Bir zamanlar Anadolu’da...
Nuri Bilge Ceylan’ın yönetmen koltuğuna oturduğu filmi, 2010 senesinde Kırıkkale’nin Keskin ilçesinde çekilmiştir...
‘’Keskin’’ bu filmdeki en kritik detaylardan biri olabilir. Çünkü filmin oyuncularından ve aynı zamanda senaristlerinden olan usta oyuncu Ercan Kesal ve Keskin arasında bağlantılar vardır.
Film, 12 saatlik bir cinayet araştırmasını konu alır. Filmi ele alırken 3 ana başlıkta incelemeyi düşünüyorum:
1- Kasaba Bürokrasisi. (Yönetmenin kendi deyimiyle)
2- Muhtar'ın evi. (Ercan Kesal’ın harika performansı.)
3-Finale doğru.
1-Kasaba Bürokrasisi
Kısaca yönetmenin bu tabiri ile anlatmak istediği büyük egoların küçük dünyalarındaki krallıklarıdır.
Bu saatler süren yorucu ve sabır sınırlarını zorlayan cinayet araştırmasında, elbette, kasabının bürokratları başroldedir. Filmde hiyerarşik düzen zekice işlenmiştir. Kendisi de bir taşrada büyüyen yönetmen, kasabanın hiyerarşik düzenini, egoların çatışmalarını ve rütbelerin önemini birebir gözlemleme fırsatı bulmuş, filminde ince detaylar halinde yansıtmıştır. Bu ast-üst çatışması öyle boyutlardadır ki, en aşağı konumdaki şoförlerin dahi çekişmeleri vardır. İlk dakikalarda polis amiri ile Ankara’dan gelen kibirli soğuk ve nobran savcı arasında bir çatışmaya rastlarız...
İkinci bir ast üst çatışması ise ‘’manda yoğurdu’’ sahnesindedir. Bu oldukça sıradan ve hayatın içinden olan sahnede ise, polis amiri kendi memuruna tepeden bakar ve görüşlerine değer vermez. Çünkü kendi konumu, amiri olduğu memurdan daha yukarıdadır ve her şeyi en iyi o bilir! Filmin ikinci perdesine doğru gidilirken yolda da bu hiyerarşik çatışmalara bol bol şahit oluruz.
2-Muhtar’ın Evi
Gece boyu süren aramalar gerilen sinirler ve yorgunluktan sonra savcı, şoförüne en yakındaki köyün muhtarına haber salmasını emreder. Daha sonra köye gidilir. Burada köyün muhtarının evdekilere hazırlattığı köy sofrasında yemekler yenilmeye başlar. Klasik bir ‘’köylü kurnazı’’ tiplemesi olan muhtar savcıyı görür görmez, nefes almasına izin vermeden, köyün sorunlarından bahsetmeye başlar fakat; savcı dinliyor gibi görünüp, onu aldırmamaya ve yemek yemeye devam eder. Derdi bir an önce bu işlerin bitmesi ve sabahın ilk ışıklarıyla Ankara’ya dönüp dinlenmektir. Peki bunu nereden biliyoruz? Kurnaz muhtar köyün sorunlarının hemen ardından kendi ailesinden ve çocuklarından bahseder. Bir oğlu da Çanakkale Yenice’de polis memurluğu yapmaktadır. (Yönetmen filmlerinde bol bol kendi taşrasına göndermeler yapmaktadır. Hatta sırf Yenice ilçesinde çektiği ‘’Ahlat Ağacı’’ filmini de ayrıca yazabilirim.)Bunca ‘’gereksiz’ ’bilgiden sonra savcı birden dönüp ‘’Senin oğlan var mı?’’ diye sorar. Başından beri pek dinlemediğini ve köylüden sıkıldığını buradan anlarız. Ardından aniden elektriğin kesilmesiyle yemek sahnesi bitmek üzeredir.
Filmin temasında odak değiştiren ve zihinleri duraksatan bir sahne vardır ki, o da muhtarın küçük kızının çay tepsisiyle içeri girmesidir. O köyden hiç tahmin edilemeyecek bir güzelliğin çıkması ve gaz lambasının yüzüne alttan vuran ışığıyla güzelliği iyice pekişen kızın yarattığı şaşkınlık ve sarhoşluk, bir anda odağın değişmesine neden olur. Sabaha doğru köyden mecburen ayrılırlar. Arabada herkes sus pustur. Akıllarda tek bir soru ve suret vardır. Böyle kurnaz ve üçkağıtçı muhtarın nasıl bu kadar güzel bir kızı olabilmektedir? sanki bir gece öncesi hiç yaşanmamış gibi herkesin aklında muhtarın küçük kızı vardır...Fonda çalan anonim türkü ve bozkırın bitmeyen yağmurları eşliğinde bu sahne, bir şölene dönüşür...
3-Finale Doğru
Finale doğru herkes yavaş yavaş günlük hayatına dönmeye başlar. Amir, doktora ilaç yazdırmaya, doktor alışamadığı kasaba yaşamına döner. Savcı ise doktorun odasına girer ve filmin başından bu yana adeta günah çıkarırcasına bahsettiği kadından yeniden bahseder. Sıkça bir arkadaşının eşi olduğundan bahsetse de bu konuda 2 teorim bulunmaktadır. İlki ve akla en kolay geleni aslında bu kadının savcının eşi olduğudur. Bir diğer daha mantıklı senaryoda ise bu kadın gerçekten bir arkadaşının eşidir ve savcı ona derin bir aşk beslemektedir. Odadan ayrılırken ‘’karım...’’ diye söze başlar... Ama daha sonra gelmekte olan itirafı yapmaktan vazgeçer. Ardından otopsi odasına geçerler. Film otopsi sahnesi ile biter.
BONUS:
1- Dereye düşen elmalar
Elma, daha doğrusu, Âdem ile Havva’dan bu yana ‘’meyve’’; birçok masalda, mitolojide, dinlerde büyük bir metafor bir semboldür. Temsil ettiği gerçek ise ‘’yasak’’dır. Dere’ye ağaçtan koparılan 3 elma düşer ve öylece süzülürler...
2-’’İlk taşı günahsız olanınız atsın’’
İsa zamanında zina eden bir kadının huzuruna getirilmesiyle gelişen olayda söylediği ünlü bir sözüdür. İncil'de de geçmektedir. Katilinin arabayla hastaneye getirildiği sahnenin devamında, öfkeli kalabalıkta bir taş, katilin kafasına isabet eder. Taşı atan, katilin öldürdüğü adamın oğludur...
3- Cesetin kıyafetleri
Cesetin bulunduğu yerden çıkarılınca göze çarpan en büyük detay kıyafetleridir. Üzerinde uzun çizgili turuncu bir gömlek, tulum tarzı pantolon ve açık kahverengi kundura ayakkabılar vardır. Filmde pek bahsi geçmese de maktul pek de iyi bir insan değildir. Tam burada kıyafet betimlemeleri ve cahil, barbar, kaba görünümü akıllara Şahan Gökbakar’ın yarattığı ‘’Recep İvedik’’ karakterini akıllara getirir. Bu detay şaşırtıcı olsa da bir yandan da öyle olmadığını idda etmek de pek mümkündür. Çünkü filmin görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki önemli bir isimdir ve Gökbakar kardeşler ile de çalışmaktadır...
11 Mayıs 2021
Fahrettin Salih ŞENTÜRK
Antalya
Çok güzel bir yazı olmuş, emeğinize sağlık. Bir Zamanlar Anadolu'da filminin üzerine konuşulacak görünenin ve sunulanın ötesinde çok şey var, zira kendisi de filmlerinde seyircilerden bir şeyler beklediğini vurguluyor Nuri Bilge Ceylan.