Anadolu'da...Bir zamanlar?
'Manzaralar', 'doktor', 'muhtar', 'yani olmuyor', 'yol', 'bizde kuzu', 'yoğurt', 'Allı Turnam', 'Toros', 'Clark Gable', 'Anadolu'... Bu kavramlar, Bir Zamanlar Anadolu'da filmini nitelemek için yeterli etiketler olmalı. Nuri Bilge Ceylan'ın (NBC) manzaralara düşkünlüğünü bilenler bilir. Her filminde bizlere doğallığı sadece oyuncuların diyalogları, jest ve mimikleri ile değil; Anadolu'dan manzaralarla da destekler. Bu ilginç ve "düzlük" seven yönetmen için film belki bundan ibaret olabilir. Ancak izleyicileri için onun filmleri bir manzaradan daha fazlasıdır.
Film, Anadolu'da işlenmiş bir cinayetin zanlısı olan Kenan'ın; birkaç polis memuru, bir savcı ve doktordan oluşan heyet ile cesedi gömdüğü yeri arama sürecinde doktor ile savcının, gerçeği ve hakikati sorgulayan diyaloglarını konu edinir. Yönetmen koltuğunda Nuri Bilge CEYLAN'ın oturduğu "Bir Zamanlar Anadolu'da" filminin kadrosunda ise: Muhammet UZUNER (Doktor Cemal), Taner BİRSEL (Savcı Nusret), Yılmaz ERDOĞAN (Komiser Naci), Ercan KESAL (Muhtar), Fırat TANIŞ (Cinayet zanlısı Kenan) ve Ahmet Mümtaz TAYLAN (Arap Ali) rolüyle yer alıyor.
"Ben, düzlük seven bir yönetmenim." Bu sözler, Anadolu'nun herhangi bir köşesini âdeta mobeseden izler gibi bizlere aktaran Nuri Bilge Ceylan'a ait. Gerçekten de yapımlarında düzlüğü işleyen yönetmen, aynı zamanda taşra hayatını ve hayatın fark edemediğimiz zenginliklerini de ele alır. Yönetmenin 7. filminde de bu özellikler sıkça yer almaktadır.
Filmin senaryosuna şöyle bir göz attığımızda ufak bir detayı fark ederiz -belki aramızda buna dikkat etmemiş olanlar da vardır-. Filmin senaristlerinden ikisi Nuri Bilge Ceylan ve eşi Ebru Ceylan iken üçüncüsü, filmde karşımıza kuzu etinden başka et tanımaz muhtar olarak çıkan Ercan Kesal'dır. Ercan Kesal'ın diğer eserlerinde de zaman kavramı bir gün yahut birkaç saatten ibarettir. Dolayısıyla Çehov tarzı (durum) hikâyeye daha yatkındır. Bu da 'durumları' konu edinen Nuri Bilge'nin işine gelecektir. Ancak Kesal'ın senarist kadrosunda yer almasının sebebi bu değildir. Bu hikâye, 1980'lerin ortasından '90'ların başına kadar Ankara, Keskin, Bala ve köylerindeki sağlık ocaklarında doktorluk yapmış olan Ercan Kesal'ın, 1984 yılında Keskin'de kaleme aldığı "KESKİN" şiirine ve yine Keskin'de yer aldığı bir ceset arama olayına dayanmaktadır. ("KESKİN"şiirine ve film hakkında, Ercan Kesal ile yapılan röportaja buradan ulaşabilirsiniz.) Yani aslında, filmde Muhammet Uzuner'in hayat verdiği Doktor Cemal karakteri Ercan Kesal'dan başkası değildir.
(Ercan KESAL, Kırıkkale-Keskin'de görev yaparken)
Allı Turnam, Ne Gezersin Havada?
Müzik, bir yapımda duyguları izleyiciye, doğru bir şekilde aktarabilmek için kullanılır. Eğer müzik seçimi yanlış olursa seyircinin beklediği performans karşılanamaz. Hiç müzik kullanılmamışsa da ya film baştan savma yapılmıştır ya da ilmek ilmek işlenmiştir. İkinci şıkka, dört dalda Akademi Ödülü'ne layık görülmüş olan, Coen Biraderlerin aynı adlı romandan uyarlanmış "İhtiyarlara Yer Yok (2007)" filmini örnek verebiliriz. Bir başka örnek olarak da tabii ki Nuri Bilge Ceylan'ı gösterebiliriz. Film başlıyor, izliyorum, bitiriyorum, filmin etkisinden çıkmaya çalışıyorum ve çok sonra beni derinden etkileyen bu filmde herhangi bir müziğin yer almadığını fark ediyorum. O zaman bu yönetmen, bizleri müziksiz etkilemeyi nasıl başarabildi? İşte yazımın başında da değindiğim üzere bunu Nuri Bilge'nin başarılı bir fotoğrafçı ve sinematograf olmasına borçluyuz. Manzaralar, ışıklar, renkler, bulutlar vs. Burada yönetmen, izleyicilerine o kadar başarılı, içi dolu mekân tasvirleri yapmıştır ki onun filmlerinde müziğin eksikliğini fark etmemişizdir. Peki NBC hiç mi müzik kullanmamış? Tabii ki ara sıra ona da başvurmuştur. (bkz. Kış Uykusu - Luciano Michelini-Desolation)
"Bir Zamanlar Anadolu'da" eser miktarda Neşet Ertaş içerir. Filmde karşımıza '96 model Şahin'in teybinden rastgele çalarken çıkar. O an çalan parça ise manidardır. Bu parça, araştırma yaptıkları yöreye yani Keskin'e ait olan, Hacı Taşan'dan derlenmiş ve Neşet Ertaş'ın seslendirmekte olduğu "Allı Turnam" türküsüdür. Türküyü dinlerken kendimizi o arabanın arka koltuğunun ortasında oturan Kenan'ın yerine koyarız. O an tıpkı Kenan gibi mutsuz, bitkin, dayak yemiş, çaresiz ve sessizizdir. Bir de araçtaki Çorum Kaloriferi'nden ve yol sesinden olsa gerek, uykumuz gelir ve sıcaktan -kasvetli havanın da yardımıyla- mayışırız.
('Allı Turnam' sahnesine " target="_blank" rel="noopener">buradan ulaşabilirsiniz.)
"Bazıları Bunu Yemiyor, Bunun Koktuğunu Söylüyor"
Guzudan başka bi'şey yemeyen muhtara değinmezsek olmaz. Muhtarın yerel sorunları ve yerel insanları vardır. Onları evermiştir, bazı vaatlerde bulunmuş ve bazı vaatlerini de yerine getirememiştir. Misafirperver, samimi ve 'Ne, nerede, nasıl yenir?' veya 'nasıl yenmez?' gibi önem arz eden soruların cevaplarını da içinde barındırdığına göre muhtar artık, ununu elemiş ve kazığa takmıştır. Bir kez daha muhtar olmak istemediğini dile getirmesine rağmen çevresindeki insanların onu hâlâ muhtar olarak görmek istemesi gururunu okşamıştır. Hazır yüksek mevkîde birisi: savcı da gelmişken ondan alâkasız bir sorunu dile getirerek köyündekilere 'Benden çıktı artık, elimden geleni yaptım, daha n'apayım?' açıklamasının da altyapısını hazırlamıştır. Tabii ki bunu bilemeyiz. Ancak savcının kendisine açılan bir derde sessiz kalamayacağından mı yoksa orada misafir olduğu için yüzü tutmadığından mıdır bilinmez, muhtara yardım edileceğini söyler nitelikte başını sallar fakat filmin ilerleyen dakikalarında savcının uğraşacak daha önemli işleri olduğu için ilgilenmediğini görürüz.
('Muhtar' sahnesine " target="_blank" rel="noopener">buradan ulaşabilirsiniz.)
"Üniversitedeyken 'Clark Nusret' Derlerdi Bana, Bu Arada."
Savcı Nusret, ciddi ve otoriter olmasının yanında arada sırada şaka da yapabilen, Clark Gable görünüşlü, 40-45 yaşlarında bir devlet memurudur. Anadolu'da alışılagelmiş karanlık yüzlü 'savcı' profilinden pek farklı olmasa da ufak nüanslar söz konusudur. Kadınları tuhaf bulur. Cinayetleri veyahut da intiharları...
(Clark Gable)
Doktor Cemal ise soru sorulmazsa konuşmayan sessiz sakin bir adamdır. Yardım isteyene yardım eder, gereksiz ve boş muhabbetten küçük bir tebessüm yahut kafa sallama hareketi ile kaçınır. Pek güleç değildir, dolayısıyla da şakayla pek arası yoktur. Mutlu olduğu söylenemez. Kendini insanların arasından hem madden hem de manen soyutladığında, iç dünyasında sıkıntıları veya kaygıları olduğunu yüz ifadesinden çıkartabiliriz. Bunun yanında, odasında eski fotoğraflara bakarken geçmişini özlediğini veya aradığını da hissederiz.
(Bu fotoğrafta üç adet servis görünüyor. Üçüncü tabağın fotoğrafı çeken kişiye ait olması kuvvetle muhtemel. Fakat yine de üçüncü şahsın, doktorun, düşük bir ihtimal de olsa, çocuğu mu yoksa bir arkadaşı mı olduğunu bilemiyoruz.)
Bir Zamanlar Anadolu'da'da asıl dikkat çekilmesi gereken nokta cinayetin işlenmesi, cesedin aranması ve bulunması, cinayetin çözülmesi veya Kenan'ın akıbetinin ne olacağı değil; savcı ile doktor arasında geçen, izleyicinin zihninde güçlü soru işaretlerini ortaya çıkaran diyaloglardır. Muhabbetleri Arap ile Naci'nin arasında geçen 'havadan sudan işte' muhabbetinden farklıdır. Onlar -savcı ile doktor-, 'Manda yoğurdu kaymaklı mı olur kaymaksız mı?' veya 'Etin hangi çeşidi makbuldür, kokar mı kokmaz mı?' gibi cevaplanmasa da olacak olan sorularda değil de; daha çok bireylerin dış dünyada birbirleriyle olan çatışmaları üzerinde dururlar. Örneğin, başkasını cezalandırmak için intihar etmek savcıya ilginç ve anlamsız gelirken doktor, bütün intiharların bu amaca hizmet ettiğini dile getirir. Bu örnekten yola çıkarsak doktor her zaman, mesleğinin de bir gereği olan, gerçekçilikten yanadır. Ancak savcı, gerçekliğin gerekliliğini tartışır.
Velhasil kelam: bana göre bu film Anadolu'nun yalnızca 'Bir Zamanlar'ına değil, gelecek zamanına da dokunmuştur. Gerçek hayatta doğallığın fark edemediğimiz sihrini bu başyapıtla telafi etmiş bulunuyoruz.
Analiz ettiğim ilk film olan "Bir Zamanlar Anadolu'da"yı benden dinlediniz.
Zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim.
Yorum Bırakın