06.11.2021
Geçen hafta, gitmeyi çok istediğim fakat bir türlü gidemediğim o kente, İstanbul'a gittim. Neden böyle diyorum, oysa ki ben bu kentte bir zamanlar dokuz ay boyunca yaşadım; demek ki 'yaşamak' tanımak ile eş değer değilmiş. Zaten o dokuz ayı da yaşadığım ayrı bir tartışma konusu; pek kolay bir yaşam değildi anlayacağınız. Neyse ki finansal özgürlüğümü kısmen de olsa kazanmış birisi ve br yetişkin olarak İstanbul'u gezip görme şansı yakaladım. Bursa'dan İstanbul'a hızlı feribot seferleri olduğunu öğrendim, nereden bilet alabileceğimi araştırdım; bir yandan da İstanbul'da gezmek istediğim yerlerin listesini yaptım: Pera Müzesi, İstanbul Modern, Masumiyet Müzesi, Galata Kulesi, Ayasofya, Sultanahmet Camii, Galata Mevlevihanesi, St. Antuan Kilisesi, İstiklal Caddesi&Taksim… Dikkatinizi çekecektir ki ilk sıraya özellikle müzeleri koydum, zira İstanbul benim nazarımda öncelikle bir kültür-sanat kentidir. Ayrıca dürüst olayım, ben Avrupai değer yargılarını içselleştirmiş bir insanım; bundan dolayı Batılı anlamda organize edilmiş estetik müzeleri gezmekten büyük bir keyif alırım.
Her neyse. Seyahat günü sabah erkenden kalktım ve bulunduğum yurttan ayrılıp Mudanya İDO İskelesi'nin yolunu tuttum. Yolu bilmediğim için süreyi kestiremedim ve sefer saatinden iki saat önce iskeleye vardım. Nihayet feribot geldi, yalnız binmeden önce bir tatlıcı gördüm ve aklıma kestane şekeri almak geldi; babam Bursa'dan gelirken benden birkaç kez istemiş ve unutmuş ya da yolculuk acelesinden mütevellit bulamamıştım. Bursa'nın o meşhur tatlısını da alıp, feribota yerleşip, feribotta kuvvetle muhtemel Hintli Müslüman olan birisiyle birkaç İngilizce kelam ettikten sonra İstanbul Yenikapı İDO iskelesine doğru mavilikte süzülmeye başladım. Yaklaşık bir buçuk saatlik yolculuğun ardından İstanbul'a vardım. Beni karşılamaya gelen teyzemle buluştum; sarıldık, hoşbeş ettik ve teyzemin Şirinevler'deki evinin yolunu tuttuk. Şirinevler, sosyoekonomik olarak alt ve alt-orta gelir grubunun yoğunlukta, etnik çeşitliliğin hayli yüksek olduğu, kalabalık ve canlı bir semt, ve E-5 üzerinde olması nedeniyle de ulaşım imkanları oldukça iyi; metro, otobüs, metrobüs durakları bulunuyor. Oysa E-5 yolunun diğer tarafındaki Ataköy'de orta ve orta-üst gelirli insanlar yaşıyor; YouTube'daki 140journos kanalının 'medeniyet seperatörü' başlıklı içeriği tam olarak bu farklılığı yansıtıyor; daha kolay anlaşılması açısından izlenebilir. Sosyoekonomik eşitsizlik, yalnızca Ataköy-Şirinevler semtleri arasında olmayıp İstanbul genelinde çok kolaylıkla görülebilecek bir sıkıntı; kenti gezerken bir yanda plazaları diğer yanda gecekondulaşmayı görebilmeniz hayli olası.
Perşembe günü gitmiştim, o gün dinlendim, gezmeye diğer gün çıktım. Kuzenimle birlikte Beyoğlu'ya gittik; arada Beyoğlu yerine Pera da diyebilirim, önce İstanbul Modern'e gittik, sonra, bir zamanların 'Cadde-i Kebir'i olan, İstiklal Caddesi'nde yürüdük ve Taksim Meydanı'na gittik. Sonraki gün arkadaşımla, diğer gün dayımla, sonraki üç gün kendim gezdim. Bu süre zarfında; İstanbul'da gezilebilecek, hepsi olmasa da, bazı yerleri gezme şansım oldu ama bunların arasında unutulması en zor olanlar Boğaz turu ve Galata Kulesi oldu. Bu iki yerde de yabancı kişilerle tanıştım ve bir şekilde arkadaşlık kurmayı başardım; biraz İngilizce bilgisi biraz da sonradan kazandığım dışadönüklük sayesinde. Gerek Boğaz turunda tanıştığım üç Avrupalı (Belçikalı, İngiliz ve Avusturyalı) genç gerekse Galata Kulesi'nde tanıştığım Avrupalı (Alman-Arnavut) genç çift, İngilizce iletişim kurmadaki acemiliğime rağmen beni anlayışla karşıladılar ve onlarla epey muhabbet ettim. Turistlerle bu karşılaşma anı; belki de ömrüm boyu unutamayacağım, benim için bir eşik olan bir deneyim olacak; abarttığımı düşünebilirsiniz ama ben bunu, şimdiye kadarki parlak olmayan, vasat yaşamım içinde tahayyül ettiğimde bu tür deneyimlerin değeri aşikar oluyor.
İstanbul'da gerek Avrupa gerekse Anadolu yakasındaki muhtelif yerleri gezme fırsatı yakaladım ama beni en çok cezbeden yer kuşkusuz Beyoğlu oldu. Pera; ara sokakları, eski ve estetik binalarıyla nostaljik ve Avrupai hissettiren bir yer ve oranın bir ruhu var, gerçekten bir ruhu var. Pera'nın ara sokaklarında dolaşırken daha renkli ve özgürlükçü ve biraz da elit bir ruhu duyumsuyorum ve bu fazlasıyla hoşuma gidiyor. Şöyle bir düşünce de geçmedi değil kafamdan: 'Ah, Pera'da bir evim olsa ne güzel olurdu.' Tabii, bu cümleyi gelişigüzel söyledim, yoksa Pera'dan bir ev alabilecek paraya sahip olmanın ne kadar olanaksız olduğunu bilmiyor değilim. Velhasıl Pera'da yaşamak bir ayrıcalık olsa gerek; dünyaca ünlü müzeler, tarihi eserler ve asırlık mahalleleri ve apartmanlarıyla bir zamanların yabancı sefirlerin kaldığı, gayrimüslim nüfusun yoğun olduğu ve dolayısıyla kültürel varsıllığı haiz bir yer burası. Dürüst olmam gerekirse; Osmanlı'nın son dönemleri ve erken Cumhuriyet döneminde gayrimüslimler tarafından yapılan yapıların güzelliği karşısında hayran kalıyorum, gayrimüslimler nezdinde Batı mimarisine olan ilgim çok büyük. Nerede Antik Yunan dönemini çağrıştıran Neo-Klasik yapıları görsem dikkatle bakıp inceliyorum; İstanbul da bu anlamda oldukça varsıl bir kent olduğu için sokaklarında gezerken çılgınca etrafıma baktım, her yeri taramaya çalıştım. Pera demişken; en beğendiğim Türk dizisi olan Şahsiyet'in de burada çekilmiş olduğunu düşünürsek, Beyoğlu'ya olan aşinalığım ve sempatimin bundan fazlasıyla etkilendiği söylenebilir.
Fazla uzattım. İstanbul; bütün o vahşi şehirleşmeye, gökdelenler ve betonlaşmaya, rağmen güzel, estetik, tarihi ve eşsiz bir kent ve burayı gezmekten fazlasıyla keyif aldığımı; kendimi bir Avrupa kentinde gibi hissettiğimi belirtmeliyim. Elbette ki İstanbul'da gezerken gözüme çarpan ve rahatsız olduğum pek çok mevzu oldu (parklarda yatan mülteciler, yeşil alan azlığı, aşırı kalabalık) fakat genel olarak İstanbul, beklediğimden daha güzeldi.
Kentin henüz çok az bir kısmını gezebildim; en yakın zamanda tekrar gidip, gezmediğim yerlerini gezmek ve yine yazmak istiyorum.
Saygılarımla,
S.Ç.
Fotoğraf: Ara Güler, Beyoğlu (Pera), İstanbul.
Yorum Bırakın