Kenan Doğulu da bu konu hakkında konuşmadan geçmemiş ve ''Yarışmada eşcinsellerin oyu büyük rol oynuyor, şimdiye kadar röportaj yaptığım gazetecilerin sayısı 20 ise 18'i eşcinseldi, onların gözüne girmek çok önemli'' demiştir

     

    Eurovision Yönetiminin LGBTQIA+'a desteği

    İzleyiciler ve sanatçılar ne kadar LGBTQIA+ bireylere karşı dost canlısı olursa olsun Eurovision yönetimi tarafından ayrımcılığa karşı savaş verilmeseydi bugün bu yazıda yazan hiçbir şey ortaya çıkmayabilirdi. Gerek her sene kullanılan sloganlarla gerekse çeşitli etkinliklerin düzenlenmesiyle yönetim üzerine düşeni fazlasıyla yapmış durumda. 

    Bu yıl da Onur Ayı'na girilirken ilk kez 2004 İstanbul'da kullanılan kalpli logosunu değiştiren Eurovision LGBTQIA+ topluluğunun yeni bayrağını kullanan ilk kurumlardan birisi oldu.

               

    LGBTQIA+ bireylerin cinsel kimliklerinden ötürü mücadele vermek zorunda kalmadıkları veriyorlarsa da Eurovision sahnesindeki kadar kolay olması ve aynı gökyüzünün altında* kardeşçe eşit haklarla yaşadığımız bir dünya dileğiyle...

     

    *Under the Same Sky(2004 İstanbul Yarışma sloganı)

     

    KAYNAKLAR:

    1  2   

    3.Michael Kuyucu. Türkiye'nin Eurovision Serüveni, (İstanbul, Esen Kitap,2011) s.390

     

     

     


    Yorumlar (1)
    • Çok güzel ve detaylı bir yazı olmuş ellerinize sağlık Talip Bey :)

      Yorum Bırakın

      Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.