Filmler hayatın aynasıdır. Dünya ve ülkemiz sinemasını incelediğimizde, özellikle ‘’Yeşilçam’’ kuşağını ele aldığımızda ‘’fakir ama mutlu’’, ‘’varlıklı ama huzursuz’’ tiplere rastlarız. Sebebi nedir?
Fakir ama mutlu tip yüreğinde arzu ile yaşar. Yarına uyanmaya bir bahanesi vardır. Düzelteceği onca eksiği, atlatması gereken koca bir kara kış ve bakmakla yükümlü olduğu bir ailesi vardır. Tüm bunlar için her gün çabalar da çabalar. Bir neticeye ulaşma garantisine sahip değilken dahi çabalar. Onu ayakta tutan çabaları, hayatla olan çatışmasıdır. Zengin ama huzursuz tipi ele aldığımızda ise her şeye sahip olan hiçbir şey için çaba göstermek zahmetiyle uğraşmadan gününü gün ederek yaşamakta olduğunu görebiliriz. Hayatla herhangi bir çatışması sahip olma arzusuyla yanıp tutuştuğu bir değeri olmadığı için ‘’boş bir ceviz tanesi gibi’’ yuvarlanır da durur. Bu durumu bir nevi ‘’Tanrı Sendromu’’ olarak da adlandırabilirim.
Bu iki tipi yeterli düzeyde incelediğimize göre nasıl bir neticeye varabiliriz?
Aslında her yazının belirgin bir neticesi olmayabilir. Kimi yazılar görünmez bir soru işaretiyle kimi coşkun duygularla son bulabilir ama illa ki bu yazıyı bir final ile taçlandırmak gerekirse:
İnsanı ayakta tutan ve onun yaşadığını hissettiren olgular, mücadeledir. Mücadelesi biten yapacak hiçbir şeyi kalmayan ancak ‘’Tanrı’’dır.
Yorum Bırakın