Meçhul bir zamanda, beklemek başlar; başını hatırlamadan, sonunu bilmeden. Hisler bin parça bulutta, kurak bir yaz mevsimi olur. Yine aylar geçer şubatın son gününe kadar, saatler işler, güneş uyur, uyanır. Beyaz örtüyle, nihavent bir ezan anında karşılanır yeni gün. Yeni ve zamansız bir gün. Anılar uykusundan doğrulur, aynalar yalnız kalır karanlıktan sonra. Pişmanlık, bir surete bürünür yine günün ilk ışıklarında. Not defterine bahar mevsimi yazmak varken fırtına kopar mürekkepte. Beyaz bir zeminde beyaz yazılar belirir. Düzyazıda, Tutulmalar vardır; doğa olayları, sosyal hayat, gündemden notlar, olasılıklar ve bekleyiş.
İçinde, yerli malı haftasında annesinin o malzeme kıtlığına rağmen yaptığı yemeği, sınıfta rağbet görmemiş bir çocuğun burukluğunu taşır bekleyişlerim. Her gündoğumunun ardından tazelenir, bakar etrafına. Kendisi bile bilmez aslında tam olarak neyi beklediğini. Okulu, bir işi, birisini, nur bahçesini, ölümü? O da anlayamaz ne olduğunu ama görevini yapar. Beklerken de hayal kurar. Arkadaşları onu eker, alacak verecek kavgalarına şahit olur. Ayrılıklar arasında boşluk görevi görür. Kimi zaman bir parkın bankına oturup arkasına yaslanır. Bir yıldız seçer, kendisine de çok benzeyen, solgun bir tanesini. Ona bakarken gözyaşları sigara dumanının arasında kaybolur. Sonra birkaç çizgi ve güzellikleri seçer anıları arasından. Anılarıyla hayattadır. Yeni olandan, olmamış olandan kaçar sürekli. Çünkü ne zaman bir çiçeği sulasa, bir kediyi beslese, bir müzik dinlese, bir güzel sevse gözünün önünde soluyor, yok oluyordu. O, diğer meslektaşlarından farklı olarak geçmişi bekliyordu, hatta koruyordu. Bekleyişim kendini harcayıp şimdiyi unuturken ben de onu bekliyorum karşısındaki bankta. O mutsuz çehresine göz atıyorum. Karlı havada yarım saat otobüs bekler gibi üşüyorum ona bakarken. En son böyle kasım dokuzu gösterdiğinde üşümüştüm.
Arada derede kalan anıları defterime yazarım ben de o gökyüzüne bakarken. Bir tutulmayı betimlerim mesela; çocuk cıvıltısını, paslı bir merdiven korkuluğunu veya güzel bir sureti. Bunlardan zaman kaldığında zihnimdeki fotoğraf albümüne günce tutarım biraz da. Son sözleri, son resimleri, son gülümsemeyi, son buruk bakışı yeni bir sayfaya eklerim. Kulağımda tehditkâr ezgileri tüketirken, dünyayı gezerim mahallenin ara sokaklarında. Sakıncalı sakıncasız insanlarla tanışırım. Anı defterime yeni pişmanlıklar, yeni hayretler kaydederim. Kelebek mezarlığına giderim hafta sonları. Orada kiminin umudu, kiminin heyecanı gömülüdür. Orası gerçek ölülerin değil, ölümü bilmeden yitirilmişlerin yeridir. Henüz mezarlığa ait olmayan günlere doğru yol alırken huzursuzluk çıkartırım. O zamana kadar yalnızca gündüzleri rastladığım ama gece vakti ilk kez gördüğüm bir yüze, hasretle baktığım geceye giderim. O günkü beni ve benden başka orada bulunan diğer insanları, kedileri, güvenlik kameralarını, yuvasında sokağı izleyen kuşları kıskanırım. Müdahale edemediğim için çırpınmaktan bitkin düşer uyuyakalırım karşı kaldırımda. Gecenin hüznü yorgun saçlarıma çöker, başım ağırlaşır. Sabah olduğunda bir hurdacı nidası ile sırt ağrısı karışık uyanırım. Dün geceden kalma mutsuzlukla etrafıma bakarım. Gözyaşlarımla beraber bir otobüse binip bekleyişimi beklediğim banka gelirim nihayet. Onu orada son bıraktığımdaki gibi gökyüzüne boş boş bakarken bulamam, gidebileceği her yeri ararım. Acaba bekleyişim sona mı erdi diye düşünürken onu yatağında yorgun uyurken bulur, rüyasız geçen uykusunda biraz seyreder, sonra da uyandırırım. Yine gözlerini ovarak uyanıp, saçı başı dağılmış, etrafına bakınır. Onun zamansız bir aceleyle yüzünü yıkayışını seyrederken, bir şubat sabahında uyuyakalırım.
"Ayrılık seslendiğinde vakitlere, saat kışı vurmuş olurdu. Kışlar sessiz ve soğuktu. Aralara kar mesafeleri girer, tipi bütün ruhları sürerdi."
reis girayhan uysal
21.01.2022
Yorum Bırakın