Kadın Kokusu: Yaşamın Ve Canlılığın Engel Tanımaz Öyküsü

Kadın Kokusu: Yaşamın Ve Canlılığın Engel Tanımaz Öyküsü
  • 6
    0
    0
    0
  •  

     

    What life?! I got no life! I'm in the dark here, you understand! I'm in the dark!

     

    Bir sabah uyandığınızda, yıllardır bedeninizi rahatça taşıyan bacaklarınızın işlevsiz kılındığını ya da görme yetinizi tamamen kaybettiğinizi ve daha sonraki hayatınızı bu şekilde devam ettireceğinizi düşünün. Basit gündelik işlerinizi yapamadığınızı, yataktan kalkarken dâhi birisine ihtiyacınızın olduğunu, tuvalete ve banyoya rahatça giremediğinizi, işe gidemediğinizi, doğanın tadını çıkaramadığınızı, çevrenizdeki insanlar ellerindeki imkanların değerini anlamayıp hayatın tadını almaktan bihaber yaşarken üstelik de yaşamdan sürekli şikâyet ederken sizin bir değneğe ya da tekerlekli sandalyeye mahkûm olduğunuzu, dünya denilen girdapta bu durumun beterine düşmeyi hak eden binlerce, milyonlarca insan varken engellerin sizin başınıza neden geldiğini ve bunu bir türlü kavrayamadığınızı düşünün. Bütün bunları yaşamak yetmezmiş gibi gözlerinizin ya da bacaklarınızın aksine tıkır tıkır çalışan kafanızın her gece uykuya geçmeden önce olanları düşünüp sizi ister istemez puslu gözlere sürüklediğini düşünün. Bozulan psikolojinizi, gerçek manada hiç kimsenin size yardım edemeyişini, çaresizliği düşünün. Satırları şöyle gelişigüzel okuyup hissetmeniz gerekenleri es geçmeyin. Biraz duraksayıp oturaklı bir şekilde düşünün ve hissedin. İşte, Tanrı vergisidir; beynimizin sonsuz tasavvur gücüyle bütün bu söylediklerimi duraksamadan, henüz daha okurken düşünebiliyorsunuz. Peki bu düşünceleri gerçekten yaşamak? İşin aslını dolu dolu hissetmek? İşte bunlar, hiçbir hayal gücünün yanına yaklaşamayacağı kötülükte olanlardır.

     

    Bir kayba uğramadan elindekinin değerini bilmeyen bizlere, az önceki satırlarımı yazarken bir nebze de olsa yaşatmak istediğim duyguları vakti zamanında izlediğim bir sinema filmi sayesinde iliklerime kadar yaşayıp hissetmiştim. Beni empati duygusunun en ortasına bırakan, merkezine aldığı konuyla birlikte merkezdeki konuyu destekleyen yan konuyu da kusursuz bir şekilde işleyen, bunun yanında sinema tarihine adını altın harflerle yazdıran Al Pacino’ya Oscar ödüllerinde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü de getiren bu film: Scent of a Woman (Kadın Kokusu). Neredeyse her sahnesinde bir engelin insan hayatına etkisini çarpıcı şekilde gösteren filmimizde, Al Pacino’nun hayat verdiği asker emeklisi olan Frank Slade, yaşadığı fiziksel zorlukların yanında ruhsal olarak da engelli olmanın insanı itebileceği noktaları, sanatının zirve performanslarından birini sergileyerek duygu yüklü bir şekilde izleyiciye gösteriyor. Mesleğinde geçirdiği bir kaza sonucu kör olan Frank’in bizlere yaşattığı bu uç duyguları, Frank ile ona bir hafta sonu yardımcı olacak lise öğrencisi Charlie Simms arasında kısa sürede gelişen dostluğun kimi zaman eğlenceli, kimi zaman gergin, aynı zamanda sadakat ve fedakârlık içeren gelişimiyle birlikte görüyoruz.

     

    Uzun süredir hayata ve topluma gözlerini kapatan Frank, yaşadığı yalnız hayatın doğal bir getirisi olarak film boyunca sürekli sinirli, mutsuz ve umutsuz bir ruh hâli içerisinde karşılıyor bizleri. Ailesi tarafından kör olmadan önce de kötü ve aksi bir adam olarak görülmesi onu hayatı boyunca yıpratılmış birisi olduğunu fark ettiriyor. Bizler de dakikalar ilerledikçe anlıyoruz ki Frank; sahteciliğe gelemeyen yapısı, doğruculuğu ve adaleti savunmasından dolayı hayatı boyunca yalnız kalmış. Hislerini her şeyin önünde tutan ve dobralığını bir an bırakmayan kahramanımız, insanları korkusuzca eleştirebildiği için insanlar tarafından hep kaba birisi olarak görülüp uzak kalınmış. Belki de bu yüzden yaşadığı zamana asla ayak uyduramamış, sahte hislerin ve yalan duyguların insanı olamadığı için istemli bir şekilde maddiyatın her şeyi ele geçirdiği sisteme gözlerini kapamıştır. Baktığı zaman göremediği samimiyeti, hissedemediği aşkları, beyhude sözleri ve sahte bakışları bir daha hiç görmek istememiştir. Ancak tüm bu kötülüğe rağmen gözlerinin kör hislerinin capcanlı olmasından dolayıdır ki Frank; duygularını yaşamayı ve hissettirmeyi en iyi bilen kişi olarak bizlere hayatın bütün olumsuzluklara, aksiliklere, ihanetlere, vefasızlıklara rağmen yaşamaya değer bir yer olduğunu da gösteriyor. Canlılığın ve hayatın da görülenden ötede, hissedilen bir yerde olduğunu öğretiyor.

     

    Hayat tecrübesi az olmasına ve hayatın gerçek, kötü yönlerini henüz tatmamış olmamasına rağmen Charlie, Frank’in gerçek hislerini görebilen yegâne kişi olarak karşımıza çıkıyor. Charlie, başarılı eğitim hayatını devam ettirmek için paraya ihtiyacı olan dürüst, güvenilir, mülayim bir genç. Hayat karşısında pek bir deneyimi olmaması kurallara sıkı sıkıya bağlılığını ve etik, saygın hareketlerini de besler. Bu sebeple okul panosunda iş ilanını görüp de Frank’in yanına gittiği andan itibaren Frank’in bütün huysuzluklarına rağmen ona saygısızlık yapmaz. Frank ise tanıştıkları ilk andan itibaren mesleğinden gelen otoritesini ve aksiliği ile huysuzluğunu Charlie’nin üstüne nüfuz eder. Dolayısıyla planlananda rahat bir hafta sonu işi olarak gözüken bu refakatçilik, Charlie için ilk dakikadan itibaren beklediğinden zor geçer. Üstüne Frank’in fevriliği tutar ve Charlie hesapsız ve habersiz bir şekilde bir anda kendisini New York uçağında bulur. Kendi monoton hayatı için fazla maceraperest ve farklılıklar barındıran bir deneyim sürecinde Frank’in otoritesine hiçbir şekilde karşı gelemez. New York’a indiklerinde lüks bir otelde konaklayan ikilimiz iyi yemekler yer, iyi araçlar kullanır. Aslında Frank için tüm bu lüks harcamalar hiç sevilmediği, ait olamadığı hayata bir veda hazırlığıdır. Elinde, yalnız yaşadığı duygularından başka bir şey kalmayan Frank’i intihardan vazgeçiren ve hayata bağlayan da iyi niyetli gencimiz Charlie olur. Frank için çok önemli değerler olan adalete, iyiliğe, dostluğa, erdeme bağlı olan genç Charlie bu yapısıyla Frank’in dışlanmış benliğini ve ruhunu tekrardan keşfetmesini sağlar. Frank’in çekilmez yapısına ilk defa o intihara kalkıştığında karşı gelir. Böylelikle Frank de hayata veda etmek yerine kalmayı, hayata sıkıca bağlanıp bir adım daha atmayı tercih eder. 

     

    Frank ve Charlie arasında gelişen ve birbirlerini eğittikleri ve geliştirdikleri New York maceralarını filmin konusu olarak ele aldığımızda filmin yan konusu olarak da Charlie’nin refakatçilik işini almadan önce okulda arkadaşlarının yaptığı bir disiplinsizlik suçunun kendi üstüne kalmasını ve diğer arkadaşları gibi kendisini savunacak güçlü bir babası ya da herhangi bir erki olmayan Charlie’nin okulda yargılanmasını ele alabiliriz. Okuldan atıldığı an hayata dair planları suya düşecek olan Charlie’yi okul yönetimi önünde savunan kişi tabii ki dostu Frank olacaktır. New York tatillerinin dönüşünde olan bu yargılanma süreci ile eğitimdeki fırsat eşitsizlikleri, paranın her şeyi satın alması, güçlü olanın daima haklı olması gibi modern dünyanın getirisi olan dibi adaletsizlik kokan konular alenen eleştirilir. Bir ömür kendisini yalnızlığa iten bu sebeplerle; sahtelikle, yandaşlıkla, çıkarcılıkla savaşma imkanını bularak dostunu koruyup kollayan Frank, yargılama bittikten sonra okulun bahçesinde damarlarında gururun tatmin edici hissini yaşayarak yürürken içerideki konuşmasından etkilenen bir kadın yanına gelir ve sohbete başlarlar. Kadının boynundan ve saçlarından hayatın canlılığı ve doluluğunu simgeleyen koku havaya doğru ince ince süzülürken kadının kokusunu içine çeken ve onunla geleceğe dair planlar içeren bir konuşma yapan Frank oradan mutlu bir şekilde ayrılır. Kim bilir, belki bundan sonraki bütün adımlarını mutluluk için atacaktır.

     

    Frank'in ve en az onun kadar güçlü bir savaşçı olan annemin güzel hatrına kaleme alınmıştır.

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.