Zihinlerde Hayatı Sarmalayan Bir Film: Sarmaşık

Zihinlerde Hayatı Sarmalayan Bir Film: Sarmaşık
  • 7
    0
    0
    1
  • '’Deniz üstü köpürür hey canım rinna nay rinna rinna nay  
    Kayığa da binsem götürür hey canım hey  
    Benim de şu cihana gelişim hey canım rinna nay rinna rinna nay  
    Bir güzelden ötürü hey canım hey''  
       
    Yaratılan her varlığa bir anlam yüklenilip görev atfedilen dünyamızın çeşitli ormanlarında, dar geçitlerinde, kuytu köşelerinde yaşayarak binlerce yıldır kendisine yüklenilen görevi, görevin sınırları gaddarlık ve hatta zulüm içerse de layıkıyla yapan bir bitki yaşar. Biçimsiz, dikenli ve yeşil renkte olup adına sarmaşık dediğimiz bu bitki, özellikle sarılmaya köklerinden başladığı ağaçların zamanla her zerresini çevreleyerek ona büyük acılar getirmesi, içten içe kurutması, çürütmesi ve öldürmesi ile tanınır. Yaratılırken kendisine bu yapacakları anlatılsaydı yaratılmak ister miydi, bilinmez. Ancak tekamülünün getirilerini bu denli başarıyla gerçekleştirmesiyle eşref-i mahlukat olarak tanımlanan ve erki, otoriteyi, gücü, maddiyatı yaratılmasının getirdiği doğal vazifeleri olan; erdeme, iyiliğe, güzelliği var etmeye tercih eden biz insanlardan daha üstün oldukları aşikar. 
       
    İnsan, yaşadığı toplumun içinde kendisini istediği kadar özgür sansın herhangi bir sarmaşığın bedenini ve ruhunu sarmasından kendisini sıyıramaz. Bu sarma hali kimi zaman çok derinden hissedilirken kimi zaman o denli belirgin olmaz. Kuruma ve çürüme yavaş ve sessiz gerçekleşir. Her iki durumda da insanı çürüten bu sarmaşıkların içinde kuşatılmış durumda olan ruh, eninde sonunda gelinecek noktada bir volkan gibi titremeye, patlamaya, alevler saçmaya mahkumdur. Sinemamızın başarılı yapımlarından biri olan, 2015 yılında Tolga Karaçelik tarafından çekilen Sarmaşık filmi de bahsini ettiğim durumun, insanı sarıp kuşatan maddi-manevi hallerin ve bunlara karşı yapılan isyanın; bize ait olmasıyla, derliliği topluluğuyla, barındırdığı metaforlarla izlediğim zaman beni en çok etkileyen ve bu kuşatılmayı en derinden hissettiren yapımlardan olmuştur. 
      
    Çalıştıkları geminin armatörünün iflas edip ortadan kaybolmasının ardından, tüm tayfa gemiyi terk ederken deniz hukuku gereği gemide kalmak zorunda olan Beybaba, Kürt, İsmail, Nadir, Cenk ve Alper isimli altı erkeğin kendi aralarındaki ve özellikle beş kişinin gemideki mutlak iktidarın sembolü olan kaptan Beybaba ile yaşadıkları çatışmayı anlatan filmimizde, her karakter yönetmenimiz tarafından ustalıkla simgeselleştirilmiş. Aynı zamanda filmimizin tek mekanı olan gemi de bir simge, metafor olarak karşımıza çıkar. Kültürel birikimimizde gemi, suyla olan bütünsel ilişkisinden dolayı rahmi, kadını ve anneyi temsil eder. Bu altı karakterimiz de film boyunca erkliklerini ispat etmek için hep geminin içinde, yani bir nevi annelerinin kucağında çatışmaya girerler. Edebiyatımızda Ahmet Haşim'in, Yahya Kemal'in, Tanpınar'ın şiirlerinde sürekli suyu ve sudan müteşekkil ögeleri kullanmalarının altında da bu sebep yatar. Böylece sanatçı ve insan, aslında mutlu olamadığı zamandan ve ait olduğunu hissedemediği toplumdan kaçışı en mutlu, en rahat ve en huzurlu olduğu günlerde, bir karnın içinde özgürce dans edebildiği suyun içinde bulur. 
      
      
    Film, kahramanlarımızın gemide olmayan hayatlarından kısa bir kesitle başlıyor. Kürt karakteri, bir pavyonda korumalık yaparken başka bir korumanın kulağına eğilip bir şeyler söylemesinden sonra başının derde girdiğini ve ortadan kaybolması gerektiğini anladığımız, gözden ırakta olmak için kendisini gemide bulan birisi. Film boyunca konuşmayan, geminin en alt katında, makine kısmında çalıştırılan karakterimiz sosyolojik olarak toplumumuzda ezilenlerin bir ifadesi. Susması, sessizliği da bu ifadenin aslında en protest ve en güçlü yanı. Sessiz sakin ancak güçlü yapısı ile filmin belli bir yerine kadar çatışan diğer her karakterin arasında bir duvar oluyor, çatışmaları durduruyor. Kahramanlarımız arasında denge unsurumuz oluyor. Filmin sonuna doğru ortadan kaybolması ile de bütün çatışmalar zirve noktasına ulaşıyor. Cenk karakteri ise gemiye gelmeden önce dolandırıcılık yaparak geçimini sağlıyor. Gemiye gelmeden önce taze dayak yemesi ve sağ gözünün kapalı olmasıyla anlıyoruz ki adamın hayatı belalarla, sıkıntılarla geçmiş. Zaten ismi de bu kavgacı, belalı yanının belirtisi.  Film boyunca Adana Demirspor poları giymesi de bize karakterin isyankar ruhunu yansıtmak için kullanılıyor. Adana şehrinin, özellikle Çukurova yöresinin hem edebiyatımızda hem sinemamızda isyankar, düzene boyun eğmeyen karakterlerle özdeşleşmesi bu tercihin altında yatan ana sebep. Alper ise önceden taksicilik yapan ve bu seferi ikinci seferi olan gemideki en amatör kişi. Cenk ve Kürt ile diğer kahramanlardan ayrı olark sonradan geldikleri gemide kısa sürede Cenk ile yakın ilişki kuruyor. Nadir, geminin mutfağından sorumlu olan aşçı olarak karşımıza çıkıyor. Saf, temiz, çalışkan bir yapısı var. İşini en doğru yapan kişi. Buna rağmen gemide Beybaba ile ilk çatışmayı yaşayan kişi de kendisi oluyor. Ailesinin de evinin bulunduğu bir semtin kentsel dönüşüme maruz kalmasını gemi sefere henüz yeni çıkmışken televizyonda izliyor ve geri dönmek istiyor. Ancak Beybaba onun dönse de bir şey yapamayacağını, gemide kalması gerektiğini söylüyor. Para kazanması gerektiğini de hatırlatarak iki aydır paralarını alamamalarına rağmen onu gemide tutmaya ikna ediyor. Burada iktidar olan Beybaba’nın devletin kimseyi sokakta bırakmayacağını söylemesi, orta yol bulmaya çalışması, tutmasının elinde olmayacağı sözler vermesiyle güttüğü çıkarcı politikasıyla onun iktidar olduğunun mesajını izleyiciye direkt filmin başında veriliyor. Nadir'in de burada hayatı boyunca birçok şeyi yapmak isteyip yapamadığını idrak ediyoruz. Boynunu, sisteme eğip yürümeye devam ediyor. Beybaba'nın kamarasında gördüğümüz bu çatışmada anladığımız başka bir durum ise Beybaba'nın sürekli vaktini geçirdiği kaptan kamarasında otoritesini ve düzeni en küçük taviz vermeden yaşatmaya devam ettirme isteği. Düzenli yemeklerini pişiren, kendisine rakılar mezeler servis eden mutfakcının gemiden uzaklaşmasına katlanamaz bir halde. Düzenin bozulmasını da keyfinin bozulmasını da istemiyor. Gemideki erkliğin, gücün, iktidarın sembolü olan Beybaba'nın ismi de tıpkı dillere peleseng olan 1984 romanındaki Big Brother gibi iki üstünlük belirten kelimeden teşekkül. Tıpkı Big Brother gibi gemideki bütün olayları izliyor Beybaba. Diğer beş kişinin kendisiyle görüşmek için sürekli merdivenleri tırmana tırmana çıktığı kamarasında keyfi bir noktaya kadar gayet rahat. Merdivenlerle adım adım kamaraya, en tepeye çıkılması da tepedeki iktidarın bir simgesi. Son kahramanımız İsmail ise grup içerisinde en dindar, otoriteye en çok boyun eğen kişi. Geminin tayfası gemiyi terk ettikten sonra da Beybaba tarafından yardımcılığa getiriliyor. Dini yönünün güçlü oluşu ve teslimiyeti bizlere İbrahim oğlu İsmail'i hatırlatıyor. Beybabanın otoritesinin sarsılmasını bir an istemiyor. Kendi çıkarları tazeliğini koruduğu sürece de kendini otoriteye feda edecek kadar da güce bağlı bir kişi. 
     

    İktidar hevesinin ve maddi çıkarların bir samaşık gibi sardığı altı erkek zamanla gemide kaçınılmaz olana çatışmalara sürükleniyor. İlk olarak Beybaba geminin diğer çalışanları gemiyi terk ettikten sonra kalan beş kişiyle görüşmek için onları güverteye çağırıyor ve yemekhane ile revirin anahtarını İsmail’e teslim ediyor. Bu şekilde hem herkese gücünün rüştünü gösteriyor hem de iktidarını İsmail ile paylaşarak beş kişi arasında oluşabilecek birlikteliğin önüne geçiyor. Gemide yapılacak işin gücün kalmadığı, boş ve sıkıcı günler bir şekilde devam ederken İsmail ile Cenk arasında yavaş yavaş artan bir gerginlik başlıyor. Hayatı ele alışları bile apayrı olan bu iki karakter İsmail’in iktidardan aldığı güçle beraber Cenk’in üstüne gitmesinden dolayı, hiç yapılmasa da herhangi bir şeyin olmayacağı işlerin Cenk’e ve Alper’e verilmesinden dolayı gerilimler tırmanıyor. Tabi bu işlerin özellikle Cenk’e verilmesinin sebebi de Cenk’in tabiri caizse mikrop diye adlandırılacak karakterinden kaynaklanıyor. İnsanlarla sürekli uğraşan, garip bir tip olan Cenk, Alper’le takıldıkları bir gece zıvanadan çıkıp gürültü çıkarıyorlar. Gecenin bir yarısı uyuyamadığı için Cenk’in oda kapısına dayanan İsmail ile Cenk’in bu gerilimi işleri iyice geriyor. Daha sonraki gün İsmail'in Cenk'e emirler vermesi, Cenk'in bu emirleri geri çevirmesinin ardından İsmail'in Cenk'e çok ağır küfür etmesi ipleri koparıyor. Bu olay sonrası Cenk psikolojik olarak bir kırılma yaşıyor. Zaten insanlar tarafından bir başlarına bırakıldıklarını, kimsenin umurlarında olmadıklarını düşündüğü zamanda bir de İsmail'in kendisine iş buyurması ve küfür etmesi zoruna gidiyor. Bu kırılma sonrası iktidarın gücünü de sorgulamaya iyiden iyiye başlıyor. İktidardaki gücün paylaşıldığı ve iktidarın beslendiği İsmail’i de bir şekilde cezalandırmayı kafasına koyuyor. Cenk gemide kalmalarının anlamsızlığını diğer kişilere empoze etmeye başlıyor. Beybaba’nın maaşının tıkır tıkır yattığını düşünürken kendilerinin sefalet çekmeleri onu çileden adım adım çıkarıyor. Bu düşüncelerin altında aç ve sefil günler geçerken Cenk, mutfakta diğer gemiciler tarafından zulalanmış sucuğu buluyor. Büyük bir neşeyle arkadaşlarına da haber edip sucuğu yiyorlar. Nadir de bir tava sucuğu daha önceki yemek ve rakı servislerinde olduğu gibi özenli bir şekilde Beybaba’ya götürüyor. Bu durum Beybaba tarafından hiç düşünüldüğü gibi karşılanmıyor. Nadir’e mutfakta olan biten malzemeden haberdar olmadığı için fırça çekerken mutfağa inip Cenk’i tartaklıyor. Çünkü o sucuğu yeme hakkı sadece iktidarda olanındır, bu sucuğu size yedirmezler mesajını vermek istiyor. Tüm gemiye hakim olan bu gerginliğin ardından Beybaba güvertede tekrar topladığı beş adamla konuşurken Cenk’e olayları ciddiye almayıp güldüğü için bir tokat atıyor. Beybaba’nın bu hareketini mutlak iktidarını korumak için yaptığı son hamle olarak değerlendirebiliriz. Beybaba konuşmasını bitirip kamarasına çıkmak için arkasını döndüğünde kendisine doğru fırlatılan bir çekiç duvara sertçe çarpıp yere düşüyor. İktidarının iyiden iyiye sarsıldığını anlayan Beybaba Cenk'e afilli ve tehditkar sözler söyleyip kamarasına dönüyor. Her iktidarın desteğini kaybettiğini anladığı anda yaptığı gibi gücünü kaybetmemek için pusuyor ve artık hiç kamarasından çıkmıyor. Beybaba'nın kendisine atılan çekici Cenk'e vermesinden sonra Cenk tek bir an çekici bırakmıyor. Geceleri gemi merdivenlerinin korumalıklarına vura vura sesler çıkarıyor. Buradaki çekiç de bizlere ilk olarak İskandinav mitolojisindeki Thor’u hatırlatıyor. Mijolnir'e sahip en güçlü ve yenilmez olan Thor gibi Cenk de gücün ve erkliğin artık kendisinde olduğunu böylece herkese gösteriyor. Sucuğun pişirilmesinden sonra mutfakta ve güvertede yaşanan bu gerginliğin bu denli artıp fiziksel temasa kadar gitmesinin sebebi ise artık göremediğimiz ve ortadan kaybolduğunu anladığımız Kürt’ün ortamda olmayıp insanların arasındaki gerginliği ayıramayacak olmasında yatıyor. Daha önce İsmail ile yaşadığı gerginliklerin Kürt tarafından ayrıldığını belirtmiştim. Bunların sonuncusunda Kürt’e bu olaylara karışmamasını güvertede sert bir dille telkin eden Cenk anlıyoruz ki iktidarı ele geçirmek için Kürt’ü bir şekilde ortadan kaldırmış. Bu dakikadan sonra psikolojileri iyice bozulan karakterlerle beraber film iyice halüsinasyona doğru evriliyor. Karanlık bir ortamda sislerin içinde kalmış gemide, herkes düşmanını gölgelerde aramaya başlıyor. Kürt'ün hayaleti gemide dolaşırken Beybaba, Nadir ve İsmail sadece Cenk'ten değil, Kürt'ün hayaletinden, Kürt'ün izinden de korkar hale geliyorlar.
     
    Bütün bu gerginliklerin, çıkmazların ortasında otoritesini ve güçlü erkekliğini psikolojik olarak Cenk'e karşı kaybeden İsmail’in gece vakti yediği çekiç darbesiyle yerde kaldığını ve vücudundan sarmaşıklar çıktığını gören Nadir odasına dönüp bileklerini kesmeye başlıyor. Burada Nadir’in dışarıya karşı göstermesi gerektiği şiddeti kendisine yöneltmesi onun yine iyi kalbinin bir yansıması olarak göze çarpıyor. Onun da bileklerindeki ve kollarındaki kesiklerden sarmaşıklar salınıyor. Bu sarmaşıkların biçimsiz ve kıvrıla kıvrıla büyümesi bizlere cennette Havva’ya yasak elmayı girdiği yılan şeklinde yediren şeytanı hatırlatıyor. Sarmaşıklar, şeytan gibi karakterlerimizi ve gemiyi sarmış, onların yapısını bozan bazı durumlar yaratmış. Aynı zamanda sarmaşığın yeşil rengi de tüm dünyayı elinde oynatan parayı simgeliyor. Sarmaşığın, biri güç için biri ailesi için paraya zaafiyeti olan İsmail ve Nadir’in vücudundan çıkıyor olmasının bir rastlantı olmadığını görüyoruz. İsmail ve Nadir’in vücutlarından çıkan sarmaşık tüm gemiyi kaplarken Cenk, üstünde yüzlerce salyangozun olduğu güverteye çıkıyor. Burada gözyaşları içinde zafer dansını yapan Cenk kendisinden geçmiş bir halde bizleri karşılıyor. Salyangozların bu denli çok olması da göze çok çarpan bir unsur. Yapısı kadın cinsel organına benzerliğinden dolayı salyangoz tıpkı gemi gibi kadınlığı simgeliyor. Gemiye ve salyangozlara sahip olan Cenk iktidarının, erkek gücünün dayanağını bir kadına yaslamış oluyor. Film, Nadir, Cenk, İsmail ve Alper'in güvertede toplandığı sahnelerle son buluyor. Cenk elindeki çekiciyle kaptanın verdiği anahtarın yerini İsmail'e soruyor. Anlıyoruz ki güç için verilen iktidar savaşı sonsuza kadar devam edecek.

    Sarmaşık filmi; taşıdığı metaforlarla, karakterlerin psikolojik gelişimleriyle, iliklere kadar hissettirdiği gerilimiyle beni derinden etkileyen yapımlardan olmuştu. Yazım da umarım sizler için açıklayıcı ve keyif verici olmuştur. 
     
    Rinna nay rinna rinna nay! 


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.