Bir çift göz uğruna savaşmak değildi Lilian’ın sesi hatta burka giyer yoluna bakardı. Yaşamak değil miydi tekdüze, bu yokuş aşağı düzende nefes alıp karnını doyururdu en fazla; sonrasında günler geçerdi ancak nasıl geçerdi? Aldığı her nefesin hesabı sorularak mı giydiği pembenin renginden korkarak mı? Etten kemikten korkup burka ardına itilen, peçeler arkasına gizlenen kadının gücü öylesine korku salmış ki bir sabah uyandığında Lilian babası olmadan dışarıya çıkamaz olmuş, üniversitesine girişi yasaklanmış, taktığı beyaz örtüsü, takanı canından eden bir yılan misali zehir saçmaya başlamış.
Küçük akıllar silahlanmaya başlayınca savaştığı tek şey doğruluk olur çünkü doğru olandan şaşmayanı şaşırtırsanız temeliniz sağlamlaşır; düşünce özgürlüğüne kilit vurursanız küçük akıllarınızla attığınız bu temelde kat çıkarsınız. Kat çıkmanın ve bu inşayı tamamlamanın son noktasıysa el koyulan özgürlüktür. Özgürlüğe koyulan el cana kasıttır, insana zulüm, kadın olana ise geçmişten beri dikilmiş kaftan. İkincilleştirilen bu cinsiyete karşı olan korkunun mantıklı bir yoldan cevaplandırılması oldukça zordur. Tıp fakültesinde okurken psikoloji bölümünde çift anadal yapan Lilian özgürlüğü son yirmi yıldır geliştirdikçe geliştirmeye çalıştırdıkları ülkesinde öncü bir kadın aktivistti ancak gelin görün ki dışarıya çıkabilmesi için yanında ya babası ya da ona refakat edecek bir eş bir erkek birey bulundurması şarttı. Üstelik şartlar bununla da bitmiyordu. Burkası olmadan Lilian bir hiçti. Dinler belli kurallar çerçevesinde oluşturulan, halkın düzeni ve refahı için konumlandırılan sosyo-kültürel bir sistemdir. Sanıyorum ki herkesin kendine ait bir inancı belirlediği bir yaratıcısı vardır; olmasa dahi bu bir insanı ötekileştirip ona saygı duymamak için bir sebep barındırmaz. Lilian da dinini benimseyen, doğru bildiği gerçekleri savunup insan haklarını koruyan biriyken bugün erkek birey olmadan ve iki metre kumaş olmadan bir hiç. Evet, duydunuz kumaş parçasının bile bir konumu, bir görevi varken kadın olan için tek bir sempatizan yok. Lilian’a ve Lilianlara karşı öylesine bir ürkeklik mevcut ki karalar ardına zorla yerleştirilen bu kadınlara gökyüzü ulaşılmaz.
Sebebi neydi ki acaba tüm bu korkaklığın? Büyük bir koruma içgüdüsüne mi sahipti bu erkek bireyler de yolda tek başına yürüyen bir kadının canından tereddüt ediyorlar yoksa koruma içgüdüsü bahane özgürleşen zihniyetleri nefislerinden uzak tutma çabası mıdır? Kendi uçkuruna sahip çıkamayan bu zavallı insan artıkları korktukları özgür düşünce ve zihin yapısına kilit vurma çabasındadır. Yunus Emre der ki “Gelin tanış olalım, işin kolayın tutalım/Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz.” Ardından ekliyor Lilian, ne ben ne annem Tanrı’nın dinini sizlerle öğrenmedik, öğrenmeyeceğiz. Bizler onun istek ve taleplerini onun rızası ve onun koşulu ile yaparız. Bizler ki bu topraklara kolay kolay gelip yer sahibi, meclis sahibi olmadık. İnsan olma yolunda adım adım ilerlerken ihtiyaç duyduğum şey babamın madden varlığı değil manen desteğidir. Kadından korkun, evet korkun çünkü o ağlaşmış sıska zihniyetlerinizle savaşmaktan bir saniye bile vazgeçmeyecek. Ayağıma giydiğim topuklu ayakkabının sesi seni korkutuyorsa kork! Ondan da kork çünkü bu ses durmayacağımızın ve hep yol alacağımızın sesidir. Kanıksamak zorundasınız. Öylesine korkak bir hale bürünmüşsünüz ki doyuramadığınız nefsiniz tabelalardaki kadın posterlerinden korkuyor.
Cansız bir fotoğraf bile bu kadar ürkütüyorsa sizleri; karşınızda dimdik duran bu bedenden korkun. Ant olsun ki dünya var oldukça kadınlar var olacaktır!
Yorum Bırakın