Novellanın Can Verdiği Mazi

Novellanın Can Verdiği Mazi
  • 0
    0
    0
    0
  • 16.11.2020

    Az önce çok güzel bir novella okudum. Novellanın bende bıraktığı esin ile, yazmakta olduğum bir şiiri, Zone'yi, anımsadım. Zone, sevgili Zonguldak için yazdığım, şiirimde yaklaşık 1 aydır tıkanmıştım ve defalarca yazıp sildiğim o şiirimin devamını bir türlü getiremiyordum. Bu novella, bende retrospektif görüntüleri ve sonrasında, imdadıma yetişircesine, o saklı anıları canlandırdı.

    Neredeyse unutmuş olduğum, anılar defterimin tozlu sayfalarında açılacağı günü kaygısızca bekleyen o hatıralar zihnime yeniden uğramıştı. Şiirimde Zonguldak betimlemelerim ve hatırsızlığımdan dem vuruşumun yanında Zonguldak'taki yaşanmışlığımdan da bahsetmem gerekiyordu belki de. Nitekim 2 yıl, kısa bir zaman gibi görünse de, en az 15 yılı aşkın yaşadığım ve doğduğum kent olan İzmir kadar dolu ve sahicidir nazarımda.

    Ne var ki Zonguldak'taki 2 yıllık yaşanmışlığım da oldukça sınırlıydı. Belirgin bir ailevi geçim sıkıntısı ve yaşımın küçüklüğü nedeniyle kenti etraflıca gezme fırsatım olmadı. Bayramlarda ve kışın trenle köye, Yenice'ye, bazen alışveriş için çarşıya, bazen de daha az sıklıkla Fener'e giderdik. Onun dışında amcamlar hafta sonları babaannemin evine geldiklerinde bazen, anne ve babamdan izin isteyip, gece eve dönerlerken onlarla beraber Kozlu, Fatih Sitesi'ndeki evlerine giderdim. Kuzenimle vakit geçirmeyi çok seviyordum çünkü. Hemen her gün okuldan servisle eve gelip ödevimi yaptıktan sonra sokağa top oynamaya çıktığımda bir sürü arkadaş bulsam da hiç yakın arkadaşım yoktu ve kuzenimi yakın arkadaş gibi görmek beni huzurlu hissettiriyordu.

    Kuzenim oldukça sessiz sakin, en azından o zamanlar, asosyal bir çocuktu. Ama o zamanlar oldukça meraklı bir çocuk olan ben peşisıra sorular sordukça, kuzeni olduğum için midir bilmiyorum, sorularımı yanıtlayıp beni bilgilendirmekten çekinmezdi. Bu özelliği beni, çocuk yaşlarımda, diğer kuzenlerime nazaran kendime çekmiştir. Kaldı ki diğer kuzenlerimi de ya pek görmüyordum ya da onlar akranım olabilecek yaşta değillerdi.

    O yıllarda, aynı zamanda, bir ilkokul öğrencisiydim ve Zonguldak'ın en iyi okullarından biri olarak görülen Yayla İ.Ö.O.'ya gidiyordum. Bugün eğer görece başarılı bir öğrenci isem o, bu okul sayesindedir. Bu bakımdan Yayla'nın yeri bende pek ayrıdır; belki de Yayla, ben pek farkında olmasam da, Zonguldak'a hissettiğim bağlılığı artıran bir unsur. İki öğretim yılımı geçirdiğim okulda yaşadığım günleri, epey soluklaşmış olsa da, anımsıyorum. Oldukça disiplinli bir sınıf öğretmenim vardı, sınıf arkadaşlarımın arasında da başarılı öğrenciler epey fazlaydı. Ben ise, genellikle, ''orta şeker'' denilebilecek seviyeydim.

    Sınıf dersleri dışında bazı beden derslerimizde, genelde dersi okul bahçesinde yapmakla birlikte, ve milli bayramlarda sınıfça, okulun hemen aşağısındaki, stadyuma giderdik. Yanlış anımsamıyorsam 19 Mayıs 2009'da, herkesin elinde bayrak olmasına rağmen ben elimde Türk bayraklı balonla, evet balonla, stadyumdan il valilik binasına değin yürümüştüm -ah, hatırladıkça gülüyorum. Bazen de okulun hemen aşağısındaki kapalı basketbol salonuna ve kent tiyatrolarına/ sinemalarına giderdik. ''Dersimiz Atatürk'' filmini ve ''Hansel ve Gretel'' tiyatrosunu izlediğimi çok iyi anımsıyorum; bir tane daha olacaktı ama ne yazık ki onu anımsamıyorum zira Yayla'nın, bir okul için oldukça büyük olduğunu düşündüğüm, tiyatro salonunda da, adlarını anımsamamakla birlikte, gerçekten çokça tiyatro izlediğimi biliyorum ve dolayısıyla hepsini aklımda tutamıyorum. Bunların dışında da, neyse ki elimde CD kaydı da bulunan, Ankara gezim var. Başta I. ve II. TBMM'ler -üçüncü yani şu anki TBMM'yi de gezecektik fakat bir gerekçe ile geri çevrilmiştik- ve Anıtkabir olmak üzere Ankara'nın çeşitli destinasyonlarını gezme fırsatı bulmuştuk. Saat sabaha karşı 4'te başladığımız yolculuk, gece 2'de Zonguldak'ta sonlanmıştı. Cep telefonum olmadığı için öğretmenimin telefonundan aramıştım amcamı; ah ah. Zor ama samimi zamanlardı diye düşünüyorum. Şu satırları yazarken ne kadar rahatladığımı bilemezsiniz.

    Sınıf arkadaşlarımdan hiç bahsetmemek ne büyük bir küstahlık olurdu! Bazılarının adlarını gayet iyi anısmıyorum: Emre, İlke, Andıç, Berke Deniz, Sena, Ebrar, Halit, Muhammet, Yaren. Yaklaşık 30 öğrenciden 9'unu anımsadım; eh, bu da kafi. En samimi olduğum arkadaşım Emre'ydi. Bir tek onun numarasını babamın telefonuna kaydetmiştim; hastalanıp okula gidemediğimde ödevlerimi öğrenmek için aramam icap ediyordu. Onun dışında, neden bilmem ama, şans eseri belki birkaç kez aileyle denize gitmek için Kapuz plajına inerken geçtiğimiz Yeşil Mahalle'de (oturduğu yerdi) sokakta oyun oynarken karşılaşmıştım; birbirimizin evine gitmek, çarşıya gezmeye gitmek gibi şeyler, galiba, aklımıza gelmemişti. Gerçi evi de biraz uzaktı ve yaşımız da küçük olduğu için herhalde ailelerimiz yalnız başlarımıza bizi göndermek istemedi. Belki de bu görüşememezlikten dolayı bağlarımız koptu ve şuan ne ben onu biliyorum, ne de o beni biliyor. Facebook hesabı açtığımda, onun olduğunu düşündüğüm hesaba -hesabın profil fotoğrafında Trabzonspor vardı ve Emre de Trabzonluydu- çok kez mesaj yazdım ama geri dönüşte bulunmadı. Sevdiğim bir arkadaşımı kaybettiğim için üzülmüştüm ki ben 1. sınıftan edindiğim bazı arkadaşlarımla hala görüşen biriyim. Emre'nin haricinde Halit'le ve İlke'yle biraz sohbet etmiştim ama ikisiyle de çok bir bağım olmadığı için sohbetler kısa bir süre sonra kesildi. Halit ve İlke'ye, arkadaşlıktan yana hiç şansım olmadığımı gösterdikleri için çok teşekkürler.

    Son olarak 5. sınıfın başlarında, 4 Ekim 2010 akşamı Zonguldak'tan İzmir'e taşındık. O gün Yayla'dan ayrılırken gerçekten çok üzülmüştüm. Önce sınıf arkadaşlarımla sarılıp vedalaşmıştım ama hiçbirinin duygusal ifadesini hatırlamıyorum. Sınıf öğretmenim olan İsmail hocamın üzüldüğünü ise hatırlıyorum. Okuldan ayrıldıktan sonra Facebook'tan kendisiyle kısa da olsa sohbetler ettiğim de olmuştu, hatta benim 2014 yılında Çiğli Fen Lisesi'ni kazandığımı paylaştığım gönderimi de beğenmişti -yanlış hatırlamıyorsam. Ama ondan sonra hiç görüşmedik. Oysa ki ben hala, hemen her yaz Zonguldak'a gitmekteyim.

    Peki daha ne anlatabilirim? Zonguldak'ta yaşamış ve oralı biri olarak Zonguldak'ın merkez civarı dışında hiçbir yeri doğru dürüst gezemediğimi mi (bunun eksikliğini özellikle şu salgın döneminde ne kadar ağır hissettiğimi mi), o dönem ailecek çektiğimiz geçim sıkıntılarını mı? Melodramatik kaçmaması için bu kısımlardan bahsetmekten imtina ediyorum. Yazımda olumlu şeylerden bahsetmeye çalıştım. Bir novelladan yola çıkarak Zonguldak'ta geçirdiğim günleri, bol betimlemeli bir öykü tadında okurlarla paylaşmak istedim. Elbette hepsi bu kadar değil ama benim hatırladığım kadarı bu. Arzum ise, bunlar gibi yeni anılar biriktirip, zenginleştirilmiş anılarla bu yazının mislini yazabilecek malzemeye sahip olmak. Bunu bir memleket, kimlik ve her şeyden önemlisi aidiyet görevi olarak görüyorum.

    Formalite icabı yazıyı burada, bir şiirimden kesitle, bitiriyorum, vakti geldiğinde yazıma yeniden döneceğim.

    ''Nasıl bir esin ki mevcuttur her vakit
    Bir devinim ki kabil hep seni yazmak
                           seni yaşamak
                           seni özlemek.''

    Özlem ve sevgiyle (ve daha dile getiremediğim pek çok güzel duygularla). 

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.